
Merhaba;
Bilen bilir; ülkemizde de “ormanların”
bir yasası var! Ancak, durun bir dakika; gündelik dilde çokça kullanılan
“orman kanunu” değil sözün ettiğim. Sözünü ettiğim ya da sözünü edeceğim “ormanlar”
ile ilgili iş ve işlemleri düzenleyen 6831 sayılı Orman
Kanunu’dur. Bu
yıl altmışıncı yaşını da tamamladı çünkü. Hazırlandığı ve yürürlüğe konduğu
dönemin toplumsal ve siyasal yapısı;
“ormanlarımızın” ve ormancılığımızın içinde bulunduğu koşullar;
özellikle de hazırlanış biçimi ve içeriği göz önünde bulundurulduğunda
şaşılacak denli “demokratik” olan bu yasanın getirdikleri ile götürdüklerinin,
başına gelenlerin kısaca da olsa anımsanmasında yarar var bence.
Öte yandan; tümüne yakın kesimi devlet
mülkiyetinde olan, ülke yüzeyinin % 27’sini oluşturduğu öne sürülen alanın,
ağırlıkla da üzerindeki orman ekosistemlerinin yönetilmesini (mülkiyeti, korunması,
daha “verimli” duruma getirilmesi, işletilmesi, genişletilmesi vb iş ve
işlemleri) düzenleme amacının, 6831 sayılı yasayı sıradan bir yasal düzenleme
olmaktan çıkardığını düşünüyorum. Altmış yıl boyunca çoğunlukla toplumsal ve
siyasal amaçlarla tam yirmisekiz kez değiştirilmiş olması da bu gerçeği
ortaya koyuyor kanımca. Bu nedenlerle bu yıl Nisan ayında ülkemizdeki tüm
ilgili kuruluşlara bir “dilekçe” göndererek yasanın altmış yıl boyunca
“ormanlarımıza” ve ormancılığımıza getiri ve götürülerinin sorgulamalarını
önerdim. Ne var ki, bir kuruluş dışında bu öneri doğrultusunda herhangi bir
çabaya girilmedi; girildiyse de en azından benim bilgim yok; umarım girilmiştir.
Derken; “darbemsili”, “kalkışmamsılı” günler gündeme geldi; artık böylesi bir
çabaya giren olur mu, kestiremiyorum. Giren olsa da olmasa da, yanı sıra,
kimi okurlar “abesle iştigal saysa” ya da “kendince gündem değiştirme çabası”
olarak değerlendirse de, ben tartışacağım.
Bu arada başlarken belirteyim: 6831
sayılı Orman Kanunu’nun ormancılığımıza, dolayısıyla “ormanlarımıza” yararlı
olacak biçimde hazırlanması ve uygulanması için emek verenlerden, özverilere
katlananlardan yitirdiklerimizi saygıyla anıyor, yaşayanlarına içten
teşekkürlerimi sunuyorum.
Yücel ÇAĞLAR
|
“Değerli Dostum, Sevgili “ Editörüm”, Yürekli Yoldaşım İlter Ertuğrul’a tez
elden esenlik dilerim.
Sevgi ve saygılarımla”
Kimi anımsatmalar…
Bilirsiniz
ama yine de söyleyeceğim: Hukuksal belgeler, temelde, egemen üretim ilişkilerinin
gereklerinin yerine getirilmesine yönelik iş ve işlemleri; “tarafların” bu
doğrultudaki hak ve ödevlerini, sorumluluklarını, uyacağı kuralları,
uymadığında uygulanacak yaptırımları belirler ve düzenler. Oysa, çoğunlukla,
hukuksal düzenlemelerin, deyim yerindeyse “Tanrı kelâmı” sayılarak “herkes”
için aynı (“eşit” ?) düzeyde yararlı olduğu/olacağı düşünülür; ne denli büyük
bir yanılgı ! Hukuksal düzenlemeler eşitlikçi belgeler değildir; çoğunluk öyle görünür,
sanılır ya da görünmesi, sanılması amaçlanır ama değildir !
Hukuksal
düzenlemeler, yine deyim yerindeyse, “gökten zembille (çanta ya da torba) inen”
belgeler değildir; önünde sonunda, “su başlarını tutan” yetkili kişiler
tarafından hazırlanan; yine yetkili kişiler tarafından belirli süreçlerden
geçirildikten sonra kararlaştırılan; çeşitli yönlerden çeşitli yönlerden
eksiklik ya da yanlışlıklar da taşıyabilen belgelerdir.
Öte
yandan; “gerçeğin bütün” olduğu yine çoğunlukla gözden kaçırılır ya da görmezden
gelinir. Böylesi, çok daha kolaydır çünkü. Bu kolaylığı yeğleyenler; benzetme
yerindeyse, - “gözleri görmezler beni
bağışlasın, n’olur… - görmezlerin
fili tanımlaması deyimini çağrıştıracak parçacı çözümlemeler yapar; doğal
olarak da çoğu kez yanılırlar. Her türden olayı, olguyu, oluşumu içinde
bulunduğu bütünden soyutlanmadan ele alınması yöntemsel bir gerekliliktir.
Son
olarak bir başka bir genelgeçer doğruyu da anımsatmamı hoşgörün: Toplumsal,
kültürel, siyasal, ekonomik olayların, olgular ile oluşumların tarihsel bir
yaklaşımla ele alınıp irdelenmesi ve tartışılması da yöntemsel bir
gerekliliktir. Ne var ki, bu gerek yerine getirilirken de bir yanlışlık çokça
yapılır: Çoğunlukla, tarihsel bir yaklaşımla değerlendirmek olaylar, olgular
ile oluşumların takvimsel olarak sıralanmasına indirgenir. Bu yaklaşım doğru
değildir: Tarihsel bir yaklaşımla değerlendirmek, olaylar, olgular ile
oluşumların zaman içindeki değişimlerinin (ve “gelişimlerinin”) neden-sonuç
ilişkisi içinde irdelenmesidir.
Hukuksal
düzenlemelerin getiri ve götürüleri de ancak bu yalın gerçeklikler göz önünde bulundurularak
irdelendiğinde, daha doğru değerlendirilebilir.
6831
sayılı Orman Kanunu, bilebildiğim kadarıyla, bu gereklerin yerine getirildiği
bir yaklaşımla hiç, haydi “hiç” demeyeyim, “gerektiğince” irdelenmemiş, tartışılmamıştır. Bu, ormancılığımızın,
giderilmesi gereken önemli bir yoksunluğudur. Üç kez anayasal düzenlemelere
konu olmuş, altmış yılda tam yirmisekiz kez değiştirilmiş bir yasa bu
kadarcığını hak ediyor bence.
Öncesi var…
6831
sayılı yasa, söylem yerindeyse, şimdilerde çokça örneği verilebileceği gibi, “bir
gece ansızın” gündeme gelmedi kuşkusuz; uzun bir öncesi var; kısaca
anımsayalım:
ü Osmanlı
döneminde halk, 19. Yüzyılın ortalarına değin Saray’ın (bu Saray, şu “Kaçak
Saray” değil☻) gereksinmesi için ayrılanların dışındaki orman ekosistemlerinden
hemen hemen hiçbir kısıtlamaya tutulmadan yararlanabiliyordu (Cibal-i Mübah).
Kimi koşullarda, devlet (padişah) tarafından, başta vakıflar olmak üzere
çeşitli kişi ve kuruluşların özel mülk gibi kullanabilecekleri orman
ekosistemleri verilebiliyordu. Bunların dışında ülkede özel mülk olmuş “orman”* yoktu.
ü 1840
yılında ilk Orman Müdürlüğü’nün kurulmasıyla birlikte kimi düzenlemeler yapılmaya
başlandı; ülkeye çağrılan Fransız “ormancıların” da yönlendirmesiyle hazırlanan
Orman Nizamnamesi 1869 yılında çıkarıldı; çeşitli hukuksal ve kurumsal düzenlemeler
yapıldı, yanı sıra, verimli orman ekosistemlerinin yerli ve yabancı
girişimcilere satılmasına (kiralanmasına) başlandı.
ü 20.
Yüzyılın ilk yıllarında yeni boyutlar kazanan bu çabalar Cumhuriyet’in ilk
yıllarında da sürdürüldü: Henüz 1920 yılında iken köy tüzel kişiliklerine
“baltalık” olarak yararlanacakları orman ekosistemlerinin ayrılmasını sağlayan
yasa çıkarıldı; 1937 yılında ise, “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki orman
ekosistemlerinin devlet tarafından yönetilmesi (korunması, daha verimli duruma
getirilmesi, genişletilmesi, işletilmesi vb) düzenini getiren 3116 sayılı Orman
Kanunu’nun yürürlüğe kondu. Prusyalı “ormancı” R. Bernhard’ın hazırladığı bu
yasada, hukuksal olarak “orman” sayılacak yerlerin tanımı yapıldı, yanı sıra, günümüze
değin sürdürülen devletçi ormancılık ilkelerine yer verildi.
ü “Devlet
ormanı” sayılmayan ancak üzerinde orman ekosistemi sayılan ağaç ve ağaççık
topluluğu bulunan her yer 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı yasayla
devletleştirildi, ne var ki 1950 yılında devletleştirmelerin kapsamı
daraltıldı; devletleştirilen kimi yerler ise sahiplerine geri verildi.
Kısacası;
Türkiye ormancılığında, günümüzde de büyük ölçüde egemen olan devletçi yaklaşımın,
bu yaklaşımın bir ürünü olan 6831 sayılı yasanın çeşitli yönlerden önemsenmesi gereken bir
tarihsel geçmişi vardır. Bu geçmişte;
ü orman
ekosistemlerinin ekonomik, yanı sıra,
toprak erozyonunun önlenmesi, toprak-su dengesinin sağlanması, iklim
koşullarının iyileştirilmesi vb yararları olan “ulusal doğal kaynaklar” olduğu
varsayılmış;
ü korunmasına,
yanı sıra, olabildiğince genişletilmesi, neredeyse kutsal bir amaç sayılmış;
ü “devlet
ormanı” sayılan yerlerin mülkiyetinin, kimi durumlar dışında devredilmemesi; devlet
tarafından yönetilmesi gerektiği düşünülmüş;
ü orman ekosistemlerinden olabildiğince daha
büyük ekonomik yararın elde edilmesi uzunca bir dönem önde gelen bir amaç olmuş;
ü “orman”
sayılan yerlerin içinde, bitişiğinde ve yakınında yerleşik halkın
çevrelerindeki orman ekosistemlerinden yararlanmasının düzenlenmesi; bu
kapsamda çeşitli ayrıcalıklardan yararlandırılması zorunlu görülmüştür.
Öyle ki,
bu yaklaşım uzun yıllar, sözgelimi, 1980, özellikle de 2000’li yıllara değin
ormancılık politikalarının temel ilkeleri olmuştur. Kimilerinin hiç
katılmayacağını biliyorum ama yine de söyleyeceğim: Ülkemizde bugünlere kalmış
orman ekosistemleri varsa, bu, tümüyle,
bu temel ilkelerle tasarlanan, planlanan, çoğu durumda da ormancı çalışanların
her türlü baskıya karşın akıl almaz bir özveriyle sürdürdükleri çabalarının
sonucudur. Hazır yeri gelmişken; bu gerçeği göremeyen, inatla görmek istemeyen,
görse de görmezden gelenler için söyleyebileceğim bir çift sözüm var: Nankörlük
etmeyin !
Toplumsal ve siyasal mı, teknik mi?
Ormancılık,
olağan koşullarda, ekolojik temelli teknik iş ve işlemlerin planlandığı ve
yürütüldüğü bir uğraşı alanıdır. Bu iş ve işlemler, ekolojik gereklere göre
tasarlanıp planlanmadığı ve yürütülmediğinde, deyim yerindeyse, “kaş yaparken
göz çıkarılması” kaçınılmazdır. Öyle ki, bu gibi olumsuzlukların kısa dönemde
ayırdına varılabilmesi çoğu durumda olanaksızdır. Ayırdına varıldığında ise
geri dönüş olanakları son derece kısıtlıdır, çoğu durumda ise hiç yoktur. Bu nedenlerle,
ekolojik gerekler göz önünde bulundurularak geliştirilen ve uygulanan teknik iş
ve işlemler, ormancılığın “olmazsa olmaz” koşuludur. Orman ekosistemlerinin devamlılığı (“sürdürülebilirliği”?) ilkesi,
ancak bu koşul yerine getirilerek yaşama geçirilebilir. Ne var ki, ülkemizde
uzunca bir dönem bu koşul yerine getirilmemiş ya da getirilememiştir. Toplumsal,
ekonomik, dolayısıyla siyasal yapı buna olanak vermemiştir çünkü. Sözgelimi;
ü siyasal
partiler kırsal yerleşmelerde, özellikle de “orman” sayılan yerlerin içinde ve
bitişiğinde yaşayanlara, göz ardı edemeyecekleri bir “oy deposu” olarak
yaklaşmış; bu yaklaşım içinde çoğu kez “ormanlara” zarar verebilecek yollara
başvurmuştur;
ü her türlü
arazi, ekonomik ve toplumsal gelişmenin temel girdisi sayılmış; özellikle devletin
mülkiyeti, gözetimi ya da yönetimindeki arazilerin ( başta “ormanlar” olmak üzere,
otlaklar, tarım yapılabilir ya da yerleşilebilir her türden “sahipsiz” yerler
vb) tarıma, yanı sıra, yerleşmeye açılması her dönemin temel yönelimlerinden
biri olmuştur;
ü kırsal
egemen sınıfların egemenliklerini pekiştirmek, yanı sıra, yoksul köylülerin yaşamlarını
sürdürmek amaçlı doğrudan ve dolaylı baskıları, kimi dönemlerde, ormancı
çalışanları işgöremez duruma getirmiştir;
ü “orman”,
özellikle de “devlet ormanı” sayılacak yerlerin belirlenmesi,
sınırlandırılması, tapuya tescili vb iş ve işlemlerin ivedilikle
sonuçlandırılmaması bu yerler üzerindeki baskıları kolaylaştırmış, sürekli
kılmıştır;
ü sık sık
yaşanan ekonomik sıkıntılar, siyasal iktidarların doğal “kaynaklara”, bu kapsamda
da “ormanlar” üzerindeki ekonomik temelli baskılarını arttırmıştır;
ü ekonomik
yararı ençoklamak amaçlı, yanı sıra, mühendislik temelli egemen ormancılık
ideolojisinin ekolojik koşullara ve ekosistemlere gerektiğince özen
gösterilmesini zorlaştırmış, rastlantılara bırakmıştır.
Bu
nedenlerle, ormancılığımız, teknikten çok toplumsal ve siyasal gerçeklikler
doğrultusunda biçimlenmiştir. 1980’den sonra, özellikle 2000’li yıllarda ise
ormancılığımızda teknik gereklerin yerine getirilebilmesi de, neredeyse tümüyle
bireysel duyarlıklara ve girişimlere kalmıştır. 6831 sayılı yasa böylesi
koşullarda hazırlanmış, uygulanmaya çalışılmış; gerek duyulduğunda da pek çok
kez değiştirilmiştir.
Kısacası;
6831 sayılı yasa, olması gerekenin aksine, toplumsal ve siyasal işlevleri her dönemde
öne çıkmış bir düzenlemedir; yanı sıra, yapılan değişiklikler de çoğunlukla bu
doğrultuda olmuştur.
6831 sayılı Orman Kanunu, “katılımcı” bir
süreçte hazırlanmıştır !
Bildiğiniz
gibi, “katılımcılık”, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler vb ülkelerarası
kuruluşların, özellikle 1980’den sonra, yaygınlaştırmaya çalıştıkları yönetsel bir
ilke olmuştur. Görünümde devleti her alanda küçültme, “terbiye etme” (!),
ekonomik yaşamdan çekme vb amaçlarla gündeme getirilen bu ilke, doğal olarak
ülkemizde de benimsenmiştir. Ne var ki, “katılımcı” uygulamalar, kimlerin/kuruluşların
hangi karar ve uygulama süreçlerine hangi yetki ve sorumluluklarla
katılabileceği tümüyle siyasal iktidarın istencine; daha açık bir söyleyişle
keyfine bırakılmış gülünç birliktelikler olmaktan öteye geçememiştir. Bu
nedenle de “katılımcı” süreçlere çağrılanlar, ne denli içtenlikli olursa olsun,
çoğu durumda, “konu mankeni” işlevini görmüştür. Oysa 6831 sayılı yasa, üstelik
de Demokrat Parti (DP) gibi “ormanlardan” siyasal amaçlarla yararlanmayı da
hedefleyen bir siyasal oluşumun tek başına hükümet olduğu bir dönemde çok daha
kapsayıcı, demokratik ve işlevsel bir katılımcı süreç içinde hazırlanmıştır.
Başta İÜ Orman Fakültesi, Türkiye Ormancılar Cemiyeti ile yeni kurulmuş TMMOB
Orman Mühendisleri Odası olmak üzere ilgili kuruluşlardan temsilcilerin
oluşturulduğu çalışma kurulları, Ziraat Vekâleti ile Orman Umum Müdürlüğü’nün (OUM) ilgili birimlerinden katkılar alınmış; taraflar arasında
yoğun tartışmalar yapılmıştır. Örneğin, DP’nin iktidarının ilk aylarında;
ü
“Ormancılık
İstişari Toplantısı”,
düzenlenmiş;
ü
İÜ
Orman Fakültesi, “Orman Fakültesi
Profesörler Kurulu’nun Ormancılığımızın Ana Meseleleri Hakkında Görüşleri”
kamuoyuna açıklamış;
ü
Orman
Umum Müdürü, ormancılık demokratik kitle örgütleriyle sürekli olarak görüşmeler
yapmış;
ü
Türkiye
Ormancılar Cemiyeti, kamuoyunda ilgiyle karşılanan ünlü Yeşil Kitap(Orman Davamız) başlıklı kitapçığı yayımlamış; ““Taslak konunun tabiatına, ülkenin şartlarına
ve vatanımızın geleceğine ait zorunlulukların uygun olarak hazırlanmamıştır…Orman
sınırlandırması konusunda da ülkeye gerekli orman varlığının dokunulmazlığının
sağlanması hedefi gözden kaçırılmış, orman zararına ormandan ne kazanılmak
gerekiyorsa sınırlama işi adeta ona göre yönlendirilmiştir.” vb içerikte
açıklamalarıyla konuyu sürekli olarak gündemde tutmuştur.
Oysa, sözgelimi,
2000’li yıllarda AKP, sözcüğün tam anlamıyla “kapalı kapılar ardında” hazırladığı
“torba yasaları”, yine deyim yerindeyse “bir gece ansızın” gündeme getirerek
6831 sayılı yasayı 12 kez değiştirmiş, yasaya ona yakın yeni ek madde
getirmiştir. Neredeeen nereye, değil mi?.
Veeee 6831 sayılı Orman Kanunu…
29 Mayıs 1950
tarihinde kamuoyuna açıkladığı I. Hükümet Programı’nda;
“Orman meselesine
gelince; derhal ve katiyetle söyleyelim ki, bugünkü sisteme behemehâl
son vereceğiz. Çünkü bugünkü sistem ormanların muhafaza için büyük
fedakârlıkları istilzam etmekte, öteden beri ormanla alakalı milyonlarca
vatandaşımızı mahrum ve meyus bir halde yaşatmakta ve bütün orman mahsullerini
çok pahalıya mal olması neticesini vermektedir. Diğer taraftan da bugünkü orman
mevzuatı halkla hükümet arasında derin bir sevgisizlik yaratmakta çeşitli
ahlaki zaaflara ve her türlü kötülüklere zemin teşkil etmektedir.”
yaklaşımına yer veren
DP, ancak 31 Ağustos 1956 tarihinde amaçlarına büyük ölçüde ulaşabilmiş; 6831
sayılı Orman Kanunu 8 Eylül 1956 tarihinde yürürlüğü girmiştir. Şimdi, önce bu
yasanın görece olarak daha çok önemsediğim düzenlemelerini anımsatayım.
119 madde ile 5 “Muvakkat Madde”den oluşan; 1937 yılında
çıkarılan 3116 ile 1950 yılında çıkarılan 5653 sayılı yasayı yürürlükten
kaldıran 6831 sayılı yasa, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’nun
büyük ölçüde “DP’lileştirilmiş” biçimidir.
Gündeme getirdiklerinin başlıcaları şöylece sıralanabilir*:
ü “Orman” sayılacak ve sayılmayacak yerler yeniden tanımlanmıştır.
Yapılan tanımlamada herhangi bir yerin “orman”
sayılabilmesi için oluşuma katılan ağaç ve ağaççıkların “herhangi bir çeşit orman hasılatı verebilen türlerden olması”
koşulu kaldırılmıştır. Ek olarak, “orman”
sayılmayacak yerlerin kapsamı da genişletilmiştir. Örneğin; üzerinde
çevresindeki orman ekosistemlerinde doğal olarak yetişmeyen ağaç ve ağaççıkların
bulunduğu sahipli arazilerin “devlet
ormanı” sayılan yerlere bitişik olmayan sahipli arazilerdeki
fıstıkçamlıkları ve palamut meşelikleri ile “devlet ormanı” sayılan yerlerden ayrılacak yabanıl zeytinliklerin “orman” sayılmaması olanaklı kılınmıştır.
ü İklim, su ve toprak
rejimine zarar vermeyen ve daha verimli kültür arazisine dönüştürülebilecek
yerlerin Ziraat Vekâletince; daha önce “orman”
sayılmış olsalar bile ormancılık düzeninde bulunmasında yarar görülmeyen
yerlerin Ziraat Vekâleti’nin önerisi ile Bakanlar kurulu kararıyla “orman” tanımı dışına çıkarılabilmesi
sağlanmıştır.
ü Kimin mülkiyetinde
olursa olsun doğal, tarihsel ve kültürel yönlerden toplum yararına korunması
gereken yerler Ziraat ya da Maarif Vekâletleri yahut Turizm Umum Müdürlüğü’nün
önerisi ve Bakanlar Kurulu kararıyla ormancılık düzenine alınabilmesi olanağı
getirilmiştir.
ü “Orman” sayılan yerler mülkiyet biçimi dışında işlevlerine göre de;
i) muhafaza ormanları, ii) milli parklar ve iii) istihsal ormanları olarak üç
kümede toplanmıştır.
ü “Devlet ormanı” sayılan yerlerdeki her türlü ormancılık çalışması,
bu kapsamda da orman ürünü hasat çalışmaları OUM tarafından yapılacaktır ya da
köylülere yaptırılabilecektir.
ü Orman tahdit
(sınırlandırma) komisyonlarının üye sayısı yedi yapılmış, orman mühendisi
sayısı, başkanla birlikte üçe çıkarılmıştır.
Bu düzenlemelerin
yanı sıra, 6831 sayılı yasayla;
ü “devlet ormanı” sayılan yerlerin içinde ya da kenarında olup da
çevresindeki orman ekosistemlerinden geçimini sağlayamayanlardan; i)
bulundukları yerlerde kalkındırılabilecek olanlara Ziraat Vekâletinin izniyle
Ziraat Bankası’ndan kredi verilebilmesi; ii) bulundukları yerlerde
kalkındırılamayacakların ise, kendileri de istediklerinde başka yerlere
taşınabilmesi ve bıraktıkları yerlerin “orman”
kapsamına alınabilmesi,
ü OUM, konumunu ve yapısal
özelliklerini göz önünde bulundurarak gerekli gördüğü “orman” sayılan arazilerin “uygun görülecek” yerlerin “…memleketin ilim hayatının istifadesine
tahsis etmek, tabiatı muhafaza etmek, yurdun güzelliğini sağlamak, halkın
çeşitli spor ve dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak, turistik hareketlere imkân
vermek maksadıyla milli park…” olarak ayrılabilmesi,
ü OUM’nin ancak
Bakanlar Kurulu kararıyla fabrika ve tesis işletebilmesi,
ü Devlet orman
işletmeleri tarafından hasat edilen orman ürünlerinin ilke olarak açık artırmayla
satılması, bununla birlikte, kamu kurum ve kuruluşlarının gereksinmelerinin,
yakacak odun istemlerinin karşılanması ve acil durumlarda da pazarlıkla satış
yapılabilmesi,
ü “orman” sayılan yerler içinde yahut bu yerlere on km uzaklıkta
bulunan köylülere, yapacakları yapının belirlenecek özelliklere uygun olması
koşuluyla öz gereksinmeleri için yalnızca tarife bedelinin onda biri alınarak
orman ürünü satışı yapılabilmesi,
ü “orman” sayılan yerlerde ya da bitişik kazalardaki yoksun köylüler
ile sınırları içinde “devlet ormanı”
sayılan yerler bulunan ve nüfusu da 2500’den aşağı olan kasabalardaki yoksun
halkın öz ve ortak yapacak odun gereksinmelerinin indirimli satış fiyatlarıyla
karşılanabilmesi,
ü sınırları içinde “devlet ormanı” sayılan yerler bulunan
köy ve kasaba halkının kesip satış istif yerlerine taşıdıkları kerestelik
tomrukların, 10 m³’ü geçmemek koşuluyla % 25’ine kadarını maliyet bedeliyle ve
artırmasız olarak satın alabilmesi,
ü “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki her türlü işin, iş yerindeki ya
da çevresindeki ormancılık işlerinde çalışan köylülere, öncelikle de köy orman
kooperatifi kuranlara verilmesi, ancak köylülerin işgücünün nitelik ve nicelik
olarak yeterli olmaması yahut yüksek fiyat istemeleri durumunda, yeterince
teknik görevli de işlendirebilen, parasal ve teknik yeterliliğe sahip olan
üstlenicilere yaptırılabilmesi.*
ü özel mülkiyetteki “orman” sayılan yerlerin, niteliği ne
olursa olsun 500 hektardan daha küçük parçalara bölünememesi,
ü önceden orman
ekosistemi bulunan yerlerde ya da devlet mülkiyetindeki uygun arazilerde her
yıl 5 bin hektar ağaçlandırma yapılması,
ü 3116 sayılı yasaya
göre orman ekosistemleri bulunmayan ve çeşitli nedenlerle ağaçsız olan köy ve
belediyelerin kendi sınırları içinde en az 5 hektar ağaçlandırma
yapma zorunluluğunun kaldırılması,
ü ağaçlandırma yapacak
arazi sahiplerinin vergi bağışıklığının yirmi yıldan elli yıla çıkarılması,
ü ağaçlandırma yapacak
köy orman kooperatiflerinin gereksinme duydukları fidanların orman idaresi
tarafından bedelsiz olarak verilebilmesi ve ağaçlandırılacak yere taşınabilmesi,
ü OUM’nin
mülkiyetindeki fabrikaların, imalathanelerin, tesislerin ve binaların, “kamu
hizmetleri bakımından” satılabilmesi ya da kiralanabilmesi
kural ve olanakları
da getirilmiştir.
Görüldüğü gibi, 6831
sayılı Orman Kanunu, büyük ölçüde 3116 sayılı yasa düzeninde hazırlanmıştır ve
çok sayıda maddesi de 3116 ve 5653 sayılı yasalardan aktarılmıştır. Ancak, böyle
de olsa dönemin koşulları gözönünde bulundurulduğunda, 6831 sayılı yasanın,
özellikle;
ü OUM’nin her yıl en az
5 bin hektarda ağaçlandırma yapmasını zorunlu kılmasına,
ü “orman” sayılan kimi yerlerin “milli
park” olarak ayrılabilmesine,
ü doğal ve toplumsal
nedenlerle kimi yerlerin ormancılık düzeni içine alınabilmesine,
ilişkin düzenlemeleri
olumlanabilir.
Öte yandan, Dünyada
ancak 1992 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Rio’da gerçekleştirilen “Çevre ve Kalkınma Konferansı”ndan sonra yaygın olarak gündeme geldiği
gözönünde bulunursa 6831 sayılı yasanın “Orman
Köylülerinin Kalkındırılması” başlığı altında yer verilen 13. maddesinde
yapılan düzenlemelerin tarihsel önemi daha kolay kavranabilecektir: Maddede “devlet ormanları içinde veya kenarında
bulunup da civardaki ormanlardan geçimlerinin sağlanmasına imkânı olmayan köylerde
ve dağınık evlerde oturanlar…” için iki boyutlu bir düzenleme yapılmıştır.
Bu düzenlemeyle;
ü “Bulundukları yerlerde muhitin icaplarına göre ve muhtelif suretlerde
kalkındırılmaları mümkün görülenlere” Ziraat Bankası tarafından “kalkınma kredisi” açılması ve
ü “Bulundukları yerlerde kalkındırılmasına imkân olmayacağı anlaşılanların
daha müstahsil bir hale getirilmesi gayesiyle ve kendi istek ve muvafakatleri
üzerine başka yere kaldırılmaları”
sağlanmıştır.
Açıktır ki, “orman köylerinin” kalkındırılması, özel
olarak orman ekosistemlerinin korunması, daha “verimli” duruma getirilmesi ve
işletilmesi ile ilişkilendirilmediğinde genel ülke kalkınması, özel olarak
da “köy
kalkındırılması” politikalarının bir boyutu olarak ele alması gereken bir
olgudur. Ayrıca, maddede öngörüldüğü gibi, herhangi bir yerleşmede yaşayanların;
ü “civardaki ormanlardan geçimlerinin sağlanıp sağlanamaması” ve
ü “bulundukları yerlerde kalkındırılıp
kalkındırılamamasının” belirlenmesi ile
ü “daha müstahsil hale getirilmesi için başka yerlere
kaldırılmaları”
son derece zorlu bir
iştir ve öncelikle kapsamlı araştırma ve planlama çalışmalarının yapılmasını
gerektirir. Ne var ki, 15 bine yakın “orman
köyünde” bu araştırmaların yapılabilmesi olanakları, 1950’li yıllar bir
yana, günümüzde de son derece kısıtlıdır*. Ayrıca, “bulundukları yerlerde kalkındırılmaları
olanaklı olmayan” köylerin başka yörelere taşınması da çeşitli sorunlara
yol açabilecek bir işlemdir. Ancak, bu gerçekliklere karşın sözkonusu
düzenlemeyle “orman köylülerinin”
kalkındırılması sorunu, giderek ormancılık politikalarının önceki dönemlere
göre daha kapsamlı bir bileşeni durumuna gelmiştir. Ne var ki, “orman köylülerin” kalkındırılmasına
yönelik örgütlenmeler ve uygulamalar çoğunlukla köylülerin “geçimlerini civardaki orman
ekosistemlerinden sağlama” olanaklarının artırılmasına yönelik olmamış,
dahası, böyle bir amaçtan özenle kaçınılmıştır.
Öte yandan, Yasa,
siyasal iktidarlara;
ü “orman” sayılmayabilecek yerlerin kapsamını genişletebilme,
ü “orman” sayılan yerlerden olmasına karşın belirli gerekçelerle “daha verimli kültür arazine
dönüştürülmesinde Ziraat Vekâletince uygun görülen” kimi yerleri “orman” saymayarak ormancılık düzeni
dışına çıkarabilme,
ü OUM’nün elindeki
fabrika, imalathane, tesis ve binaları özelleştirebilme,
olanaklarını da
sağlamıştır.
Kısacası; 6831 sayılı
yasa, Cumhuriyetin ilk yıllarında öne çıkan, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı
Orman Kanunu’yla yasal dayanaklara kavuşan ormancılık yaklaşımı, en azından hedeflenen
doğrultuda ve düzeyde başarılı sonuçlar vermemiştir. Toplumsal tabanı ağırlıkla
kırsal yerleşmelerde yaşayanlar olan DP, bu sonuçtan da hareketle, izleyeceği
popülist ekonomik ve toplumsal politikalara “devlet ormanı” sayılan yerler ile
devlet ormancılığı düzenini de katmak istemiştir. 6831 sayılı yasayı bu
amaçla gündeme getirmiş; büyük ölçüde de
“başarılı” olmuştur. Bu “başarı”, sonraki siyasal iktidarlarca da genişletilerek
sürdürülmüştür.
Dönemlendirme gerekli…
Bilirsiniz sanırım:
Ormancılık uygulamalarının sonuçları, pek az alanda görülebilecek denli uzun
süreler sonunda alınabilir. Sözgelimi, “orman
işletme amacına” bağlı olarak değişen bu sürelerin en kısası 30-40 yıldır;
kimi durumlarda 100, dahası, 200 yılı da aşabilir. Dolayısıyla, ormancılık
alanında kararlar ile uygulamaların, yanı sıra, bu karar ve uygulamaları düzenleyecek,
etkileyebilecek hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin olabildiğince uzun dönemli
olarak tasarlanması ve yaşama geçirilmesi, “olmazsa olmaz” bir koşuldur. Ne var
ki, bu koşul, ülkemizde hemen hemen hiçbir dönemde yerine getirilememiş; ilgili
hukuksal ve kurumsal düzenlemeler, deyiş yerindeyse, “yap-boz tahtasına”
dönüştürülmüştür.
Bu nedenlerle 6831
sayılı yasanın altmış yılını, genellemeler yapılarak topluca değerlendirilmemeli,
tartışılmamalı; amaca uygun dönemlendirmeler yapılmalıdır. Böylesi bir çabaya
girecekler için birkaç örnek vermek yararlı olacak sanırım: Örneği şöyle bir
dönemlendirme yapılabilir bence:
Dönemler
|
Dönemin Öne Çıkan
Ormancılık Politikaları ve Uygulamaları
|
1956
Öncesi
|
(i) Devletçi Kuruluş- Devletçilik
|
1956 - 1960
|
(i) Devlet Kapitalizmi
(ii) “Devlet ormanı”
Sayılan Yerlerin Daraltılması
|
1962
- 1971
|
(i) Devlet Kapitalizmi
(ii) “Orman Köylüsü” Popülizmi
|
1972 - 1980
|
(i) “Orman Köylüsü”
Sayılanların Kalkındırılması
(ii) Devlet Kapitalizmi
(iii) Ağaçlandırma
(iv) Yönetsel Karmaşa
(v) “İkiBe” Uygulamaları
|
1982
- 2000
|
(i) Ağaçlandırma
(ii) Devlet Kapitalizmi
(iii) Özelleştirme
(iv) Yönetsel Karmaşa
|
2000’den Sonra
|
(i) Özelleştirme
(ii) İkiBe’cilik
(iii) “Devlet ormanı”
sayılan yerlerin ormancılık dışı kullanımı
(iv) Devlet Kapitalizmi
(v) Yönetsel Karmaşa
|
Başka maçlarla başka
dönemlendirmeler de yapılır kuşkusuz. Ancak hangi amaçlarla yapılırsa yapılsın,
bu, çokça sanıldığının tersine, hiç de kolay bir işlem değildir. Çizelge 1’de de
görülebileceği gibi; 6831 sayılı yasanın hem uygulanması hem değiştirilmesi
sırasında farklı amaçların belirleyici olduğu çeşitli dönemler yaşanmıştır
çünkü. Bu da, özellikle ülkemizde, olağan karşılanması gereken bir durumdur
gerçekte; altmış yıl boyunca ülkemizde birbirinden son derece farklı ekonomik,
toplumsal ve siyasal gelişmeler yaşanmıştır çünkü. Açıktır ki, bu farklılıklar
ormancılığımızda da yaşanmıştır; en azından yeni orman ekosistemlerinin oluşturulması
(ağaçlandırma, doğal gençleştirme), orman ekosistemlerinden yararlanmanın planlanması
(orman amenajman planlaması) vb etkinlik alanlarında yaşanmaması gerekirdi ama yaşanmıştır işte.
Üstelik, özellikle 2000’li yıllarda, 6831 sayılı yasanın kurallarına aykırı pek
çok yönetmelik hazırlanmış, bu yönetmeliklerdeki kurallara aykırı genelgeler
çıkarılabilmiştir. Örneğin; 6831 sayılı yasanın 1986 yılından bu yana hiç
değiştirilmeyen 57. Maddesinin uygulanmasını düzenlemek amacıyla hazırlanan
Ağaçlandırma Yönetmeliği, on yıl içinde altı kez değiştirilmiştir. Öyle ki,
daha önce 6831 sayılı yasanın 26. Maddesi gereğince iki kez düzenlenen (1973 ve
1991)“orman amenajman yönetmelikleri” bile, yasanın söz konusu maddesinden
herhangi bir değişiklik yapılmamasına karşın 2008 yılında bir kez daha tümüyle
yeniden düzenlenmiştir.
Öte yandan; 6831 sayılı yasada yapılan değişiklikler çoğunlukla,
belirli maddelerde yoğunlaşmıştır. Hem gerçekleştirildikleri dönemler hem de
içeriklerini son derece anlamlı bulduğum
bu maddeleri farklı renklerdim. Daha anlamlı bir dönemlendirme yapmak
isterseniz bu çizelge işinize yarayabilir.
Çizelge
1: 3116 ve 6831 Sayılı Orman Kanunlarında Yapılan Değişiklikler
Yıllar
|
Yasa
|
3116 Sayı Yasadaki Değişiklikler
|
1937
|
3116
|
Yeni
|
1945
|
4785
|
Yeni
|
1950
|
5653
|
1,
3, 5, 12, 17, 18, 19, 21, 25, 33, 35, 36,
37, 39, 42, 34, 81, 86, 88, 98,
99, 104, 105, 107, 109, 113, 114, 115, 116, 118, 120, 125, 127, 128, 129; + Ek
Madde 1 – 13; + Geçici Madde 1
|
1950
|
5658
|
4785/1,
+ Geçici Madde 4785/5
|
1956
|
6831
|
Yeni
|
Yıl
|
Yasa
|
6831 Sayılı Yasadaki Değişiklikler
|
Madde Sayısı
|
1959
|
1)
7395
|
35
|
1
|
1968
|
2)
1056
|
+ Ek Madde (Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmiştir)
|
1
|
1971
|
3)
1444
|
Ek Madde 1
|
1
|
1973
|
4)
1744
|
2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 19, 34 ve Muvakkat Madde 1
|
10
|
1975
|
5)
1906
|
6831/34;
Ek Madde 3/ A ve C Fıkraları Değişikliği, “J” fıkrası eklenmesi
|
3
|
1982
|
6)
2655
|
34
|
1
|
1983
|
7)
2896
|
1, 2, 7, 8, 9, 10, 11,
12, 13, 17, 18, 19, 21,
22, 25, 26, 27, 30, 31,
32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 57, 59, 60, 64, 66, 71, 79, 84,
91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 107, 108,
109, 112, 113, 114, 115, 116, 118; + Ek Madde 1, 2, 3, + Ek Madde 5 (Yeni); +
Geçici Madde 1-5
|
69
|
1986
|
8)
3302
|
2, 7, 8, 9, 10, 11, 52, 57,
62, Geçici Madde 2,
|
10
|
1987
|
9)
3373
|
1, 2, 6, 7, 11,
12, 17, 31, 32, 34, 52,
64, 71, 84, 116,
|
15
|
1988
|
10)
3493
|
14, 91, 92, 94, 95, 96, 97, 99, 100, 101, 102, 103, 107, 110, 111,
|
15
|
1995
|
11)
4114
|
76, 83, 105, 110
|
4
|
2000
|
12)
4569
|
+ Ek Madde
|
1
|
2000
|
13)
4570
|
34
|
1
|
2001
|
14)
4629
|
64; +
Ek Madde 3
|
2
|
Toplam 45 Yıl (Değişim: 2,97 / Yıl) Madde/yıl
|
134
|
||
2003
|
15) 4915
|
77
|
1
|
2003
|
16) 4999
|
1, 2, 7, 9, 10,
11, 12, 27, 41, 42, 58,
100, 116; + Ek Madde 7 ve Ek Madde 8
|
15
|
2004
|
17) 5177
|
16,
|
1
|
2004
|
18) 5192
|
17, 71, 108; + Ek
Madde 8 ve İşlenemeyen Hüküm Geçici Madde 1
|
2
|
2004
|
19) 5218
|
110
|
1
|
2008
|
20) 5801
|
+ Ek Madde 9
|
1
|
2009
|
21) 5831
|
7, 9, 45; + Ek Madde
10,
|
4
|
2010
|
22) 5995
|
16
|
2
|
2010
|
23) 6001
|
17, Ek Madde 9,
+ Ek Madde 11; + Geçici Madde 8
|
4
|
2011
|
24) 6111
|
Ek Madde 12
|
1
|
2012
|
25) 6292
|
7, 8,
9, 10, 11, 17; + Ek Madde 9,
+Geçici Madde 9
|
8
|
2012
|
26) 6306
|
+ Ek Madde 13
|
1
|
2013
|
27) 6444
|
+ Ek Madde 11-ç
|
1
|
2014
|
28) 6527
|
11, 31-32; + Ek Madde 9
|
4
|
Toplam 12 Yıl (Değişim: 3,8 / Yıl)
|
45
|
||
GENEL
TOPLAM 56 Yıl ( Ortalama Değişim 3,2 / Yıl)
|
179
|
Şimdi söyler misiniz;
bu çizelgeye bakıp da;
“- 6831
sayılı Orman Kanunu’nun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir!”
söylemi, çok mu
abartılıdır?
Öte yandan; ben bu
bağlamda, en azından başlangıç olarak, kendi içlerinde çeşitli alt dönemlere
ayrılabilecek ikili bir dönemlendirme yapacağım:
(i)
“Darbeli”
Dönemler:
Bilirsiniz; ülkemizde
iki askersel darbe iki yeni anayasayı gündeme getirmiştir. Ne var ki, darbelerin
hem nedenlerinin hem de amaçlarının çeşitli yönlerden farklı olması,
anayasaların da farklı içerikte düzenlenmesine neden olmuş; bu kapsamda, 1961
ile 1982 Anayasalarında “ormanlarımız” ve ormancılığımızla ilgili farklı
kurallara yer verilmiştir: Öyle de olsa bu kuralların ortak sayılabilecek
(devletçilik, “ormanların” korunması) yanları vardır. Ancak zaman içinde bu
kuralları kâğıt üzerinde bırakabilecek düzenlemeler de yapılmıştır. Örneğin;
1970 yılında çıkarılan 1255 sayılı yasayla 1961 Anayasasının 131. Maddesi değiştirilirken,
1982 Anayasasında 169 ile 170. Maddeler düzenlenirken, deyim yerindeyse, “kaş
yaparken göz çıkarma” olarak da değerlendirilebilecek yeni kurallara yer
verilmiştir. Böyleyken 1961 Anayasasının 131. Maddesi, değiştirilinceye değin
6831 sayılı yasaya hiç dokunulamamış, ancak, bu doğrultuda çeşitli girişimlerde
bulunulmuştur. 131. Madde değiştirildikten sonra ise, Çizelge 1’de görüldüğü
gibi, 1973’de (1744), 1975 (1906) ve 1982 yılında (2655) önemli değişiklikler yapılmıştır.
Bu değişikliklere karşın 131. Maddenin “ormanların” korunmasına, daha sonra da
“orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın kalkındırılmasına yönelik duyarlılık sürdürülmüştür.
Oysa, bu duyarlılık, 1982 Anayasasının 169. Maddesinde ikincilleşmiş; bir yandan
hem 169 hem de 170. maddelerinde “devlet ormanı” sayılan yerlerin
daraltılmasına yol açabilecek yeni kurallara yer verilmiş bir yandan da 1961
Anayasasının 131. maddesinde 1970 yılında çıkarılan 1255 sayılı yasayla yer
verilen bu doğrultudaki kuralların hem kapsamı genişletilmiş hem de amaçları
değiştirilmiştir. Öyle ki, 1982 Anayasasındaki bu kurallar, 6831 sayılı yasada çok
daha köklü değişikliklere yol açmıştır. Örneğin, 6831 sayılı yasanın;
ü 2. maddesinde yapılan değişikliğe
göre, 1982 Anayasasının 169 ve 170. maddelerindeki kurallar gereği “orman” sayılmayabilecek yerler yalnızca
“devlet eliyle ihya edilerek kısmen veya
tamamen orman içi köyler halkının yerleştirilmesi veya bu amaçla
değerlendirilmesi maksadıyla orman sınırları dışına” çıkarılabilecektir;
ü 13. maddesinde yapılan değişikliğe
göre, “bulundukları yerde kalkındırılabileceklere” Ziraat Bankası
aracılığıyla açılabilecek kredi yerine Orman
Köyleri Kalkındırma Fonu’ndan destek sağlanabilecektir. Buna karşılık, “bulundukları yerlerde kalkındırılamayacaklar”
ise, öncelikle 6831 sayılı yasanın 2. maddesinin “A” bendindeki “orman olarak
muhafaza edilmesinde bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine
tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerlere”
taşınabilecek ve yerleştirilecektir;
ü 31, 32 ve 33. maddelerinde yapılan
değişikliklerle “orman köylülerinin”
bireysel ve ortak yapacak ve yakacak odun gereksinmesinin karşılanma olanakları
kısıtlanmıştır: Sözgelimi, maddenin sağladığı yalnızca tarife bedeli alınarak
yapılacak satışlardan ancak “mülki
hudutları içinde verimli yeterli devlet ormanı” bulunan köyler halkının
gereksinmesi görece daha düşük bedellerle karşılanabilecektir;
ü 1973 (1744), 1975 (1960) ve 1982
(2655) yıllarında değiştirilen 34. maddesinin ikinci fıkrasına göre “uygun sanayi tesisine sahip olmayan” ve
“uygun sanayi tesisine sahip olmasına
karşın” söz konusu hakkı para olarak almak isteyen “orman köyü kalkındırma kooperatifleri” yine “vahidi fiyatla” kesip satış istif yerlerine taşıdıkları yapacak
odunların % 25’ine kadarı için ek ödemelerden yararlanabilecektir;
ü 40. maddesin yapılan değişikliğe göre
ormancılık işleri, “hangi mülki hudut ve
orman teşkilatı sınırları içerisinde kaldığına bakılmaksızın”, öncelikle
“işyerindeki ve civarındaki orman köylerini
kalkındırma kooperatiflerine…orman işlerinde çalışan köylülere”
yaptırılabilecektir.
Kısacası, dönemin ormancı
teknokratları, teknokratlıklarının gereğini yaparak 6831 sayılı yasada uygun ya
da zorunlu yahut yararlı gördükleri düzenlemeleri, Cuntanın da desteğiyle
kolaylıkla gerçekleştirebilmiştir
(ii)
“Çok Partili”
Dönemler:
Sınıflı toplumlarda,
deyim yerindeyse, “aynı telden çalan” siyasal parti sayısının birden fazla
olmasına ne denli “çok partili” denebilir, bilmiyorum doğrusu. Madem ki, öyle
deniyor, ben de yalnızca bu bağlamda “çok partili” diyeceğim: Ülkemizde, “çok
partili dönem” de kendi içinde “ormanlarımız” ve ormancılığımızda olup
bitenler, 6831 sayılı yasanın başına, dolayısıyla “ormanlarımızın” ve
ormancılığımızın başına gelenler yönünden çeşitli alt dönemlere ayrılabilir: Bu
bağlamda ikili bir alt dönemlendirme yapacağım*. Baştan söyleyeyim;
bu iki alt dönemde 6831 sayılı yasanın
başına gelenler, deyim yerindeyse, “pişmiş tavuğun başına gelmemiştir”. Ek
olarak; bir adım daha atıp sorayım: Peki, neden; bir fikri olan var mı acaba?
·
Demirel’li AP
Dönemleri:
Özellikle ormancılık
dışı kamuoyu çoğunlukla bilmez; ülkemizde “devlet ormanı” sayılan yerler ile
devlet ormancılığı düzeni, hemen hemen tüm siyasal iktidarların, deyim
yerindeyse, öncelikle “ele geçirmek” istedikleri bir alan olmuştur. Ancak,
toprağı bol olsun, Süleyman Demirel’i bu yönelim içinde olanlar arasında, “en
birinci” saymak gerekir. Demire’i Demirel, dolayısıyla uzunca bir dönem iktidar
yapan yönelimlerinden birisi de “ormanlarımıza”, ormancılığımıza, özellikle de “orman
köylüsü” sayılanlara yaklaşımları ve uygulamalarıdır. Örneğin, Adalet Partisi (AP) yerel seçimler öncesinde, Nisan 1963’te, “Arazi Sınıflandırma ve Arazi Kullanma Kabiliyeti
Haritaları Yapılıncaya Kadar Mevcut Orman İhtilaflarının Duracağına, Orman
Kadastro Komisyonlarının Çalışmalarına ve Bünyesine Dair Kanun Teklifi”ni
gündeme getirmiştir. Yasa önerisinin 1.
maddesinde;
“…arazi sınıflandırılması yapılıncaya kadar bir yerin orman sayılıp
sayılmaması konusundaki ihtilaflardan doğan bütün soruşturmalar durur, açılmış
iptal ve ceza davaları takip edilmez ve para cezaları tahsil edilmez.”
ve 2.
maddesinde ise;
“Arazi sınıflandırılması ve kullanma
kabiliyet haritaları yapılmayan yerlerde orman tahdit komisyonları çalışamaz.”
ilkesine yer verilmiştir. Öte yandan, yasa önerisinin özellikle 3.
maddesinde;
“Orman
sınırlandırılması yapılan ve 6831 sayılı kanunun geçici birinci maddesiyle
orman sayılan yerlerin hakikaten orman alanları içinde olup olmadıklarının
belirlenmesi, o yerlerin sahipler veya elinde bulunduranlar tarafından yeniden
orman sınırlandırılması talebinde bulunabilir.”
ilkesine
de yer verilmesi, AP’nin gerçekte neyi amaçladığını açıklıkla ortaya koyuyor.
Siyasal
tabanı ağırlıkla her sınıf ve katmandan köylüler olan AP’nin bu yaklaşımları
yadırganamaz kuşkusuz. Ancak, belirtmem gerekir; iktidardaki CHP de, AP’yle
yarışırcasına benzer çabalara girmiştir. Örneğin aynı yılın sonunda Orman Genel
Müdürlüğü’nde (OGM) “Orman Kanuna Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun” tasarısı hazırlanmış; 1964 yılı ortalarında
da Devlet Ormanları İçindeki Arazinin ve
Yerleşmelerin Fiili Durumlarının Belirtilmesine Dair Talimatname çıkarılmıştır.
1965 yılı ortalarında, başka bir söyleyişle, genel seçimlerden yaklaşık üç ay
önce çıkarılan ve 6831 sayılı yasaya 6. ek madde getiren 663 sayılı yasanın 1.
maddesinin birinci fıkrasıyla siyasal iktidarların;
“15.6.1961 tarihinden önce fiilen, ilmen ve
tamamen orman olmaktan çıkmış, orman bütünlüğünü bozmayan ve bozmayacak olan
iklim, su ve toprak rejimine zarar vermeyeceği anlaşılan ve toprak sınıfı ve
kullanma kabiliyeti bakımından daha verimli kültür arazisine kalbi uygun
bulunan yerler ile (orman içi mera, yaylak ve çayırlar hariç) şehir, kasaba ve
köy iskân topluluğu içinde kalan yerler (dağınık evler ve her çeşit yapı ve
tesisler hariç olmak üzere) Tarım Bakanlığı’nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu
kararnamesiyle orman rejimi dışına ….”
çıkarabilmesi
olanaklı kılınmıştır. Böylece, Demirel’in söylemiyle, “ikibecilik” yürüyüşü
başlatılmıştır. Ancak, düzenleme, Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasanın 37 ve
131. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Ne denli ısrarcı
olduğunu anımsarsınız; Demirel, deyim yerindeyse “kafasına koymuştur” bu
içerikte bir düzenlemenin peşini bırakmamıştır. Sözgelimi,
1967 yılında 6831 sayılı Orman Kanunu’nun değiştirilmesine yönelik;
b
6831
sayılı Orman Kanunu’nun 1 nci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı
Taslağı,
b
6831
sayılı Orman Kanunu’na Eklenen ve 4785 sayılı Kanunla Devleştirilen Ormanların
İadesini Öngören Geçici Madde Taslağı ile,
b
6831
sayılı Orman Kanunu’nun 7-12 nci Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun
Tasarısı Taslağı’nı
gündeme
getirmiştir. Sözgelimi, 6831 sayılı
Orman Kanunu’nun 1 nci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı Taslağı’nda
“orman” sayılabilecek yerler şöylece
tanımlanmıştır:
“Madde 1: Arazi kullanma kabiliyeti sınıflandırılması
esaslarına göre;
Dik ve daha fazla meyilli ve işlenmesi
mahzurlu veya su ve rüzgar erozyonuna müsait, sel teşekkülüne sebep olan arazi
ve sığ topraklı, su tutma kapasitesi düşük, kültüre ve meraya engel olacak
şekilde yaşlılık gösteren veya taşlı ve kayalı olmasından dolayı teknik ve
ekonomik bakımdan işlenmeye elverişli bulunmayan topraklarla, su muhafaza
tedbirlerinin alınmasını icap ettiren veya ekolojik karakteri bakımından başka
kültürlere müsait olmayan veya kültür bitkilerinin yetiştirilmesinde
sınırlayıcı faktörlere sahip olan ve ekonomik olarak ormandan gayri kültüre
elverişli olmayan yerler;
Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen
ağaç toplulukları yerleriyle birlikte, yanan ormanların işgal ettiği yerler,
15.10.1961 tarihinden sonra ormanlarda açılmış sahalar ve ormanlar içinde
bulunan üç hektardan küçük ziraata elverişli yerler ile elli hektara kadar olan
mera, çayır ve benzeri açıklıklar
Orman arazisi ve orman sayılır.”
Taslakta
ayrıca hukuksal olarak “orman”
sayılmayabilecek yerlere de açıklık getirilmiştir:
Böylece, hukuksal
olarak “orman” sayılabilecek olan, daha da önemlisi, daha önce “orman” sayılmış yerlerin daraltılmasına
yol açabilecek uygulamalar kolaylaştırılmış olacaktır. Ancak siyasal iktidarın
bu çabaları da başta İÜ Orman Fakültesi* olmak
üzere ormancılık kamuoyunun tepkisine yol açmıştır.
1960’lı yılların ikinci yarısında AP’nin
ormancılık alanında yapılmasını istediği yasal düzenlemelerin Anayasa nedeniyle
gerçekleştirilememesi üzerine bu kez 1961 Anayasası’nın 131. maddesinin
değiştirilmesine yönelik girişimler gündeme gelmiştir. Üstelik, AP dışındaki
siyasal oluşumlar da benzer yaklaşımlar içinde olmuş; genel seçimler öncesinde,
başta AP olmak üzere tüm siyasal partiler, farklı gerekçelerle de olsa,
kamuoyuna Anayasanın 131. maddesinin değiştirileceğine ve özellikle de “orman suçları için genel af çıkarılamaz”
kuralının kaldırılacağına ilişkin açıklamalar yapmış, yasa önerileri
hazırlamışlardır. Sonunda, daha önce de belirttiğim gibi, 1970 yılında, TBMM’de
grupları bulunan tüm partilerden milletvekillerinin olurlamasıyla çıkarılan
1255 sayılı yasayla Anayasanın 131. maddesi değiştirilmiştir. Başlığı da “Ormanların ve Orman Köylüsünün Korunması,
Ormanların Geliştirilmesi” biçimde yeniden düzenlenen maddede yapılan
değişiklikler şöylece özetlenebilir:
ü
“Ormanların korunması
bakımından ormanın gözetilmesinde ve işletilmesinde” devletin ormanların içinde
veya hemen yakınında oturan halkla işbirliği yapma zorunluluğu ve olanağı
getirilmiştir.
ü
“Anayasanın yürürlüğe
girdiği tarihten önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak
kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvalık, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında
ve hayvancılıkta kullanılmasında yarar bulunan topraklarla şehir, kasaba ve köy
yapılarının toplu olarak bulunduğu” yerlerin “orman” sayılmaması sağlanmıştır.
Böylece, orman ekosistemlerinin Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce yok
edilmiş suç sayılmaktan çıkarılmış, dahası, bu gibi yerlerin tarla, bağ,
meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarına, otlaklara, yapıların toplu
olarak bulunduğu yerleşim yerlerine dönüştürülmesine anayasal dayanak sağlanmıştır.
ü
“Yanan ormanların
yerinde yeni ormanların yetiştirilmesi ve bu yerlerde başka çeşit tarım ve
hayvancılık yapılmaması” koşulu getirilmiştir.
ü
“Orman suçları için
genel af çıkarılamaz” kuralı maddeden çıkarılmıştır..
Anayasanın 131. maddesinde yapılan bu değişiklik, 6831 sayılı
Orman Kanunu’nda da değişikliklerin yapılmasını gerekli kılmıştır. 1973 yılında
erken genel, seçimlere üç ay kala çıkarılan 1744 sayılı yasayla 6831 sayılı
yasada kolaylıkla yapılabilen değişiklikler söz konusu anayasal gereğin yerine
getirilmesiyle sınırlı olmamış, AP’nin 1960’lı yılların ikinci yarısında
gündeme getirdiği ancak gerçekleştiremediği düzenlemeleri de kapsamıştır.
1744 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın on maddesi değiştirilmiş
ve üç de ek madde getirilmiştir. Böylece, temel nitelikte dört alanda son
derece uygulamalara yasal dayanak sağlanmıştır:
ü Sonraki
yıllarda “İkiBe” diye ünlenen uygulamalarla daha önce hukuksal olarak “orman” sayılmış
yerlerin, belirli özellikleri taşıması durumunda hukuksal olarak “orman”
sayılmaması, bu yolla “ormanların” daraltılabilmesi olanaklı kılınmıştır.
ü Ağaç
kesme, tomruklama ve taşıma işlerinde “vahidi fiyat” olarak anılan beden ödeme
düzeniyle çalışan “orman köylülerine” öteden beri sağlanan ayrıcalıklı hakların
kapsamı genişletilmiştir. Bu değişikliklerle
“sınırları içinde devlet ormanı bulunan
köy ve kasaba halkına” “vahidi fiyat”
olarak adlandırılan bedel ödeme biçimiyle ağaç kesip;
o
orman içindeki istif yerlerine taşıdıkları kerestelik tomrukların
10 m³’ü geçmeyen % 25’inin kesme ve
taşıma istihkak tutarlarının % 30 fazla olarak ödenmesi;
o
devlet orman işletmelerinin satış depolarındaki istif yerlerine
taşıdıkları kerestelik tomrukların 10 m³’ü geçmeyen % 25’ine kadarı için işletmenin bir yıl önceki
maliyet bedeli ile açık artırmalı satış genel ortalaması arasındaki farkın
ödenmesi,
o
yakacak odun, odun kömürü ile el zanaatlarında ve ambalaj
yapımında kullanılabilecek sanayi odunlarının % 60’ını maliyet bedeliyle satın
alabilmesi
olanakları getirilmiştir.
ü Yasaya
getirilen “Ek Madde 3”yle “Devlet
ormanları içinde veya bitişiğinde oturan halkın kalkındırılmasına katkıda
bulunmak amacıyla Orman Bakanlığı emrinde bir Fon” oluşturulmuştur.
ü Ek Madde
4’le orman ekosistemi oluşturmak amacıyla kullanılmak üzere özel mülkiyetteki
tarım arazilerinin satın alınması için Orman Bakanlığı’nın bütçesine her yıl “on milyon liradan az olmamak koşuluyla”
bir ödenek konulması sağlanmıştır.
ü Geçici Madde
6’yla da kendi ve/veya devlet arazisinde yarım hektardan fazla ağaçlandırma
yapacaklara açılacak kuruluş kredisi için konulacak ödenek 2,5 milyon liradan 5
milyon liraya çıkarılmıştır.
Bu noktada, 1744 sayılı yasanın yeni boyutlar ve hız kazandırılan
“İkiBe” uygulamaları sonuçlarını anımsamakta yarar var. 2003 yılı başına değin bu
doğrultudaki çalışmalarla, önceleri “orman” iken artık bu özelliğini yitirdiği
saptamasıyla artık “orman” sayılmayan
arazilerin kullanım biçimlerine dağılımı Çizege 2’de sergilenmiştir:
Çizelge 2: “İkiBe Arazilerinin” Kullanım
Biçimlerine Dağılımı
“2B Arazilerinin” Konumu ve Kullanım
Biçimleri
|
Genişlik
|
||
Hektar
|
%
|
||
1)Yerleşim Yeri
|
Köy
|
7 035
|
1,5
|
Belde
|
8 514
|
1,8
|
|
İlçe
|
6 624
|
1,4
|
|
TOPLAM
|
22 173
|
4,7
|
|
2) Tarım Alanı
|
Sera
|
2 365
|
0,5
|
Narenciye
|
8 041
|
1,7
|
|
Zeytinlik, Fındıklık, Bağ, Bahçe
|
111 115
|
23,5
|
|
Otlak, Yaylak Kışlak
|
35 419
|
7,5
|
|
TOPLAM
|
156 940
|
33,2
|
|
3) Başka
|
294 309
|
62,2
|
|
GENEL
TOPLAM
|
473
422
|
100,0
|
Kaynak: Halit Demir; “2/B
-Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Araziler Sorunu Bu Arazilerle İlgili Olarak
27.Ocak.2009 Tarihinde Yürürlüğe Giren 5831 Sayılı Kanunla Yapılan
Değişiklikler Hakkında Görüş ve Öneriler” konulu sunumu, 13 Mart 2009, TBMM. Ankara
Öte yandan; 1744 sayılı yasayla yapılan bu değişikler “orman
köylüsü sevdalısı” (!) Demirel’e yeterli gelmemiş olacak ki, 1975 yılında bir
de 1906 sayılı 6831
Sayılı Orman Kanununun 20.8.1973 Tarih ve
1744 Sayılı Kanunla Değişik 34’ncü Maddesi ile Ek 3 ncü Maddesinin
Değiştirilmesine Dair Kanun’u gündeme getirmiştir. Daha önce de söylemiştim, anımsarsınız;
6831 sayılı yasanın 34. Maddesi, ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerini yapmayı
“vahidi fiyatla” üstlenen “orman köylüsü” sayılanlar ile “orman köylerini
kalkınma kooperatiflerine çeşitli haklar sağlar. 1744 sayılı yasayla artırılan
bu hakların kapsamı, 1906 sayılı yasayla daha da genişletilmiştir. Bu değişiklikle, sözgelimi;
ü “sınırları içinde devlet ormanı bulunan köy
ve kasaba halkına” sağlanan kimi haklardan “orman köylerini kalkındırma kooperatiflerinin” de yararlandırılması,
ü söz konusu
halka ve kooperatiflere “vahidi fiyatla”
kesip satış istif yerlerine taşıdıkları sanayi odunlarından maliyet bedeliyle
ve artırmasız olarak verilecek miktarın % 60’tan % 100’çıkarılması,
ü “sınırları içinde devlet ormanı bulunan
köyler halkının çoğunluğu tarafından kurulan orman köylerini kalkındırma
kooperatiflerine” de, kesip satış istif yerlerine taşıdıkları kerestelik
tomrukların % 25’ine ve öteki ürünlerin ise % 100’üne kadarının maliyet bedeliyle
ve arttırmasız olarak verilebilmesi
sağlanmıştır.
·
Recep Tayyip Erdoğan’lı
AKP Dönemleri:
2011 yılında “bir
gece ansızın” çıkarılan otuzbeş kanun hükmünde kararnameyle (KHK) kamu yönetimi
alt üst edildiğinde TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası’nın düzenlediği konuyla
ilgili bir açık oturumda ben de “konuşmacıydım” (?) Konuşmamda, Recep Tayyip
Erdoğan’ın (RTE) önderliğindeki AKP’nin sıradan bir siyasal hareket olarak
görülmemesini gerektiğini ısrarla vurgulamış; gerekçelerini de açıklamaya
çalışmıştım. Ne ki, hemen hemen hiç önemsenmemiş; birkaç dinleyici de
abarttığımı öne sürmüştü. Sanırım ve de ne yazık ki, yaşadıklarımız haklılığımı
ortaya koydu, koyuyor; yine ne yazık ki, bundan sonra da çok daha kaygı verici
biçimde ortaya koyacak. Bunu söylüyorum çünkü, kendi uğraşı alanımdaki
gelişmeleri ülkemizde ve dünyada öteki alanlardaki gelişmelerden soyutlamama
“huyum” var; bu nedenle de elimden geldiğince “tek ağacı gözlemekten ormanı
gözden kaçırmamaya” çalışıyorum. Sözgelimi, hep söyledim, yine de söyleyeceğim:
2000’li yıllarda “ormanlarımız” ile ormancılığımızda yaşananlar, pek ayırdında
olunmasa da, AKP’nin ülkemizdeki kolaycı kapitalist sermaye birikimine,
dolayısıyla talan temelli ekonomi politikalarının öne çıktığı bir alan da “ormanlarımız”
ile ormancılığımız olmuştur*. Daha açık söylersem;
AKP de Demirel gibi “orman” ve ormancılık “tutkunu” (!) olmuştur ama amacı,
yanı sıra, yöntemi farklı olmuştur:
ü Demirel hükümetleri
dönemlerinde, ormancılığa daha çok “orman köylüsü” popülizmiyle yaklaşılmış;
hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerden ve devlet ormancılığı düzeninden
“orman köylülerinin kalkındırılması” amacıyla yararlanılmasına yönelik
düzenleme ve uygulamalar yapılmıştır. Bu yönelimden yoksul köylülerin daha çok
yararlandırıldığını söyleyebilirim.
ü Erdoğan hükümetleri
dönemlerinde ise, “devlet ormanı” sayılan yerlerden, başta turizm, madencilik
ve enerji olmak üzere daha çok ormancılık dışı amaçlarla yararlanılmasına
yönelik düzenleme ve uygulamalar öne geçmiştir. Dikkat edilirse, bu yatırım
alanlarında temel girdilerden birisi arazidir. Siyasal iktidar, bu girdinin
özellikle de, “devlet ormanı” sayılan yerler başta olmak üzere her türlü kamu
arazisinden sağlanmasına öncelik ve ağırlık vermiş; “orman köylüsü” sayılanlara
yaklaşımını ise neredeyse tümüyle yoksamış; ulufe ya da sadaka verircesine rastgele
dağıttığı bağış ve kredilere indirgemiştir. 2000’li yıllarda 6831 sayılı yasada
yapılan değişiklikler hemen hemen tümüyle bu doğrultuda olmuştur.
İnanmazsanız, Çizelge
1’e bir kez daha bakıp, 6831 sayılı yasanın, sözgelimi, 2003-2014 döneminde kaç
kez değiştirildiğine dikkat edin ama bununla da yetinmeyin bence: Bu değişikliklerle
neler yapıldığını bir irdeleyin. Ancak, çokça yapıldığı gibi, “şeytan taşlamak”
ya da “gölge boksu yapmak” gibi “ne suya ne sabuna dokunan” vıdı vıdılardan
kaçının. Biliyorsunuz sanırım; böylesi irdelemeleri aklım yettiğince yapmaya,
çoğunu da sizlerle paylaşmaya çalıştım. Ama en iyisi, bu irdelemeyi, gerekirse
Çizelge 1’den de yararlanarak sizlerin de yapmasıdır. Ben böylesi bir uğraşa
gireceklere yardımcı olabilir düşüncesiyle AKP’nin yalnızca 6831 sayılı yasanın
“başına ördüğü çorapların” başlıcalarını sergilemekle yetineceğim.
ü 2003 yılında çıkarılan 4999 sayılı yasanın 8. maddesiyle 6831
sayılı yasaya Ek Madde 8 getirilmiş, maddede;
“Milli
Parklar Kanununa tâbi alanlarda bulunan yerler ile bu yerler üzerindeki yapı ve
tesisler, yirmidokuz yıla kadar kiraya verilebilir. Ancak, kiracının Çevre ve
Orman Bakanlığınca belirlenen yerlerde, kiralanan alan miktarının 5 (Beş) katı
kadar ağaçlandırma yapması zorunludur”
kuralına yer
verilmiştir. Böylece, 2873 sayılı yasanın 2. maddesinin “d” bendinde yalnızca bilimsel araştırma ve eğitim yapılması
olanaklı olan “tabiatı koruma alanları”
da yapılaşmaya açılarak iki yasa arasında çelişki bir durum yaratılmıştır.
Ancak, 2004 yılında çıkarılan 5192 sayılı yasayla madde yeniden düzenlenerek
sözkonusu uygulama yalnızca milli parklarla sınırlandırmıştır.
ü
2004 yılında çıkarılan 5177 sayılı yasanın 34. maddesiyle 6831
sayılı yasanın 16. maddesi de değiştirilerek maddenin ilk fıkrası;
“Devlet ormanları hudutları içerisinde maden
aranması ve işletilmesi, Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara
uyularak, ruhsat grubu gözetilmeksizin yapılır. … Ayrıca madencilik
faaliyetleri için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine
fon bedelleri hariç olmak üzere orman mevzuatı hükümlerine göre bedeli alınarak
izin verilir.”
biçiminde düzenlenmiştir. Düzenlemeyle “devlet ormanı” sayılan yerlerde, madencilik etkinliklerinin yanı sıra
bu etkinlikler için yapılması “zorunlu” görülen tesis, yol, enerji, haberleşme
ve alt yapı tesislerine izin verilebilmesi de olanaklı kılınmıştır. Oysa, “hükmi
şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlar” ile “özel
ormanlar” söz konusu olduğunda böyle bir “zorunluluk” durumunun aranmaması
sağlanmıştır.
Öte yandan, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 5177 sayılı yasayla
yeniden düzenlenen 7. maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi
üzerine siyasal iktidar, bu kez 2010 yılında 5995 sayılı yasayı çıkarmıştır. Bu
Yasanın 19. maddesiyle 6831 sayılı yasanın 16. maddesi yeniden düzenlenmiştir.
Yapılan düzenlemeyle;
o
“devlet ormanı” sayılan
yerlerde maden arama ve işletme etkinliklerin gerektirdiği tesislere de 6831
sayılı yasaya göre izin verilmesi,
o
maden arama ve işletme etkinliklerinin “yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları” olarak ayrılan yerlerde
de yapılabilmesi,
o
devlet ormanları sınırları içindeki tohum meşcereleri,
gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ve
korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda da Çevre ve Orman
Bakanlığı’nın izniyle maden aranabilmesi ve işletilebilmesi,
o
madencilik etkinlikleriyle doğal yapısı bozulmuş “orman” sayılan yerlerin iyileştirilmesi,
o
madencilik etkinlikleriyle açılacak çukurlara inşaat, yıkıntı ve
hafriyat atıklarıyla doldurularak ağaçlandırmaya uygun (!) duruma getirilmesi
için belediyelere bedeli karşılığında izin verilebilmesi,
o
üç ay içinde bu maddenin uygulanması için ayrı bir yönetmeliğin
hazırlanması
olanaklı ve zorunlu kılınmıştır.
ü
6831 sayılı yasanın 17. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal
edilen üçüncü ve dördüncü fıkraları 2004 yılında çıkarılan 5192 sayılı yasayla yeniden
düzenlenmiştir. Buna göre;
“…Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su,
atık su, petrol, doğalgaz, altyapı ve katı atık bertaraf tesislerinin;
sanatoryum, baraj, gölet ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor
tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları
üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde,
gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin
verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin
süresi kırkdokuz yılı geçemez.”
Maddede
yer verilen; “…Devlet ormanları üzerinde
bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde…” koşulları
söz konusu uygulamaları sınırlandırıcı bir düzenleme olarak
değerlendirilebilir. Ayrıca, bu düzenlemeye göre; “İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin
izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek
yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir.” Ancak, “devlet ormanı” sayılan yerlerden
ormancılık dışı amaçlarla yararlanılması, “kamu
yararı ve zaruret bulunması” gibi, bulunup bulunmadığının kim tarafından ve
nasıl belirlenebileceğine ilişkin nesnel ölçütleri bulunmayann bir koşula bağlanmıştır.
ü
2004 yılında çıkarılan 5192 sayılı yasayla 6831 sayılı yasaya
eklenen Ek Madde 9’da; “Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünce yapılacak spor tesislerine bu Kanunun 17 nci maddesinin
üçüncü fıkrası esaslarına göre izin verilebilir. Verilen bu izinlerden bedel
alınmaz.” kuralına yer verilmiştir.
ü 2009 yılında
çıkarılan 5831 sayılı yasayla 3402
sayılı Kadastro Kanunu’nun yanı sıra 6831 sayılı yasanın 1744 sayılı yasayla
değişik 2, 2896 ve 3302 sayılı yasalarla yeniden düzenlenen 2. maddesinin “B”
bendiyle, “orman” sayılmayan ve
çeşitli biçimlerde de kullanılan arazilerin işgalcilerince sahiplenilmesine
yönelik işlemler büyük ölçüde kolaylaştırılmıştır.
ü
2010 yılında çıkarılan 6001
sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun’la
6831 sayılı yasada da, başta 17. maddesi olmak üzere çeşitli düzenlemeler
yapılmıştır. Bu düzenlemelerle;
o
“devlet ormanı” sayılan
yerlerde verilecek izinler ile ilgili 17. madde değiştirilmiş,
o
Ek 9. Madde’ye “3202 sayılı
Köye Yönelik Hizmetler Hakkında Kanun çerçevesinde köye ve bağlı yerleşim
birimlerine yönelik yol, su, atık su, gölet, mezarlık ve altyapı hizmetlerinin
yerine getirilmesi maksadı ile verilen izinlerden bedel alınmaz” fıkrası
eklenmiş,
o
5 bentten oluşan Ek Madde 11 getirilmiş;
o
Yasada bir de Geçici Madde 8’e yer verilmiştir. Yapılan bu
düzenlemelerle
§ “devlet ormanı” sayılan yerlerde
verilebilecek izinler hem kolaylaştırılmış hem de uygulanma kapsamı
genişletilmiş;
§ kimi izinler
bedelsizleştirilmiş;
§ izin verilen
tesislerin tamamının veya bir bölümünün kiralanmasının veya özelleştirme
uygulamaları kapsamında işletme hakkı ile yap-işlet-devret modeli ile
yaptırılmasına izin verilen yerlerin üçüncü kişiye devri olanaklı kılınmış;
§ 8 Kasım 2003
tarihinden önce verilen turizm ve diğer izinlerin kesin izin haklarının devam
etmesi sağlanmış,
§ izinli saha içinde
kalmak koşuluyla mevcut tesislerde tadilat, kapasite, tür ve sınıf
değişikliğine izin verilmiş,
§ Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından verilen tadilat, kapasite, tür
ve sınıf değişikliği izinleri dâhil olmak üzere daha önce turizm amaçlı tesisler
için verilen izinler ile diğer izinlerin Orman Kanunu’nun 115. maddesine göre
irtifak hakkına dönüştürülmesi olanaklı kılınmıştır.
ü AKP,
“İkiBe arazilerini” satmak için, bağışlayın lütfen, deyim yerindeyse
“yırtındığı” yasal düzenlemeyi, 6292
sayılı Orman
Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin
Satışı Hakkında Kanununu 2012
yılında çıkarttırarak büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Ancak, aklı başında
oldukları sanılanların bile akıl almaz bir dar görüşlülükle “2B Kanunu” olarak
andıkları bu düzenlemeyle “İkiBe arazilerinin” satışından çok daha önemli
düzenlemeler yapılmıştır*. Çıkarıldıktan sonra kısa aralıklarla dört kez (2013/6412; 2013/6444, 2014/ +Geçici Madde 2; 2014/ +Geçici Madde 3) değiştirilen 6292 sayılı yasayla;
o
6831 sayılı yasanın 7-12 ve 17, maddeleri
değiştirilmiş;
o
Ek Madde 9’a yeni fıkralar eklenmiş;
o
Geçici Madde 9 getirilmiştir.
Böylece, “orman” sayılabilecek yerlerin sınırlandırılması ve
kadastrosu işlemler kolaylaştırılmış; “devlet ormanı” sayılan yerlerin
ormancılık dışı amaçlarla kullanım olanakları artırılmıştır. Sözgelimi; Ek Madde
9’a;
“Gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri ya da
vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları hariç olmak üzere;
yükseköğretim kurumlarına eğitim ve araştırma maksatlı tesisler yapılması için
bu Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrası esaslarına göre orman sayılan
alanlardan bedelli izin verilebilir. Ayrıca, izin verilen bu alan içinde izin
sahibi yükseköğretim kurumuna veya Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel
Müdürlüğüne yurt yapılması maksadıyla bedelli izin verilebilir.”
fıkrası
eklenmiştir. Ek olarak; getirilen Geçici Madde 9’la;
“Tapuda kişiler adına kayıtlı iken, orman
sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapuları iptal edilen yerler üzerinde
bulunan ve 31/12/2011 tarihinden önce müsaderesine karar verilen ve Orman Genel
Müdürlüğü sabit kıymetlerine alınan tesislerden 29/6/1956 tarihli ve 6762
sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamındaki fabrika veya ticarethane niteliğindeki
tesisler öncelikle kullanıcılarına olmak üzere yirmi dokuz yıla kadar kiraya
verilebilir.”
Bu noktada; “- İyi
de bu düzenlemelerle ‘orman köylüsü’ sayılanların kalkındırılması ile ne
ilişkisi var?” sorusu akla gelmez mi; benim aklıma geliyor doğrusu. Başka,
başka kimlerin aklına geliyor, bilmiyorum; sözgelimi Ana Muhalefet Partisi’nin
ya da kendisini “orman köylüsünün örgütü” olarak tanıtan Türkiye Ormancılık
Kooperatifleri Merkez Birliği (ORKOOP) ile üyesi İl Birlikleri ve
kooperatiflerin mi; çiftçi “sendikalarının” mı; kimlerin?
***
“Sonsöz” yerine birkaç
öneride bulunsam…
Kimseler dikkate alır mı dersiniz? Buraya değin
sabırla okuyabilmiş okurların kimileri, büyük bir olasılıkla; ”- Bu koşullarda mı?” diyecektir. Doğrusu,
haksız da sayılmazlar. Ancak, bilenler bilir; ben aklımın, birikimimin
elverdiğince yalnızca “durum saptaması yapmakla” özen gösteririm. Bu kez da
öyle yapacak; deyim yerindeyse. “olmayacak duaya amin” demek gibi olsa “naçizane”
önerilerimi tartışmaya açacağım. Ama önce birkaç saptama:
ü Orman ekosistemleri kamusal varlıklardır; dolayısıyla, en geniş anlamıyla
kamusal yararı gözetilecek biçimde yönetilmesi, yerine getirilmesi
kaçınılamayacak bir gerekliliktir.
ü Orman ekosistemlerin kamusal varlıklar olması, ormancılık etkinliklerinin
kamu hizmeti olarak tasarlanmasını, planlanmasını ve yürütülmesini zorunlu kılıyor!
ü Kamu hizmetleri, göreceli olarak en etkin biçimde demokratik kamu
yönetimleri tarafından görülebilir!
ü Ülkemizde hukuksal olarak “orman” sayılan yerler, kural olarak ve
yalnızca üzerinde “doğal olarak oluşmuş
ya da emekle oluşturulmuş”, hukuksal olarak da “orman ekosistemi” sayılabilecek
nitelikte ağaç ve ağaççık topluluklarının bulunduğu yerlerdir. Başka bir
söyleyişle; ülkemizde hukuksal olarak “orman” sayılan yerler, genel olarak
arazi temelli planlamalar sonucu ekolojik, toplumsal, kültürel ve ekonomik
gerekçelerle “orman” olması, ormancılık yapılması gereken yerler olarak
belirlenmemiştir. Bu, günümüzde bile giderilmesi zorunlu olan bir
yoksunluktur!.
ü Ülkemizde hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerin tümüne yakın bir
kısmının devlet mülkiyetinde bulunması; bugüne değin ormancılık alanında
gerçekleştirilen her türlü alt yapının (araştırma, tesis, yol, bina, vb) devlet
tarafından ve ağırlıkla da “ormanların” işletilmesinden sağlanan gelirlerle
gerçekleştirilmiş, yanı sıra, ormancılıkta yaşamsal önem taşıyan bilgi ve
deneyim birikiminin yeterli düzeyde olması
ise “ormanlarımızın” yönetimini üstlenecek demokratik kamu
yönetimlerinin etkinliklerini büyük ölçüde kolaylaştırabilir!
ü Yurttaşlarımızın “ormanlarımıza” ve ormancılığımıza yönelik duyarlılık düzeyi
giderek yükseliyor; ormancılık hizmetlerinden beklentileri hızla değişiyor!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, dolayısıyla da bu yasa uyarınca çıkarılan
yönetmelik, genelge ve yönergelerin bütünlüğü bozulmuş; tutarlılığı kalmamıştır;
çok daha önemlisi, 6831 sayılı yasanın nasıl bir ormancılık politikasının
uygulama aracı olduğu artık tümüyle belirsizleşmiştir!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu ormancılık politikaların, stratejilerinin
tasarlanması, planlanması, bu doğrultuda uygulanacak eylemlerin planlanması ve
yürütülmesi sırasında gözetilecek ormancılık ilkelerinden yoksundur!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu’nun “ne kanunu olduğu”; daha açık bir söyleyişle
“orman kanunu” mu yoksa “ormancılık kanunu” mu olduğu belirsizdir! Bu
belirsizlik nedeniyle, “orman” sayılan yerlerin yönetiminde yaşamsal önemde
sorunlar yaşanıyor! Başta 2873 sayılı Milli Parklar, 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve
Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu ile 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun olmak
üzere “ormanlar” ve ormancılıkla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili ancak
birbirleriyle bağdaştırılabilmesi güç çok sayıda hukuksal düzenlemenin
bulunması, bu gerçeğin açık kanıtıdır!
Bu nedenlerledir ki, 6831 sayılı Orman Kanunu her
türlü kaytarmacılıklara, aşma çabalarına, yanlış ya da farklı, daha kötüsü,
keyfi yorumlara, dolayısıyla “ormanlarımıza”, yanı sıra, “devlet ormancılığı
düzenine zarar verebilecek uygulamalara hukuksal dayanak sağlıyor. Örneğin; 57.
Maddesi ve bu maddenin uygulanmasını düzenleyen Yönetmelik bile tek başına bu
gerçeği açıklıkla ortaya koyuyor. Bu gerçekten hareketle, öneriyorum ki;
ü yukarıdaki başlıcalarını sergiledim saptamalar göz önünde bulundurularak,
bütüncül, tutarlı, çok boyutlu bir yaklaşımla hazırlanacak Ormancılık
Kanunu çıkarılmalıdır!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu, yürürlükten kaldırılmalıdır !
***
“- Peki, nasıl
bir Ormancılık Kanunu?” derseniz; onu da akıl ve beden
sağlığım elverirse başka bir “…Sessiz Tartışmalar”da tartışmaya çalışırım
Öte yandan; böyle bir öneride bulunmamı “olmayacak
duaya amin” vb bir yargıyla değerlendiriyor da olabilirsiniz kuşkusuz; saygı
duyarım. Ancak saygı duymakla yetinmem; öyle değerlendiriyorsanız eğer, sizin
görüşlerinizi öğrenmek, dahası, tartışmak da isterim. Evet, yanıtlanmasını
önerdiğim sorular “çok basit” çünkü:
·
6831 sayılı Orman Kanunu altmış yıl boyunca
“ormanlarımıza” ve ormancılığımıza neler getirdi; “ormanlarımızdan” ve
ormancılığımızdan neler götürdü?
·
N’olcek şu 6831 sayılı Orman Kanunu’na?
***
Biliyorsunuz; yalnızca önerenin değil soranın da “bir
yüzü kara…”
* Anımsıyorsunuzdur, hep
söylüyorum çünkü: Ülkemizde “orman” denilince akla yalnızca orman ekosistemleri
gelmemelidir; herhangi bir yer üzerinde orman ekosistemi yoktur, ancak,
“ormancılık” amacıyla kullanılmak üzere hukuksal olarak “orman” sayılabilir.
Tersi de olasıdır: Herhangi bir arazinin üzerinde ekolojik olarak orman ekosistemi sayılabilecek ağaç ve
ağaççık topluluğu bulunabilir ama hukuksal olarak yapılan tanımın gereklerine sahip değildir;
dolayısıyla da hukuksal olarak “orman” sayılmayabilir. Bu ayrım yapılmadığında tartışmaların eksik,
daha da önemlisi, yanlış vargılara yol açabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle,
ben bu tartışmada da, “hukuksal olarak
‘orman’ sayılan/sayılmayan” yerler ile “orman ekosistemleri “ayrımını yapıyor;
bu ayrımı yapmadığım durumlarda ise “orman” ya da “ormanlar” söylemini
kullanıyorum.
* Bu
bağlamda yapacağım anımsatmaları, kolaya kaçıp Türkiye Ormancılık Tarihi başlıklı çalışmamın 106-111.
sayfalarından özetledim; gözünü seveyim “kes-yapıştır tekniğinin”☻ (Söylemek
gibi olmasın; kitap, ODTÜ Geliştirme
Vakfı Yayıncılık ve İletişim AŞ
tarafından 2012 yılında yayımlanmıştır.)
* Bu noktada, Yasanın konuyla ilgili 40.
maddesinde; “Yapılacak işin civar
köylülerin işgücünün kafi gelmemesi veya işe ehil olmamaları veya fahiş fiyat
istemeleri gibi hallerde bu işler taahhüt yoluyla da yaptırılabilir.”
yaptırımına yer verildiğinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir.
* Bu zorluğuna karşın Orman Genel Müdürlüğü tarafından yalnızca
4264 köyde bir araştırma yapılabilmiştir. Bu araştırmanın bulgularına göre 4264
köyün 1184’ünün “bulundukları yerde
kalkındırılamayacağı” saptanmıştır (Türkiye’de
Ormancılık Problemleri ve Hal Çareleri, (Çoğaltma), Orman Genel Müdürlüğü,
Ankara, 1961). Ayrıca Fritz Baade, bu araştırmanın bulgularından hareketle şu
tezleri öne sürebilmiştir: “…var olan
orman köylüsü nüfusun % 20’si (bu, 300 bin aile birliğinde yaklaşık iki milyon
nüfustur.) ormanlara yapılan baskıyı hafifletmek amacıyla imkân olduğu kadar
kısa zamanda başka yerlere aktarılarak yerleştirilmelidir.” (FAO Türkiye Raporu, (Prof. Dr. Fritz
Baade Başkanlığındaki FAO Kurulunun Hazırladığı Rapor), Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankası 100. Yıl Dönümü Yayını, Ankara,
1962).
* Anımsıyorsunuzdur;
1961 Anayasasının kabul edilmesini izleyen ilk yıllarda, saygıyla anıyorum, İsmet İnönü’nün Başkanlığında üç
hükümet (26, 27 ve 28. Hükümetler) kurulmuştur. Bu hükümetler döneminde
girişimde bulunulmuş ancak ne Anayasada
ne de 6831 sayılı yasada bir değişiklik yapılmıştır. Bu arada, Bülent Ecevit’in
Başbakanlığında oluşturulan 40 (21/06/(1977-21/07/1977)
ile 42. (05/01/1978-12/11/1979) ve 56 (11/01/1999-28/05/1999) ile 57. (/05/1999-19/11/2002) hükümetler
dönemlerinde de 6831 sayılı yasanın değiştirilmesine yönelik bir girişim
gündeme gelmemiştir. Buna karşılık, 40 ve 42. Dönemlerde, ormancılık
politikalarının özellikle “orman köylüleri” boyutunda son derece köklü
değişiklikler olmuştur. Başka bir söyleyişle; 1975 yılında Demirel’in Başbakanlığında
kurulan 39. Hükümet döneminde çıkarılan 1906 sayılı yasanın sağladığı
olanakları daha çok bu hükümetler döneminde kullanılmıştır.
* İÜ Orman
Fakültesi, bir zamanlar böylesine duyarlıydı işte. Orman fakültelerinin sayısı
şimdilerde onbire ulaştı; hiç seslerini duyuyor musunuz ?Ne diyeyim; “geçmiş
zaman olur ki hayali cihan değer.”
* Bir kez daha belirteceğim, üzerine alınan
alınsın: “Ormanlarımızın” ve devlet ormancılığı düzeninin sermayeye daha çok
açılmasına yönelik düzenleme ve uygulamalar, temelde, egemen sınıfların baskısı
ve yönlendirmesiyle olmamıştır: Süreç, deyim yerindeyse, “kraldan çok kralcı”
kesilen uyanık ama işbilmez yandaş ormancı bürokratlarla çabalarıyla
başlatılmış ve sürdürülmüştür. Ne var
ki, “topal eşeğiyle kervana katılmaya”
çalışan bu bürokratların özelleştirmeye çalıştıkları ormancılık alanlarını ilk kapışanlar, en azından başlangıçta, “solcu” eskisi emekli
ormancı teknokratlar olmuştur. Geçmişin anlı şanlı , direngen TMMOB Orman
Mühendisleri Odası, Türkiye Ormancı Derneği vb meslek örgütleri ise bu süreci
bir süre “mahcup” bir tutumla izlemiş; sonraları ise bu sürecin bilerek ya da bilmeyerek destekçisi olabilmiş; dahası, bu süreçten
yararlanmaya bile kalkışmıştır.
* Yeri gelmişken bir kez daha belirtmeden geçemeyeceğim: çoğu işbilmez,
6292 sayılı yasaya, akıl almaz bir
indirgemecilikle “İkiBe Yasası” diyor; çok yanlış ! 6292 sayılı yasa, 6831 sayılı yasanın “İkiBe”sinden çok daha yıkıcı sonuçlar
verebilecek olan “İkiAa”sının uygulamasının da Anayasaya aykırı olarak
yapılmasını da düzenliyor. Belirtmekten
usandım artık; böylece, Anayasanın
özellikle 170. Maddesine aykırılığı
pekiştiriliyor. “İkiBe arazilerinin”
işgalcilerine, kullanıcılarına, dolaylı yoldan da büyük inşaat şirketlerine satılması, sözün gelişi “bir
dert” ise “İkiAa” uygulaması “ben diyeyim onbin, siz deyin yüzbin” dert
olacaktır. Ek olarak; görünüşe bakılırsa, yine benden başka kimseler dert
edinmiyor: 6291 sayılı yasayla devlet mülkiyetindeki tarım arazileri de
satılıyor. Bilmeyenler için söylüyorum: Bu denli yalın bir gerçeği öğrenin
artık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder