28 Temmuz 2016 Perşembe

Ormancılıkta Sessiz Tartışmalar Doç.Dr.Yücel ÇAĞLAR

"PİŞMİŞ TAVUK"  ile 6831 SAYILI ORMAN KANUNU

Merhaba;
Bilen bilir; ülkemizde de “ormanların” bir yasası var! Ancak, durun bir dakika; gündelik dilde çokça kullanılan “orman kanunu” değil sözün ettiğim. Sözünü ettiğim ya da sözünü edeceğim “ormanlar” ile ilgili iş ve işlemleri düzenleyen 6831 sayılı Orman Kanunu’dur. Bu yıl altmışıncı yaşını da tamamladı çünkü. Hazırlandığı ve yürürlüğe konduğu dönemin toplumsal ve siyasal yapısı;  “ormanlarımızın” ve ormancılığımızın içinde bulunduğu koşullar; özellikle de hazırlanış biçimi ve içeriği göz önünde bulundurulduğunda şaşılacak denli “demokratik” olan bu yasanın getirdikleri ile götürdüklerinin, başına gelenlerin kısaca da olsa anımsanmasında yarar var bence.
Öte yandan; tümüne yakın kesimi devlet mülkiyetinde olan, ülke yüzeyinin % 27’sini oluşturduğu öne sürülen alanın, ağırlıkla da üzerindeki orman ekosistemlerinin yönetilmesini (mülkiyeti, korunması, daha “verimli” duruma getirilmesi, işletilmesi, genişletilmesi vb iş ve işlemleri) düzenleme amacının, 6831 sayılı yasayı sıradan bir yasal düzenleme olmaktan çıkardığını düşünüyorum. Altmış yıl boyunca çoğunlukla toplumsal ve siyasal amaçlarla tam yirmisekiz kez değiştirilmiş olması da bu gerçeği ortaya koyuyor kanımca. Bu nedenlerle bu yıl Nisan ayında ülkemizdeki tüm ilgili kuruluşlara bir “dilekçe” göndererek yasanın altmış yıl boyunca “ormanlarımıza” ve ormancılığımıza getiri ve götürülerinin sorgulamalarını önerdim. Ne var ki, bir kuruluş dışında bu öneri doğrultusunda herhangi bir çabaya girilmedi; girildiyse de en azından benim bilgim yok; umarım girilmiştir. Derken; “darbemsili”, “kalkışmamsılı” günler gündeme geldi; artık böylesi bir çabaya giren olur mu, kestiremiyorum. Giren olsa da olmasa da, yanı sıra, kimi okurlar “abesle iştigal saysa” ya da “kendince gündem değiştirme çabası” olarak değerlendirse de, ben tartışacağım.
Bu arada başlarken belirteyim: 6831 sayılı Orman Kanunu’nun ormancılığımıza, dolayısıyla “ormanlarımıza” yararlı olacak biçimde hazırlanması ve uygulanması için emek verenlerden, özverilere katlananlardan yitirdiklerimizi saygıyla anıyor, yaşayanlarına içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Yücel ÇAĞLAR


“Değerli Dostum, Sevgili “ Editörüm”,      Yürekli Yoldaşım İlter Ertuğrul’a tez elden esenlik dilerim.
Sevgi ve saygılarımla”
Kimi anımsatmalar…
Bilirsiniz ama yine de söyleyeceğim: Hukuksal belgeler, temelde, egemen üretim ilişkilerinin gereklerinin yerine getirilmesine yönelik iş ve işlemleri; “tarafların” bu doğrultudaki hak ve ödevlerini, sorumluluklarını, uyacağı kuralları, uymadığında uygulanacak yaptırımları belirler ve düzenler. Oysa, çoğunlukla, hukuksal düzenlemelerin, deyim yerindeyse “Tanrı kelâmı” sayılarak “herkes” için aynı (“eşit” ?) düzeyde yararlı olduğu/olacağı düşünülür; ne denli büyük bir yanılgı ! Hukuksal düzenlemeler eşitlikçi belgeler değildir; çoğunluk öyle görünür, sanılır ya da görünmesi, sanılması amaçlanır ama değildir !
Hukuksal düzenlemeler, yine deyim yerindeyse, “gökten zembille (çanta ya da torba) inen” belgeler değildir; önünde sonunda, “su başlarını tutan” yetkili kişiler tarafından hazırlanan; yine yetkili kişiler tarafından belirli süreçlerden geçirildikten sonra kararlaştırılan; çeşitli yönlerden çeşitli yönlerden eksiklik ya da yanlışlıklar da taşıyabilen belgelerdir.
Öte yandan; “gerçeğin bütün” olduğu yine çoğunlukla gözden kaçırılır ya da görmezden gelinir. Böylesi, çok daha kolaydır çünkü. Bu kolaylığı yeğleyenler; benzetme yerindeyse, - “gözleri görmezler beni bağışlasın, n’olur… -  görmezlerin fili tanımlaması deyimini çağrıştıracak parçacı çözümlemeler yapar; doğal olarak da çoğu kez yanılırlar. Her türden olayı, olguyu, oluşumu içinde bulunduğu bütünden soyutlanmadan ele alınması yöntemsel bir gerekliliktir.
Son olarak bir başka bir genelgeçer doğruyu da anımsatmamı hoşgörün: Toplumsal, kültürel, siyasal, ekonomik olayların, olgular ile oluşumların tarihsel bir yaklaşımla ele alınıp irdelenmesi ve tartışılması da yöntemsel bir gerekliliktir. Ne var ki, bu gerek yerine getirilirken de bir yanlışlık çokça yapılır: Çoğunlukla, tarihsel bir yaklaşımla değerlendirmek olaylar, olgular ile oluşumların takvimsel olarak sıralanmasına indirgenir. Bu yaklaşım doğru değildir: Tarihsel bir yaklaşımla değerlendirmek, olaylar, olgular ile oluşumların zaman içindeki değişimlerinin (ve “gelişimlerinin”) neden-sonuç ilişkisi içinde irdelenmesidir.
Hukuksal düzenlemelerin getiri ve götürüleri de ancak bu yalın gerçeklikler göz önünde bulundurularak irdelendiğinde, daha doğru değerlendirilebilir.
6831 sayılı Orman Kanunu, bilebildiğim kadarıyla, bu gereklerin yerine getirildiği bir yaklaşımla hiç, haydi “hiç” demeyeyim, “gerektiğince”  irdelenmemiş, tartışılmamıştır. Bu, ormancılığımızın, giderilmesi gereken önemli bir yoksunluğudur. Üç kez anayasal düzenlemelere konu olmuş, altmış yılda tam yirmisekiz kez değiştirilmiş bir yasa bu kadarcığını hak ediyor bence.
Öncesi var…
6831 sayılı yasa, söylem yerindeyse, şimdilerde çokça örneği verilebileceği gibi, “bir gece ansızın” gündeme gelmedi kuşkusuz; uzun bir öncesi var; kısaca anımsayalım:
ü  Osmanlı döneminde halk, 19. Yüzyılın ortalarına değin Saray’ın (bu Saray, şu “Kaçak Saray” değil☻) gereksinmesi için ayrılanların dışındaki orman ekosistemlerinden hemen hemen hiçbir kısıtlamaya tutulmadan yararlanabiliyordu (Cibal-i Mübah). Kimi koşullarda, devlet (padişah) tarafından, başta vakıflar olmak üzere çeşitli kişi ve kuruluşların özel mülk gibi kullanabilecekleri orman ekosistemleri verilebiliyordu. Bunların dışında ülkede özel mülk olmuş “orman”* yoktu.
ü  1840 yılında ilk Orman Müdürlüğü’nün kurulmasıyla birlikte kimi düzenlemeler yapılmaya başlandı; ülkeye çağrılan Fransız “ormancıların” da yönlendirmesiyle hazırlanan Orman Nizamnamesi 1869 yılında çıkarıldı; çeşitli hukuksal ve kurumsal düzenlemeler yapıldı, yanı sıra, verimli orman ekosistemlerinin yerli ve yabancı girişimcilere satılmasına (kiralanmasına) başlandı.
ü  20. Yüzyılın ilk yıllarında yeni boyutlar kazanan bu çabalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında da sürdürüldü: Henüz 1920 yılında iken köy tüzel kişiliklerine “baltalık” olarak yararlanacakları orman ekosistemlerinin ayrılmasını sağlayan yasa çıkarıldı; 1937 yılında ise, “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki orman ekosistemlerinin devlet tarafından yönetilmesi (korunması, daha verimli duruma getirilmesi, genişletilmesi, işletilmesi vb) düzenini getiren 3116 sayılı Orman Kanunu’nun yürürlüğe kondu. Prusyalı “ormancı” R. Bernhard’ın hazırladığı bu yasada, hukuksal olarak “orman” sayılacak yerlerin tanımı yapıldı, yanı sıra, günümüze değin sürdürülen devletçi ormancılık ilkelerine yer verildi.
ü  “Devlet ormanı” sayılmayan ancak üzerinde orman ekosistemi sayılan ağaç ve ağaççık topluluğu bulunan her yer 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı yasayla devletleştirildi, ne var ki 1950 yılında devletleştirmelerin kapsamı daraltıldı; devletleştirilen kimi yerler ise sahiplerine geri verildi.
Kısacası; Türkiye ormancılığında, günümüzde de büyük ölçüde egemen olan devletçi yaklaşımın, bu yaklaşımın bir ürünü olan 6831 sayılı yasanın  çeşitli yönlerden önemsenmesi gereken bir tarihsel geçmişi vardır. Bu geçmişte;
ü  orman ekosistemlerinin  ekonomik, yanı sıra, toprak erozyonunun önlenmesi, toprak-su dengesinin sağlanması, iklim koşullarının iyileştirilmesi vb yararları olan “ulusal doğal kaynaklar” olduğu varsayılmış;
ü  korunmasına, yanı sıra, olabildiğince genişletilmesi, neredeyse kutsal bir amaç sayılmış;
ü  “devlet ormanı” sayılan yerlerin mülkiyetinin, kimi durumlar dışında devredilmemesi; devlet tarafından yönetilmesi gerektiği düşünülmüş;
ü   orman ekosistemlerinden olabildiğince daha büyük ekonomik yararın elde edilmesi uzunca bir dönem önde gelen bir amaç olmuş;
ü  “orman” sayılan yerlerin içinde, bitişiğinde ve yakınında yerleşik halkın çevrelerindeki orman ekosistemlerinden yararlanmasının düzenlenmesi; bu kapsamda çeşitli ayrıcalıklardan yararlandırılması zorunlu görülmüştür.
Öyle ki, bu yaklaşım uzun yıllar, sözgelimi, 1980, özellikle de 2000’li yıllara değin ormancılık politikalarının temel ilkeleri olmuştur. Kimilerinin hiç katılmayacağını biliyorum ama yine de söyleyeceğim: Ülkemizde bugünlere kalmış orman ekosistemleri varsa, bu, tümüyle, bu temel ilkelerle tasarlanan, planlanan, çoğu durumda da ormancı çalışanların her türlü baskıya karşın akıl almaz bir özveriyle sürdürdükleri çabalarının sonucudur. Hazır yeri gelmişken; bu gerçeği göremeyen, inatla görmek istemeyen, görse de görmezden gelenler için söyleyebileceğim bir çift sözüm var: Nankörlük etmeyin !
Toplumsal ve siyasal mı, teknik mi?
Ormancılık, olağan koşullarda, ekolojik temelli teknik iş ve işlemlerin planlandığı ve yürütüldüğü bir uğraşı alanıdır. Bu iş ve işlemler, ekolojik gereklere göre tasarlanıp planlanmadığı ve yürütülmediğinde, deyim yerindeyse, “kaş yaparken göz çıkarılması” kaçınılmazdır. Öyle ki, bu gibi olumsuzlukların kısa dönemde ayırdına varılabilmesi çoğu durumda olanaksızdır. Ayırdına varıldığında ise geri dönüş olanakları son derece kısıtlıdır, çoğu durumda ise hiç yoktur. Bu nedenlerle, ekolojik gerekler göz önünde bulundurularak geliştirilen ve uygulanan teknik iş ve işlemler, ormancılığın “olmazsa olmaz” koşuludur. Orman ekosistemlerinin devamlılığı (“sürdürülebilirliği”?) ilkesi, ancak bu koşul yerine getirilerek yaşama geçirilebilir. Ne var ki, ülkemizde uzunca bir dönem bu koşul yerine getirilmemiş ya da getirilememiştir. Toplumsal, ekonomik, dolayısıyla siyasal yapı buna olanak vermemiştir çünkü. Sözgelimi;
ü  siyasal partiler kırsal yerleşmelerde, özellikle de “orman” sayılan yerlerin içinde ve bitişiğinde yaşayanlara, göz ardı edemeyecekleri bir “oy deposu” olarak yaklaşmış; bu yaklaşım içinde çoğu kez “ormanlara” zarar verebilecek yollara başvurmuştur;
ü  her türlü arazi, ekonomik ve toplumsal gelişmenin temel girdisi sayılmış; özellikle devletin mülkiyeti, gözetimi ya da yönetimindeki arazilerin ( başta “ormanlar” olmak üzere, otlaklar, tarım yapılabilir ya da yerleşilebilir her türden “sahipsiz” yerler vb) tarıma, yanı sıra, yerleşmeye açılması her dönemin temel yönelimlerinden biri olmuştur;
ü  kırsal egemen sınıfların egemenliklerini pekiştirmek, yanı sıra, yoksul köylülerin yaşamlarını sürdürmek amaçlı doğrudan ve dolaylı baskıları, kimi dönemlerde, ormancı çalışanları işgöremez duruma getirmiştir;
ü  “orman”, özellikle de “devlet ormanı” sayılacak yerlerin belirlenmesi, sınırlandırılması, tapuya tescili vb iş ve işlemlerin ivedilikle sonuçlandırılmaması bu yerler üzerindeki baskıları kolaylaştırmış, sürekli kılmıştır;
ü  sık sık yaşanan ekonomik sıkıntılar, siyasal iktidarların doğal “kaynaklara”, bu kapsamda da “ormanlar” üzerindeki ekonomik temelli baskılarını arttırmıştır;
ü  ekonomik yararı ençoklamak amaçlı, yanı sıra, mühendislik temelli egemen ormancılık ideolojisinin ekolojik koşullara ve ekosistemlere gerektiğince özen gösterilmesini zorlaştırmış, rastlantılara bırakmıştır.
Bu nedenlerle, ormancılığımız, teknikten çok toplumsal ve siyasal gerçeklikler doğrultusunda biçimlenmiştir. 1980’den sonra, özellikle 2000’li yıllarda ise ormancılığımızda teknik gereklerin yerine getirilebilmesi de, neredeyse tümüyle bireysel duyarlıklara ve girişimlere kalmıştır. 6831 sayılı yasa böylesi koşullarda hazırlanmış, uygulanmaya çalışılmış; gerek duyulduğunda da pek çok kez değiştirilmiştir.
Kısacası; 6831 sayılı yasa, olması gerekenin aksine, toplumsal ve siyasal işlevleri her dönemde öne çıkmış bir düzenlemedir; yanı sıra, yapılan değişiklikler de çoğunlukla bu doğrultuda olmuştur.
6831 sayılı Orman Kanunu, “katılımcı” bir süreçte hazırlanmıştır !
Bildiğiniz gibi, “katılımcılık”, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler vb ülkelerarası kuruluşların, özellikle 1980’den sonra, yaygınlaştırmaya çalıştıkları yönetsel bir ilke olmuştur. Görünümde devleti her alanda küçültme, “terbiye etme” (!), ekonomik yaşamdan çekme vb amaçlarla gündeme getirilen bu ilke, doğal olarak ülkemizde de benimsenmiştir. Ne var ki, “katılımcı” uygulamalar, kimlerin/kuruluşların hangi karar ve uygulama süreçlerine hangi yetki ve sorumluluklarla katılabileceği tümüyle siyasal iktidarın istencine; daha açık bir söyleyişle keyfine bırakılmış gülünç birliktelikler olmaktan öteye geçememiştir. Bu nedenle de “katılımcı” süreçlere çağrılanlar, ne denli içtenlikli olursa olsun, çoğu durumda, “konu mankeni” işlevini görmüştür. Oysa 6831 sayılı yasa, üstelik de Demokrat Parti (DP) gibi “ormanlardan” siyasal amaçlarla yararlanmayı da hedefleyen bir siyasal oluşumun tek başına hükümet olduğu bir dönemde çok daha kapsayıcı, demokratik ve işlevsel bir katılımcı süreç içinde hazırlanmıştır. Başta İÜ Orman Fakültesi, Türkiye Ormancılar Cemiyeti ile yeni kurulmuş TMMOB Orman Mühendisleri Odası olmak üzere ilgili kuruluşlardan temsilcilerin oluşturulduğu çalışma kurulları, Ziraat Vekâleti ile Orman Umum Müdürlüğü’nün (OUM) ilgili birimlerinden katkılar alınmış; taraflar arasında yoğun tartışmalar yapılmıştır. Örneğin, DP’nin iktidarının ilk aylarında;
ü  Ormancılık İstişari Toplantısı”, düzenlenmiş;
ü  İÜ Orman Fakültesi, “Orman Fakültesi Profesörler Kurulu’nun Ormancılığımızın Ana Meseleleri Hakkında Görüşleri” kamuoyuna açıklamış;
ü  Orman Umum Müdürü, ormancılık demokratik kitle örgütleriyle sürekli olarak görüşmeler yapmış;
ü  Türkiye Ormancılar Cemiyeti, kamuoyunda ilgiyle karşılanan ünlü Yeşil Kitap(Orman Davamız) başlıklı kitapçığı yayımlamış; ““Taslak konunun tabiatına, ülkenin şartlarına ve vatanımızın geleceğine ait zorunlulukların uygun olarak hazırlanmamıştır…Orman sınırlandırması konusunda da ülkeye gerekli orman varlığının dokunulmazlığının sağlanması hedefi gözden kaçırılmış, orman zararına ormandan ne kazanılmak gerekiyorsa sınırlama işi adeta ona göre yönlendirilmiştir.” vb içerikte açıklamalarıyla konuyu sürekli olarak gündemde tutmuştur.
Oysa, sözgelimi, 2000’li yıllarda AKP, sözcüğün tam anlamıyla “kapalı kapılar ardında” hazırladığı “torba yasaları”, yine deyim yerindeyse “bir gece ansızın” gündeme getirerek 6831 sayılı yasayı 12 kez değiştirmiş, yasaya ona yakın yeni ek madde getirmiştir. Neredeeen nereye, değil mi?.
Veeee 6831 sayılı Orman Kanunu…
29 Mayıs 1950 tarihinde kamuoyuna açıkladığı I. Hükümet Programı’nda;
Orman meselesine gelince; derhal ve katiyetle söyleyelim ki, bugünkü sisteme behemehâl son vereceğiz. Çünkü bugünkü sistem ormanların muhafaza için büyük fedakârlıkları istilzam etmekte, öteden beri ormanla alakalı milyonlarca vatandaşımızı mahrum ve meyus bir halde yaşatmakta ve bütün orman mahsullerini çok pahalıya mal olması neticesini vermektedir. Diğer taraftan da bugünkü orman mevzuatı halkla hükümet arasında derin bir sevgisizlik yaratmakta çeşitli ahlaki zaaflara ve her türlü kötülüklere zemin teşkil etmektedir.
yaklaşımına yer veren DP, ancak 31 Ağustos 1956 tarihinde amaçlarına büyük ölçüde ulaşabilmiş; 6831 sayılı Orman Kanunu 8 Eylül 1956 tarihinde yürürlüğü girmiştir. Şimdi, önce bu yasanın görece olarak daha çok önemsediğim düzenlemelerini anımsatayım.
119 madde ile 5 “Muvakkat Madde”den oluşan; 1937 yılında çıkarılan 3116 ile 1950 yılında çıkarılan 5653 sayılı yasayı yürürlükten kaldıran 6831 sayılı yasa, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’nun büyük ölçüde “DP’lileştirilmiş” biçimidir.  Gündeme getirdiklerinin başlıcaları şöylece sıralanabilir*:
ü  Orman” sayılacak ve sayılmayacak yerler yeniden tanımlanmıştır. Yapılan tanımlamada herhangi bir yerin “orman” sayılabilmesi için oluşuma katılan ağaç ve ağaççıkların “herhangi bir çeşit orman hasılatı verebilen türlerden olması” koşulu kaldırılmıştır. Ek olarak, “orman” sayılmayacak yerlerin kapsamı da genişletilmiştir. Örneğin; üzerinde çevresindeki orman ekosistemlerinde doğal olarak yetişmeyen ağaç ve ağaççıkların bulunduğu sahipli arazilerin “devlet ormanı” sayılan yerlere bitişik olmayan sahipli arazilerdeki fıstıkçamlıkları ve palamut meşelikleri ile “devlet ormanı” sayılan yerlerden ayrılacak yabanıl zeytinliklerin “orman” sayılmaması olanaklı kılınmıştır.
ü  İklim, su ve toprak rejimine zarar vermeyen ve daha verimli kültür arazisine dönüştürülebilecek yerlerin Ziraat Vekâletince; daha önce “orman” sayılmış olsalar bile ormancılık düzeninde bulunmasında yarar görülmeyen yerlerin Ziraat Vekâleti’nin önerisi ile Bakanlar kurulu kararıyla “orman” tanımı dışına çıkarılabilmesi sağlanmıştır.
ü  Kimin mülkiyetinde olursa olsun doğal, tarihsel ve kültürel yönlerden toplum yararına korunması gereken yerler Ziraat ya da Maarif Vekâletleri yahut Turizm Umum Müdürlüğü’nün önerisi ve Bakanlar Kurulu kararıyla ormancılık düzenine alınabilmesi olanağı getirilmiştir.
ü  Orman” sayılan yerler mülkiyet biçimi dışında işlevlerine göre de; i) muhafaza ormanları, ii) milli parklar ve iii) istihsal ormanları olarak üç kümede toplanmıştır.
ü  Devlet ormanı” sayılan yerlerdeki her türlü ormancılık çalışması, bu kapsamda da orman ürünü hasat çalışmaları OUM tarafından yapılacaktır ya da köylülere yaptırılabilecektir.
ü  Orman tahdit (sınırlandırma) komisyonlarının üye sayısı yedi yapılmış, orman mühendisi sayısı, başkanla birlikte üçe çıkarılmıştır.
Bu düzenlemelerin yanı sıra, 6831 sayılı yasayla;
ü  devlet ormanı” sayılan yerlerin içinde ya da kenarında olup da çevresindeki orman ekosistemlerinden geçimini sağlayamayanlardan; i) bulundukları yerlerde kalkındırılabilecek olanlara Ziraat Vekâletinin izniyle Ziraat Bankası’ndan kredi verilebilmesi; ii) bulundukları yerlerde kalkındırılamayacakların ise, kendileri de istediklerinde başka yerlere taşınabilmesi ve bıraktıkları yerlerin “orman” kapsamına alınabilmesi,
ü  OUM, konumunu ve yapısal özelliklerini göz önünde bulundurarak gerekli gördüğü “orman” sayılan arazilerin “uygun görülecek” yerlerin “…memleketin ilim hayatının istifadesine tahsis etmek, tabiatı muhafaza etmek, yurdun güzelliğini sağlamak, halkın çeşitli spor ve dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak, turistik hareketlere imkân vermek maksadıyla milli park…” olarak ayrılabilmesi,
ü  OUM’nin ancak Bakanlar Kurulu kararıyla fabrika ve tesis işletebilmesi,
ü  Devlet orman işletmeleri tarafından hasat edilen orman ürünlerinin ilke olarak açık artırmayla satılması, bununla birlikte, kamu kurum ve kuruluşlarının gereksinmelerinin, yakacak odun istemlerinin karşılanması ve acil durumlarda da pazarlıkla satış yapılabilmesi,
ü  orman” sayılan yerler içinde yahut bu yerlere on km uzaklıkta bulunan köylülere, yapacakları yapının belirlenecek özelliklere uygun olması koşuluyla öz gereksinmeleri için yalnızca tarife bedelinin onda biri alınarak orman ürünü satışı yapılabilmesi,
ü  orman” sayılan yerlerde ya da bitişik kazalardaki yoksun köylüler ile sınırları içinde “devlet ormanı” sayılan yerler bulunan ve nüfusu da 2500’den aşağı olan kasabalardaki yoksun halkın öz ve ortak yapacak odun gereksinmelerinin indirimli satış fiyatlarıyla karşılanabilmesi,
ü  sınırları içinde “devlet ormanı” sayılan yerler bulunan köy ve kasaba halkının kesip satış istif yerlerine taşıdıkları kerestelik tomrukların, 10 m³’ü geçmemek koşuluyla % 25’ine kadarını maliyet bedeliyle ve artırmasız olarak satın alabilmesi,
ü  devlet ormanı” sayılan yerlerdeki her türlü işin, iş yerindeki ya da çevresindeki ormancılık işlerinde çalışan köylülere, öncelikle de köy orman kooperatifi kuranlara verilmesi, ancak köylülerin işgücünün nitelik ve nicelik olarak yeterli olmaması yahut yüksek fiyat istemeleri durumunda, yeterince teknik görevli de işlendirebilen, parasal ve teknik yeterliliğe sahip olan üstlenicilere yaptırılabilmesi.*
ü  özel mülkiyetteki “orman” sayılan yerlerin, niteliği ne olursa olsun 500 hektardan daha küçük parçalara bölünememesi,
ü  önceden orman ekosistemi bulunan yerlerde ya da devlet mülkiyetindeki uygun arazilerde her yıl 5 bin hektar ağaçlandırma yapılması,
ü  3116 sayılı yasaya göre orman ekosistemleri bulunmayan ve çeşitli nedenlerle ağaçsız olan köy ve belediyelerin kendi sınırları içinde en az 5 hektar ağaçlandırma yapma zorunluluğunun kaldırılması,
ü  ağaçlandırma yapacak arazi sahiplerinin vergi bağışıklığının yirmi yıldan elli yıla çıkarılması,
ü  ağaçlandırma yapacak köy orman kooperatiflerinin gereksinme duydukları fidanların orman idaresi tarafından bedelsiz olarak verilebilmesi ve ağaçlandırılacak yere taşınabilmesi,
ü  OUM’nin mülkiyetindeki fabrikaların, imalathanelerin, tesislerin ve binaların, “kamu hizmetleri bakımından” satılabilmesi ya da kiralanabilmesi
kural ve olanakları da getirilmiştir.
Görüldüğü gibi, 6831 sayılı Orman Kanunu, büyük ölçüde 3116 sayılı yasa düzeninde hazırlanmıştır ve çok sayıda maddesi de 3116 ve 5653 sayılı yasalardan aktarılmıştır. Ancak, böyle de olsa dönemin koşulları gözönünde bulundurulduğunda, 6831 sayılı yasanın, özellikle;
ü  OUM’nin her yıl en az 5 bin hektarda ağaçlandırma yapmasını zorunlu kılmasına,
ü  orman” sayılan kimi yerlerin “milli park” olarak ayrılabilmesine,
ü  doğal ve toplumsal nedenlerle kimi yerlerin ormancılık düzeni içine alınabilmesine,
ilişkin düzenlemeleri olumlanabilir.
Öte yandan, Dünyada ancak 1992 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Rio’da gerçekleştirilen “Çevre ve Kalkınma Konferansı”ndan sonra yaygın olarak gündeme geldiği gözönünde bulunursa 6831 sayılı yasanın “Orman Köylülerinin Kalkındırılması” başlığı altında yer verilen 13. maddesinde yapılan düzenlemelerin tarihsel önemi daha kolay kavranabilecektir: Maddede “devlet ormanları içinde veya kenarında bulunup da civardaki ormanlardan geçimlerinin sağlanmasına imkânı olmayan köylerde ve dağınık evlerde oturanlar…” için iki boyutlu bir düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeyle;
ü  Bulundukları yerlerde muhitin icaplarına göre ve muhtelif suretlerde kalkındırılmaları mümkün görülenlere” Ziraat Bankası tarafından “kalkınma kredisi” açılması ve
ü  Bulundukları yerlerde kalkındırılmasına imkân olmayacağı anlaşılanların daha müstahsil bir hale getirilmesi gayesiyle ve kendi istek ve muvafakatleri üzerine başka yere kaldırılmaları
sağlanmıştır.
Açıktır ki, “orman köylerinin” kalkındırılması, özel olarak orman ekosistemlerinin korunması, daha “verimli” duruma getirilmesi ve işletilmesi ile ilişkilendirilmediğinde genel ülke kalkınması, özel olarak da  “köy kalkındırılması” politikalarının bir boyutu olarak ele alması gereken bir olgudur. Ayrıca, maddede öngörüldüğü gibi, herhangi bir yerleşmede yaşayanların;
ü  “civardaki ormanlardan geçimlerinin sağlanıp sağlanamaması” ve
ü  “bulundukları yerlerde kalkındırılıp kalkındırılamamasının” belirlenmesi ile
ü  “daha müstahsil hale getirilmesi için başka yerlere kaldırılmaları”
son derece zorlu bir iştir ve öncelikle kapsamlı araştırma ve planlama çalışmalarının yapılmasını gerektirir. Ne var ki, 15 bine yakın “orman köyünde” bu araştırmaların yapılabilmesi olanakları, 1950’li yıllar bir yana, günümüzde de son derece kısıtlıdır*. Ayrıca, “bulundukları yerlerde kalkındırılmaları olanaklı olmayan” köylerin başka yörelere taşınması da çeşitli sorunlara yol açabilecek bir işlemdir. Ancak, bu gerçekliklere karşın sözkonusu düzenlemeyle “orman köylülerinin” kalkındırılması sorunu, giderek ormancılık politikalarının önceki dönemlere göre daha kapsamlı bir bileşeni durumuna gelmiştir. Ne var ki, “orman köylülerin” kalkındırılmasına yönelik örgütlenmeler ve uygulamalar çoğunlukla köylülerin “geçimlerini civardaki orman ekosistemlerinden sağlama” olanaklarının artırılmasına yönelik olmamış, dahası, böyle bir amaçtan özenle kaçınılmıştır.
Öte yandan, Yasa, siyasal iktidarlara;
ü  orman” sayılmayabilecek yerlerin kapsamını genişletebilme,
ü  orman” sayılan yerlerden olmasına karşın belirli gerekçelerle “daha verimli kültür arazine dönüştürülmesinde Ziraat Vekâletince uygun görülen” kimi yerleri “orman” saymayarak ormancılık düzeni dışına çıkarabilme,
ü  OUM’nün elindeki fabrika, imalathane, tesis ve binaları özelleştirebilme,
olanaklarını da sağlamıştır.
Kısacası; 6831 sayılı yasa, Cumhuriyetin ilk yıllarında öne çıkan, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’yla yasal dayanaklara kavuşan ormancılık yaklaşımı, en azından hedeflenen doğrultuda ve düzeyde başarılı sonuçlar vermemiştir. Toplumsal tabanı ağırlıkla kırsal yerleşmelerde yaşayanlar olan DP, bu sonuçtan da hareketle, izleyeceği popülist ekonomik ve toplumsal politikalara “devlet ormanı” sayılan yerler ile devlet ormancılığı düzenini de katmak istemiştir. 6831 sayılı yasayı bu amaçla  gündeme getirmiş; büyük ölçüde de “başarılı” olmuştur. Bu “başarı”, sonraki siyasal iktidarlarca da genişletilerek sürdürülmüştür.
Dönemlendirme gerekli…
Bilirsiniz sanırım: Ormancılık uygulamalarının sonuçları, pek az alanda görülebilecek denli uzun süreler sonunda alınabilir. Sözgelimi, “orman işletme amacına” bağlı olarak değişen bu sürelerin en kısası 30-40 yıldır; kimi durumlarda 100, dahası, 200 yılı da aşabilir. Dolayısıyla, ormancılık alanında kararlar ile uygulamaların, yanı sıra, bu karar ve uygulamaları düzenleyecek, etkileyebilecek hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin olabildiğince uzun dönemli olarak tasarlanması ve yaşama geçirilmesi, “olmazsa olmaz” bir koşuldur. Ne var ki, bu koşul, ülkemizde hemen hemen hiçbir dönemde yerine getirilememiş; ilgili hukuksal ve kurumsal düzenlemeler, deyiş yerindeyse, “yap-boz tahtasına” dönüştürülmüştür.
Bu nedenlerle 6831 sayılı yasanın altmış yılını, genellemeler yapılarak topluca değerlendirilmemeli, tartışılmamalı; amaca uygun dönemlendirmeler yapılmalıdır. Böylesi bir çabaya girecekler için birkaç örnek vermek yararlı olacak sanırım: Örneği şöyle bir dönemlendirme yapılabilir bence:

Dönemler
Dönemin Öne Çıkan Ormancılık Politikaları ve Uygulamaları
1956 Öncesi
(i)    Devletçi Kuruluş- Devletçilik
1956 - 1960
(i)    Devlet Kapitalizmi
(ii)   “Devlet ormanı” Sayılan Yerlerin Daraltılması
1962 - 1971
(i)    Devlet Kapitalizmi
(ii)   “Orman Köylüsü” Popülizmi
1972 - 1980
(i)    “Orman Köylüsü” Sayılanların Kalkındırılması
(ii)   Devlet Kapitalizmi
(iii)  Ağaçlandırma
(iv) Yönetsel Karmaşa
(v)  “İkiBe” Uygulamaları
1982 -  2000
(i)    Ağaçlandırma
(ii)   Devlet Kapitalizmi
(iii)  Özelleştirme
(iv) Yönetsel Karmaşa
2000’den Sonra
(i)    Özelleştirme
(ii)   İkiBe’cilik
(iii)  “Devlet ormanı” sayılan yerlerin ormancılık dışı kullanımı
(iv) Devlet Kapitalizmi
(v)  Yönetsel Karmaşa
Başka maçlarla başka dönemlendirmeler de yapılır kuşkusuz. Ancak hangi amaçlarla yapılırsa yapılsın, bu, çokça sanıldığının tersine, hiç de kolay bir işlem değildir. Çizelge 1’de de görülebileceği gibi; 6831 sayılı yasanın hem uygulanması hem değiştirilmesi sırasında farklı amaçların belirleyici olduğu çeşitli dönemler yaşanmıştır çünkü. Bu da, özellikle ülkemizde, olağan karşılanması gereken bir durumdur gerçekte; altmış yıl boyunca ülkemizde birbirinden son derece farklı ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmeler yaşanmıştır çünkü. Açıktır ki, bu farklılıklar ormancılığımızda da yaşanmıştır; en azından yeni orman ekosistemlerinin oluşturulması (ağaçlandırma, doğal gençleştirme), orman ekosistemlerinden yararlanmanın planlanması (orman amenajman planlaması) vb etkinlik alanlarında  yaşanmaması gerekirdi ama yaşanmıştır işte. Üstelik, özellikle 2000’li yıllarda, 6831 sayılı yasanın kurallarına aykırı pek çok yönetmelik hazırlanmış, bu yönetmeliklerdeki kurallara aykırı genelgeler çıkarılabilmiştir. Örneğin; 6831 sayılı yasanın 1986 yılından bu yana hiç değiştirilmeyen 57. Maddesinin uygulanmasını düzenlemek amacıyla hazırlanan Ağaçlandırma Yönetmeliği, on yıl içinde altı kez değiştirilmiştir. Öyle ki, daha önce 6831 sayılı yasanın 26. Maddesi gereğince iki kez düzenlenen (1973 ve 1991)“orman amenajman yönetmelikleri” bile, yasanın söz konusu maddesinden herhangi bir değişiklik yapılmamasına karşın 2008 yılında bir kez daha tümüyle yeniden düzenlenmiştir.
Öte yandan; 6831 sayılı yasada yapılan değişiklikler çoğunlukla, belirli maddelerde yoğunlaşmıştır. Hem gerçekleştirildikleri dönemler hem de içeriklerini son derece anlamlı bulduğum  bu maddeleri farklı renklerdim. Daha anlamlı bir dönemlendirme yapmak isterseniz bu çizelge işinize yarayabilir.
Çizelge 1: 3116 ve 6831 Sayılı Orman Kanunlarında Yapılan Değişiklikler

Yıllar
Yasa
3116 Sayı Yasadaki Değişiklikler
1937
3116
Yeni
1945
4785
Yeni
1950
5653
1, 3, 5, 12, 17, 18, 19, 21, 25, 33, 35, 36,  37, 39, 42, 34,  81, 86, 88, 98, 99, 104, 105, 107, 109, 113, 114, 115, 116, 118, 120, 125, 127, 128, 129; + Ek Madde 1 – 13; + Geçici Madde 1
1950
5658
4785/1, + Geçici Madde 4785/5
1956
6831
Yeni

Yıl
Yasa
6831 Sayılı Yasadaki Değişiklikler
Madde Sayısı
1959
1)   7395
35
1
1968
2)   1056
+ Ek Madde (Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir)
1
1971
3)   1444
Ek Madde 1
1
1973
4)   1744
2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 19, 34 ve Muvakkat Madde 1
10
1975
5)   1906
6831/34; Ek Madde 3/ A ve C Fıkraları Değişikliği, “J” fıkrası eklenmesi
3
1982
6)   2655
34
1
1983
7)   2896
1, 2, 7, 8, 9,  10, 11, 12, 13, 17, 18, 19, 21,  22,  25,  26, 27, 30, 31, 32, 33, 34,  35, 36, 37,  38, 39, 40, 57, 59, 60, 64, 66, 71, 79, 84, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 118; + Ek Madde 1, 2, 3, + Ek Madde 5 (Yeni); + Geçici Madde 1-5
69
1986
8)   3302
2, 7, 8, 9, 10, 11, 52,  57,  62,  Geçici Madde 2,
10
1987
9)   3373
1, 2,  6, 7,  11,  12,  17, 31, 32, 34, 52,  64,  71,  84, 116,
15
1988
10)   3493
14, 91, 92, 94, 95, 96, 97,  99, 100, 101, 102, 103,  107, 110, 111,
15
1995
11)   4114
76, 83, 105, 110
4
2000
12)   4569
+ Ek Madde
1
2000
13)   4570
34
1
2001
14)   4629
64;  + Ek Madde 3
2
Toplam 45 Yıl (Değişim: 2,97 / Yıl) Madde/yıl
134
2003
15)   4915
77
1
2003
16)  4999
1, 2,  7, 9,  10, 11,  12, 27,  41, 42, 58,  100, 116; + Ek Madde 7 ve Ek Madde 8
15
2004
17)   5177
16,
1
2004
18)  5192
17, 71, 108; + Ek Madde 8 ve İşlenemeyen Hüküm Geçici Madde 1
2
2004
19)  5218
110
1
2008
20)  5801
+ Ek Madde 9
1
2009
21)  5831
7, 9, 45; + Ek Madde 10,
4
2010
22)  5995
16
2
2010
23)  6001
17,  Ek Madde 9,  + Ek Madde 11; + Geçici Madde 8
4
2011
24)  6111
Ek Madde 12
1
2012
25)  6292
7, 8, 9, 10,  11, 17; + Ek Madde 9,
+Geçici Madde 9
8
2012
26)  6306
+ Ek Madde 13
1
2013
27)  6444
+ Ek Madde 11-ç
1
2014
28)  6527
11, 31-32; + Ek Madde 9
4
Toplam 12 Yıl  (Değişim: 3,8 / Yıl)
45
GENEL TOPLAM 56 Yıl ( Ortalama Değişim 3,2 / Yıl)
179
Şimdi söyler misiniz; bu çizelgeye bakıp da;
“- 6831 sayılı Orman Kanunu’nun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir!”
söylemi, çok mu abartılıdır?
Öte yandan; ben bu bağlamda, en azından başlangıç olarak, kendi içlerinde çeşitli alt dönemlere ayrılabilecek ikili bir dönemlendirme yapacağım:
(i)     “Darbeli” Dönemler:
Bilirsiniz; ülkemizde iki askersel darbe iki yeni anayasayı gündeme getirmiştir. Ne var ki, darbelerin hem nedenlerinin hem de amaçlarının çeşitli yönlerden farklı olması, anayasaların da farklı içerikte düzenlenmesine neden olmuş; bu kapsamda, 1961 ile 1982 Anayasalarında “ormanlarımız” ve ormancılığımızla ilgili farklı kurallara yer verilmiştir: Öyle de olsa bu kuralların ortak sayılabilecek (devletçilik, “ormanların” korunması) yanları vardır. Ancak zaman içinde bu kuralları kâğıt üzerinde bırakabilecek düzenlemeler de yapılmıştır. Örneğin; 1970 yılında çıkarılan 1255 sayılı yasayla 1961 Anayasasının 131. Maddesi değiştirilirken, 1982 Anayasasında 169 ile 170. Maddeler düzenlenirken, deyim yerindeyse, “kaş yaparken göz çıkarma” olarak da değerlendirilebilecek yeni kurallara yer verilmiştir. Böyleyken 1961 Anayasasının 131. Maddesi, değiştirilinceye değin 6831 sayılı yasaya hiç dokunulamamış, ancak, bu doğrultuda çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. 131. Madde değiştirildikten sonra ise, Çizelge 1’de görüldüğü gibi, 1973’de (1744), 1975 (1906) ve 1982 yılında (2655) önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklere karşın 131. Maddenin “ormanların” korunmasına, daha sonra da “orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın kalkındırılmasına yönelik duyarlılık sürdürülmüştür. Oysa, bu duyarlılık, 1982 Anayasasının 169. Maddesinde ikincilleşmiş; bir yandan hem 169 hem de 170. maddelerinde “devlet ormanı” sayılan yerlerin daraltılmasına yol açabilecek yeni kurallara yer verilmiş bir yandan da 1961 Anayasasının 131. maddesinde 1970 yılında çıkarılan 1255 sayılı yasayla yer verilen bu doğrultudaki kuralların hem kapsamı genişletilmiş hem de amaçları değiştirilmiştir. Öyle ki, 1982 Anayasasındaki bu kurallar, 6831 sayılı yasada çok daha köklü değişikliklere yol açmıştır. Örneğin, 6831 sayılı yasanın;
ü  2. maddesinde yapılan değişikliğe göre, 1982 Anayasasının 169 ve 170. maddelerindeki kurallar gereği “orman” sayılmayabilecek yerler yalnızca “devlet eliyle ihya edilerek kısmen veya tamamen orman içi köyler halkının yerleştirilmesi veya bu amaçla değerlendirilmesi maksadıyla orman sınırları dışına” çıkarılabilecektir;
ü  13. maddesinde yapılan değişikliğe göre,  “bulundukları yerde kalkındırılabileceklere” Ziraat Bankası aracılığıyla açılabilecek kredi yerine Orman Köyleri Kalkındırma Fonu’ndan destek sağlanabilecektir. Buna karşılık, “bulundukları yerlerde kalkındırılamayacaklar” ise, öncelikle 6831 sayılı yasanın 2. maddesinin “A” bendindeki “orman olarak muhafaza edilmesinde bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerlere” taşınabilecek ve yerleştirilecektir;
ü  31, 32 ve 33. maddelerinde yapılan değişikliklerle “orman köylülerinin” bireysel ve ortak yapacak ve yakacak odun gereksinmesinin karşılanma olanakları kısıtlanmıştır: Sözgelimi, maddenin sağladığı yalnızca tarife bedeli alınarak yapılacak satışlardan ancak “mülki hudutları içinde verimli yeterli devlet ormanı” bulunan köyler halkının gereksinmesi görece daha düşük bedellerle karşılanabilecektir; 
ü  1973 (1744), 1975 (1960) ve 1982 (2655) yıllarında değiştirilen 34. maddesinin ikinci fıkrasına göre “uygun sanayi tesisine sahip olmayan” ve “uygun sanayi tesisine sahip olmasına karşın” söz konusu hakkı para olarak almak isteyen “orman köyü kalkındırma kooperatifleri” yine “vahidi fiyatla” kesip satış istif yerlerine taşıdıkları yapacak odunların % 25’ine kadarı için ek ödemelerden yararlanabilecektir;
ü  40. maddesin yapılan değişikliğe göre ormancılık işleri, “hangi mülki hudut ve orman teşkilatı sınırları içerisinde kaldığına bakılmaksızın”, öncelikle “işyerindeki ve civarındaki orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine…orman işlerinde çalışan köylülere” yaptırılabilecektir.  
Kısacası, dönemin ormancı teknokratları, teknokratlıklarının gereğini yaparak 6831 sayılı yasada uygun ya da zorunlu yahut yararlı gördükleri düzenlemeleri, Cuntanın da desteğiyle kolaylıkla gerçekleştirebilmiştir
(ii)    “Çok Partili” Dönemler:
Sınıflı toplumlarda, deyim yerindeyse, “aynı telden çalan” siyasal parti sayısının birden fazla olmasına ne denli “çok partili” denebilir, bilmiyorum doğrusu. Madem ki, öyle deniyor, ben de yalnızca bu bağlamda “çok partili” diyeceğim: Ülkemizde, “çok partili dönem” de kendi içinde “ormanlarımız” ve ormancılığımızda olup bitenler, 6831 sayılı yasanın başına, dolayısıyla “ormanlarımızın” ve ormancılığımızın başına gelenler yönünden çeşitli alt dönemlere ayrılabilir: Bu bağlamda ikili bir alt dönemlendirme yapacağım*. Baştan söyleyeyim; bu iki  alt dönemde 6831 sayılı yasanın başına gelenler, deyim yerindeyse, “pişmiş tavuğun başına gelmemiştir”. Ek olarak; bir adım daha atıp sorayım: Peki, neden; bir fikri olan var mı acaba?
·         Demirel’li AP Dönemleri:
Özellikle ormancılık dışı kamuoyu çoğunlukla bilmez; ülkemizde “devlet ormanı” sayılan yerler ile devlet ormancılığı düzeni, hemen hemen tüm siyasal iktidarların, deyim yerindeyse, öncelikle “ele geçirmek” istedikleri bir alan olmuştur. Ancak, toprağı bol olsun, Süleyman Demirel’i bu yönelim içinde olanlar arasında, “en birinci” saymak gerekir. Demire’i Demirel, dolayısıyla uzunca bir dönem iktidar yapan yönelimlerinden birisi de “ormanlarımıza”, ormancılığımıza, özellikle de “orman köylüsü” sayılanlara yaklaşımları ve uygulamalarıdır. Örneğin, Adalet Partisi (AP) yerel seçimler öncesinde, Nisan 1963’te, “Arazi Sınıflandırma ve Arazi Kullanma Kabiliyeti Haritaları Yapılıncaya Kadar Mevcut Orman İhtilaflarının Duracağına, Orman Kadastro Komisyonlarının Çalışmalarına ve Bünyesine Dair Kanun Teklifi”ni gündeme getirmiştir.  Yasa önerisinin 1. maddesinde;
arazi sınıflandırılması yapılıncaya kadar bir yerin orman sayılıp sayılmaması konusundaki ihtilaflardan doğan bütün soruşturmalar durur, açılmış iptal ve ceza davaları takip edilmez ve para cezaları tahsil edilmez.
ve 2. maddesinde ise;
“Arazi sınıflandırılması ve kullanma kabiliyet haritaları yapılmayan yerlerde orman tahdit komisyonları çalışamaz.
 ilkesine yer verilmiştir.  Öte yandan, yasa önerisinin özellikle 3. maddesinde;
 “Orman sınırlandırılması yapılan ve 6831 sayılı kanunun geçici birinci maddesiyle orman sayılan yerlerin hakikaten orman alanları içinde olup olmadıklarının belirlenmesi, o yerlerin sahipler veya elinde bulunduranlar tarafından yeniden orman sınırlandırılması talebinde bulunabilir.
ilkesine de yer verilmesi, AP’nin gerçekte neyi amaçladığını açıklıkla ortaya koyuyor.
Siyasal tabanı ağırlıkla her sınıf ve katmandan köylüler olan AP’nin bu yaklaşımları yadırganamaz kuşkusuz. Ancak, belirtmem gerekir; iktidardaki CHP de, AP’yle yarışırcasına benzer çabalara girmiştir. Örneğin aynı yılın sonunda Orman Genel Müdürlüğü’nde (OGM) “Orman Kanuna Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun” tasarısı hazırlanmış; 1964 yılı ortalarında da Devlet Ormanları İçindeki Arazinin ve Yerleşmelerin Fiili Durumlarının Belirtilmesine Dair Talimatname çıkarılmıştır. 1965 yılı ortalarında, başka bir söyleyişle, genel seçimlerden yaklaşık üç ay önce çıkarılan ve 6831 sayılı yasaya 6. ek madde getiren 663 sayılı yasanın 1. maddesinin birinci fıkrasıyla siyasal iktidarların;
“15.6.1961 tarihinden önce fiilen, ilmen ve tamamen orman olmaktan çıkmış, orman bütünlüğünü bozmayan ve bozmayacak olan iklim, su ve toprak rejimine zarar vermeyeceği anlaşılan ve toprak sınıfı ve kullanma kabiliyeti bakımından daha verimli kültür arazisine kalbi uygun bulunan yerler ile (orman içi mera, yaylak ve çayırlar hariç) şehir, kasaba ve köy iskân topluluğu içinde kalan yerler (dağınık evler ve her çeşit yapı ve tesisler hariç olmak üzere) Tarım Bakanlığı’nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararnamesiyle orman rejimi dışına ….”
çıkarabilmesi olanaklı kılınmıştır. Böylece, Demirel’in söylemiyle, “ikibecilik” yürüyüşü başlatılmıştır. Ancak, düzenleme, Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasanın 37 ve 131. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Ne denli ısrarcı olduğunu anımsarsınız; Demirel, deyim yerindeyse “kafasına koymuştur” bu içerikte bir düzenlemenin peşini bırakmamıştır. Sözgelimi, 1967 yılında 6831 sayılı Orman Kanunu’nun değiştirilmesine yönelik;
b   6831 sayılı Orman Kanunu’nun 1 nci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı Taslağı,
b   6831 sayılı Orman Kanunu’na Eklenen ve 4785 sayılı Kanunla Devleştirilen Ormanların İadesini Öngören Geçici Madde Taslağı ile,
b   6831 sayılı Orman Kanunu’nun 7-12 nci Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı Taslağı’nı
gündeme getirmiştir. Sözgelimi, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 1 nci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı Taslağı’nda “orman” sayılabilecek yerler şöylece tanımlanmıştır:
Madde 1: Arazi kullanma kabiliyeti sınıflandırılması esaslarına göre;
Dik ve daha fazla meyilli ve işlenmesi mahzurlu veya su ve rüzgar erozyonuna müsait, sel teşekkülüne sebep olan arazi ve sığ topraklı, su tutma kapasitesi düşük, kültüre ve meraya engel olacak şekilde yaşlılık gösteren veya taşlı ve kayalı olmasından dolayı teknik ve ekonomik bakımdan işlenmeye elverişli bulunmayan topraklarla, su muhafaza tedbirlerinin alınmasını icap ettiren veya ekolojik karakteri bakımından başka kültürlere müsait olmayan veya kültür bitkilerinin yetiştirilmesinde sınırlayıcı faktörlere sahip olan ve ekonomik olarak ormandan gayri kültüre elverişli olmayan yerler;
Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç toplulukları yerleriyle birlikte, yanan ormanların işgal ettiği yerler, 15.10.1961 tarihinden sonra ormanlarda açılmış sahalar ve ormanlar içinde bulunan üç hektardan küçük ziraata elverişli yerler ile elli hektara kadar olan mera, çayır ve benzeri açıklıklar
Orman arazisi ve orman sayılır.
Taslakta ayrıca hukuksal olarak “orman” sayılmayabilecek yerlere de açıklık getirilmiştir:
Böylece, hukuksal olarak “orman” sayılabilecek olan, daha da önemlisi, daha önce “orman” sayılmış yerlerin daraltılmasına yol açabilecek uygulamalar kolaylaştırılmış olacaktır. Ancak siyasal iktidarın bu çabaları da başta İÜ Orman Fakültesi* olmak üzere ormancılık kamuoyunun tepkisine yol açmıştır.
1960’lı yılların ikinci yarısında AP’nin ormancılık alanında yapılmasını istediği yasal düzenlemelerin Anayasa nedeniyle gerçekleştirilememesi üzerine bu kez 1961 Anayasası’nın 131. maddesinin değiştirilmesine yönelik girişimler gündeme gelmiştir. Üstelik, AP dışındaki siyasal oluşumlar da benzer yaklaşımlar içinde olmuş; genel seçimler öncesinde, başta AP olmak üzere tüm siyasal partiler, farklı gerekçelerle de olsa, kamuoyuna Anayasanın 131. maddesinin değiştirileceğine ve özellikle de “orman suçları için genel af çıkarılamaz” kuralının kaldırılacağına ilişkin açıklamalar yapmış, yasa önerileri hazırlamışlardır. Sonunda, daha önce de belirttiğim gibi, 1970 yılında, TBMM’de grupları bulunan tüm partilerden milletvekillerinin olurlamasıyla çıkarılan 1255 sayılı yasayla Anayasanın 131. maddesi değiştirilmiştir. Başlığı da “Ormanların ve Orman Köylüsünün Korunması, Ormanların Geliştirilmesi” biçimde yeniden düzenlenen maddede yapılan değişiklikler şöylece özetlenebilir:
ü  “Ormanların korunması bakımından ormanın gözetilmesinde ve işletilmesinde” devletin ormanların içinde veya hemen yakınında oturan halkla işbirliği yapma zorunluluğu ve olanağı getirilmiştir.
ü  “Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvalık, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında ve hayvancılıkta kullanılmasında yarar bulunan topraklarla şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu” yerlerin “orman” sayılmaması sağlanmıştır. Böylece, orman ekosistemlerinin Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce yok edilmiş suç sayılmaktan çıkarılmış, dahası, bu gibi yerlerin tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarına, otlaklara, yapıların toplu olarak bulunduğu yerleşim yerlerine dönüştürülmesine anayasal dayanak sağlanmıştır.
ü  “Yanan ormanların yerinde yeni ormanların yetiştirilmesi ve bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılmaması” koşulu getirilmiştir.
ü  “Orman suçları için genel af çıkarılamaz” kuralı maddeden çıkarılmıştır..
Anayasanın 131. maddesinde yapılan bu değişiklik, 6831 sayılı Orman Kanunu’nda da değişikliklerin yapılmasını gerekli kılmıştır. 1973 yılında erken genel, seçimlere üç ay kala çıkarılan 1744 sayılı yasayla 6831 sayılı yasada kolaylıkla yapılabilen değişiklikler söz konusu anayasal gereğin yerine getirilmesiyle sınırlı olmamış, AP’nin 1960’lı yılların ikinci yarısında gündeme getirdiği ancak gerçekleştiremediği düzenlemeleri de kapsamıştır.
1744 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın on maddesi değiştirilmiş ve üç de ek madde getirilmiştir. Böylece, temel nitelikte dört alanda son derece uygulamalara yasal dayanak sağlanmıştır:
ü  Sonraki yıllarda “İkiBe” diye ünlenen uygulamalarla daha önce hukuksal olarak “orman” sayılmış yerlerin, belirli özellikleri taşıması durumunda hukuksal olarak “orman” sayılmaması, bu yolla “ormanların” daraltılabilmesi olanaklı kılınmıştır.
ü  Ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerinde “vahidi fiyat” olarak anılan beden ödeme düzeniyle çalışan “orman köylülerine” öteden beri sağlanan ayrıcalıklı hakların kapsamı genişletilmiştir. Bu değişikliklerle “sınırları içinde devlet ormanı bulunan köy ve kasaba halkına” “vahidi fiyat” olarak adlandırılan bedel ödeme biçimiyle ağaç kesip;
o   orman içindeki istif yerlerine taşıdıkları kerestelik tomrukların 10 m³’ü geçmeyen  % 25’inin kesme ve taşıma istihkak tutarlarının % 30 fazla olarak ödenmesi;
o   devlet orman işletmelerinin satış depolarındaki istif yerlerine taşıdıkları kerestelik tomrukların 10 m³’ü geçmeyen  % 25’ine kadarı için işletmenin bir yıl önceki maliyet bedeli ile açık artırmalı satış genel ortalaması arasındaki farkın ödenmesi,
o   yakacak odun, odun kömürü ile el zanaatlarında ve ambalaj yapımında kullanılabilecek sanayi odunlarının % 60’ını maliyet bedeliyle satın alabilmesi
olanakları getirilmiştir.
ü  Yasaya getirilen “Ek Madde 3”yle “Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde oturan halkın kalkındırılmasına katkıda bulunmak amacıyla Orman Bakanlığı emrinde bir Fon” oluşturulmuştur.
ü  Ek Madde 4’le orman ekosistemi oluşturmak amacıyla kullanılmak üzere özel mülkiyetteki tarım arazilerinin satın alınması için Orman Bakanlığı’nın bütçesine her yıl “on milyon liradan az olmamak koşuluyla” bir ödenek konulması sağlanmıştır.
ü  Geçici Madde 6’yla da kendi ve/veya devlet arazisinde yarım hektardan fazla ağaçlandırma yapacaklara açılacak kuruluş kredisi için konulacak ödenek 2,5 milyon liradan 5 milyon liraya çıkarılmıştır.
Bu noktada, 1744 sayılı yasanın yeni boyutlar ve hız kazandırılan “İkiBe” uygulamaları sonuçlarını anımsamakta yarar var. 2003 yılı başına değin bu doğrultudaki çalışmalarla, önceleri “orman” iken artık bu özelliğini yitirdiği saptamasıyla  artık “orman” sayılmayan arazilerin kullanım biçimlerine dağılımı Çizege 2’de sergilenmiştir:
Çizelge 2: “İkiBe Arazilerinin” Kullanım Biçimlerine Dağılımı

“2B Arazilerinin” Konumu ve Kullanım
Biçimleri
Genişlik
Hektar
%
1)Yerleşim Yeri
Köy
7 035
1,5
Belde
8 514
1,8
İlçe
6 624
1,4
TOPLAM
22 173
4,7
2) Tarım Alanı
Sera
2 365
0,5
Narenciye
8 041
1,7
Zeytinlik, Fındıklık, Bağ, Bahçe
111 115
23,5
Otlak, Yaylak Kışlak
35 419
7,5
TOPLAM
156 940
33,2
3) Başka
294 309
62,2
GENEL TOPLAM
473 422
100,0
Kaynak: Halit Demir; “2/B -Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Araziler Sorunu Bu Arazilerle İlgili Olarak 27.Ocak.2009 Tarihinde Yürürlüğe Giren 5831 Sayılı Kanunla Yapılan Değişiklikler Hakkında Görüş ve Öneriler” konulu sunumu, 13 Mart 2009, TBMM. Ankara
Öte yandan; 1744 sayılı yasayla yapılan bu değişikler “orman köylüsü sevdalısı” (!) Demirel’e yeterli gelmemiş olacak ki, 1975 yılında bir de 1906 sayılı 6831 Sayılı Orman Kanununun 20.8.1973 Tarih ve 1744 Sayılı Kanunla Değişik 34’ncü Maddesi ile Ek 3 ncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun’u gündeme getirmiştir. Daha önce de söylemiştim, anımsarsınız; 6831 sayılı yasanın 34. Maddesi, ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerini yapmayı “vahidi fiyatla” üstlenen “orman köylüsü” sayılanlar ile “orman köylerini kalkınma kooperatiflerine çeşitli haklar sağlar. 1744 sayılı yasayla artırılan bu hakların kapsamı, 1906 sayılı yasayla daha da genişletilmiştir. Bu değişiklikle, sözgelimi;
ü  sınırları içinde devlet ormanı bulunan köy ve kasaba halkına” sağlanan kimi haklardan “orman köylerini kalkındırma kooperatiflerinin” de yararlandırılması,
ü  söz konusu halka ve kooperatiflere “vahidi fiyatla” kesip satış istif yerlerine taşıdıkları sanayi odunlarından maliyet bedeliyle ve artırmasız olarak verilecek miktarın % 60’tan % 100’çıkarılması,
ü  sınırları içinde devlet ormanı bulunan köyler halkının çoğunluğu tarafından kurulan orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine” de, kesip satış istif yerlerine taşıdıkları kerestelik tomrukların % 25’ine ve öteki ürünlerin ise % 100’üne kadarının maliyet bedeliyle ve arttırmasız olarak verilebilmesi
sağlanmıştır.
·         Recep Tayyip Erdoğan’lı AKP Dönemleri:
2011 yılında “bir gece ansızın” çıkarılan otuzbeş kanun hükmünde kararnameyle (KHK) kamu yönetimi alt üst edildiğinde TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası’nın düzenlediği konuyla ilgili bir açık oturumda ben de “konuşmacıydım” (?) Konuşmamda, Recep Tayyip Erdoğan’ın (RTE) önderliğindeki AKP’nin sıradan bir siyasal hareket olarak görülmemesini gerektiğini ısrarla vurgulamış; gerekçelerini de açıklamaya çalışmıştım. Ne ki, hemen hemen hiç önemsenmemiş; birkaç dinleyici de abarttığımı öne sürmüştü. Sanırım ve de ne yazık ki, yaşadıklarımız haklılığımı ortaya koydu, koyuyor; yine ne yazık ki, bundan sonra da çok daha kaygı verici biçimde ortaya koyacak. Bunu söylüyorum çünkü, kendi uğraşı alanımdaki gelişmeleri ülkemizde ve dünyada öteki alanlardaki gelişmelerden soyutlamama “huyum” var; bu nedenle de elimden geldiğince “tek ağacı gözlemekten ormanı gözden kaçırmamaya” çalışıyorum. Sözgelimi, hep söyledim, yine de söyleyeceğim: 2000’li yıllarda “ormanlarımız” ile ormancılığımızda yaşananlar, pek ayırdında olunmasa da, AKP’nin ülkemizdeki kolaycı kapitalist sermaye birikimine, dolayısıyla talan temelli ekonomi politikalarının öne çıktığı bir alan da “ormanlarımız” ile ormancılığımız olmuştur*. Daha açık söylersem; AKP de Demirel gibi “orman” ve ormancılık “tutkunu” (!) olmuştur ama amacı, yanı sıra, yöntemi farklı olmuştur:
ü  Demirel hükümetleri dönemlerinde, ormancılığa daha çok “orman köylüsü” popülizmiyle yaklaşılmış; hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerden ve devlet ormancılığı düzeninden “orman köylülerinin kalkındırılması” amacıyla yararlanılmasına yönelik düzenleme ve uygulamalar yapılmıştır. Bu yönelimden yoksul köylülerin daha çok yararlandırıldığını söyleyebilirim.
ü  Erdoğan hükümetleri dönemlerinde ise, “devlet ormanı” sayılan yerlerden, başta turizm, madencilik ve enerji olmak üzere daha çok ormancılık dışı amaçlarla yararlanılmasına yönelik düzenleme ve uygulamalar öne geçmiştir. Dikkat edilirse, bu yatırım alanlarında temel girdilerden birisi arazidir. Siyasal iktidar, bu girdinin özellikle de, “devlet ormanı” sayılan yerler başta olmak üzere her türlü kamu arazisinden sağlanmasına öncelik ve ağırlık vermiş; “orman köylüsü” sayılanlara yaklaşımını ise neredeyse tümüyle yoksamış; ulufe ya da sadaka verircesine rastgele dağıttığı bağış ve kredilere indirgemiştir. 2000’li yıllarda 6831 sayılı yasada yapılan değişiklikler hemen hemen tümüyle bu doğrultuda olmuştur.
İnanmazsanız, Çizelge 1’e bir kez daha bakıp, 6831 sayılı yasanın, sözgelimi, 2003-2014 döneminde kaç kez değiştirildiğine dikkat edin ama bununla da yetinmeyin bence: Bu değişikliklerle neler yapıldığını bir irdeleyin. Ancak, çokça yapıldığı gibi, “şeytan taşlamak” ya da “gölge boksu yapmak” gibi “ne suya ne sabuna dokunan” vıdı vıdılardan kaçının. Biliyorsunuz sanırım; böylesi irdelemeleri aklım yettiğince yapmaya, çoğunu da sizlerle paylaşmaya çalıştım. Ama en iyisi, bu irdelemeyi, gerekirse Çizelge 1’den de yararlanarak sizlerin de yapmasıdır. Ben böylesi bir uğraşa gireceklere yardımcı olabilir düşüncesiyle AKP’nin yalnızca 6831 sayılı yasanın “başına ördüğü çorapların” başlıcalarını sergilemekle yetineceğim.
ü  2003 yılında çıkarılan 4999 sayılı yasanın 8. maddesiyle 6831 sayılı yasaya Ek Madde 8 getirilmiş, maddede;
Milli Parklar Kanununa tâbi alanlarda bulunan yerler ile bu yerler üzerindeki yapı ve tesisler, yirmidokuz yıla kadar kiraya verilebilir. Ancak, kiracının Çevre ve Orman Bakanlığınca belirlenen yerlerde, kiralanan alan miktarının 5 (Beş) katı kadar ağaçlandırma yapması zorunludur
            kuralına yer verilmiştir. Böylece, 2873 sayılı yasanın 2. maddesinin “d” bendinde yalnızca bilimsel araştırma ve eğitim yapılması olanaklı olan “tabiatı koruma alanları” da yapılaşmaya açılarak iki yasa arasında çelişki bir durum yaratılmıştır. Ancak, 2004 yılında çıkarılan 5192 sayılı yasayla madde yeniden düzenlenerek sözkonusu uygulama yalnızca milli parklarla sınırlandırmıştır.
ü  2004 yılında çıkarılan 5177 sayılı yasanın 34. maddesiyle 6831 sayılı yasanın 16. maddesi de değiştirilerek maddenin ilk fıkrası;
Devlet ormanları hudutları içerisinde maden aranması ve işletilmesi, Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uyularak, ruhsat grubu gözetilmeksizin yapılır. … Ayrıca madencilik faaliyetleri için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine fon bedelleri hariç olmak üzere orman mevzuatı hükümlerine göre bedeli alınarak izin verilir.
biçiminde düzenlenmiştir. Düzenlemeyle “devlet ormanı” sayılan yerlerde, madencilik etkinliklerinin yanı sıra bu etkinlikler için yapılması “zorunlu” görülen tesis, yol, enerji, haberleşme ve alt yapı tesislerine izin verilebilmesi de olanaklı kılınmıştır. Oysa, “hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlar” ile  “özel ormanlar” söz konusu olduğunda böyle bir “zorunluluk” durumunun aranmaması sağlanmıştır.
Öte yandan, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 5177 sayılı yasayla yeniden düzenlenen 7. maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine siyasal iktidar, bu kez 2010 yılında 5995 sayılı yasayı çıkarmıştır. Bu Yasanın 19. maddesiyle 6831 sayılı yasanın 16. maddesi yeniden düzenlenmiştir. Yapılan düzenlemeyle;
o    devlet ormanı” sayılan yerlerde maden arama ve işletme etkinliklerin gerektirdiği tesislere de 6831 sayılı yasaya göre izin verilmesi,
o    maden arama ve işletme etkinliklerinin “yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları” olarak ayrılan yerlerde de yapılabilmesi,
o    devlet ormanları sınırları içindeki tohum meşcereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda da Çevre ve Orman Bakanlığı’nın izniyle maden aranabilmesi ve işletilebilmesi,
o    madencilik etkinlikleriyle doğal yapısı bozulmuş “orman” sayılan yerlerin iyileştirilmesi,
o    madencilik etkinlikleriyle açılacak çukurlara inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıklarıyla doldurularak ağaçlandırmaya uygun (!) duruma getirilmesi için belediyelere bedeli karşılığında izin verilebilmesi,
o    üç ay içinde bu maddenin uygulanması için ayrı bir yönetmeliğin hazırlanması
olanaklı ve zorunlu kılınmıştır.
ü  6831 sayılı yasanın 17. maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilen üçüncü ve dördüncü fıkraları 2004 yılında çıkarılan 5192 sayılı yasayla yeniden düzenlenmiştir. Buna göre;
“…Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı ve katı atık bertaraf tesislerinin; sanatoryum, baraj, gölet ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez.
Maddede yer verilen; “…Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde…” koşulları söz konusu uygulamaları sınırlandırıcı bir düzenleme olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, bu düzenlemeye göre; “İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir.” Ancak, “devlet ormanı” sayılan yerlerden ormancılık dışı amaçlarla yararlanılması, “kamu yararı ve zaruret bulunması” gibi, bulunup bulunmadığının kim tarafından ve nasıl belirlenebileceğine ilişkin nesnel ölçütleri bulunmayann bir koşula bağlanmıştır.
ü  2004 yılında çıkarılan 5192 sayılı yasayla 6831 sayılı yasaya eklenen Ek Madde 9’da; “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünce yapılacak spor tesislerine bu Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrası esaslarına göre izin verilebilir. Verilen bu izinlerden bedel alınmaz.” kuralına yer verilmiştir.
ü  2009 yılında çıkarılan 5831 sayılı yasayla 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun yanı sıra 6831 sayılı yasanın 1744 sayılı yasayla değişik 2, 2896 ve 3302 sayılı yasalarla yeniden düzenlenen 2. maddesinin “B” bendiyle, “orman” sayılmayan ve çeşitli biçimlerde de kullanılan arazilerin işgalcilerince sahiplenilmesine yönelik işlemler büyük ölçüde kolaylaştırılmıştır.
ü  2010 yılında çıkarılan 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’la 6831 sayılı yasada da, başta 17. maddesi olmak üzere çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerle;
o   devlet ormanı” sayılan yerlerde verilecek izinler ile ilgili 17. madde değiştirilmiş,
o   Ek 9. Madde’ye “3202 sayılı Köye Yönelik Hizmetler Hakkında Kanun çerçevesinde köye ve bağlı yerleşim birimlerine yönelik yol, su, atık su, gölet, mezarlık ve altyapı hizmetlerinin yerine getirilmesi maksadı ile verilen izinlerden bedel alınmaz” fıkrası eklenmiş,
o   5 bentten oluşan Ek Madde 11 getirilmiş;
o   Yasada bir de Geçici Madde 8’e yer verilmiştir. Yapılan bu düzenlemelerle
§  devlet ormanı” sayılan yerlerde verilebilecek izinler hem kolaylaştırılmış hem de uygulanma kapsamı genişletilmiş;
§  kimi izinler bedelsizleştirilmiş;
§  izin verilen tesislerin tamamının veya bir bölümünün kiralanmasının veya özelleştirme uygulamaları kapsamında işletme hakkı ile yap-işlet-devret modeli ile yaptırılmasına izin verilen yerlerin üçüncü kişiye devri olanaklı kılınmış;
§  8 Kasım 2003 tarihinden önce verilen turizm ve diğer izinlerin kesin izin haklarının devam etmesi sağlanmış,
§  izinli saha içinde kalmak koşuluyla mevcut tesislerde tadilat, kapasite, tür ve sınıf değişikliğine izin verilmiş,
§  Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından verilen tadilat, kapasite, tür ve sınıf değişikliği izinleri dâhil olmak üzere daha önce turizm amaçlı tesisler için verilen izinler ile diğer izinlerin Orman Kanunu’nun 115. maddesine göre irtifak hakkına dönüştürülmesi olanaklı kılınmıştır.
ü  AKP, “İkiBe arazilerini” satmak için, bağışlayın lütfen, deyim yerindeyse “yırtındığı”  yasal düzenlemeyi, 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanununu 2012 yılında çıkarttırarak büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Ancak, aklı başında oldukları sanılanların bile akıl almaz bir dar görüşlülükle “2B Kanunu” olarak andıkları bu düzenlemeyle “İkiBe arazilerinin” satışından çok daha önemli düzenlemeler yapılmıştır*. Çıkarıldıktan sonra kısa aralıklarla dört kez (2013/6412; 2013/6444, 2014/ +Geçici Madde 2; 2014/ +Geçici Madde 3) değiştirilen 6292 sayılı yasayla;
o   6831 sayılı yasanın 7-12 ve 17, maddeleri değiştirilmiş;
o   Ek Madde 9’a yeni fıkralar eklenmiş;
o   Geçici Madde 9 getirilmiştir.
Böylece, “orman” sayılabilecek yerlerin sınırlandırılması ve kadastrosu işlemler kolaylaştırılmış; “devlet ormanı” sayılan yerlerin ormancılık dışı amaçlarla kullanım olanakları artırılmıştır. Sözgelimi; Ek Madde 9’a;
Gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri ya da vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları hariç olmak üzere; yükseköğretim kurumlarına eğitim ve araştırma maksatlı tesisler yapılması için bu Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrası esaslarına göre orman sayılan alanlardan bedelli izin verilebilir. Ayrıca, izin verilen bu alan içinde izin sahibi yükseköğretim kurumuna veya Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne yurt yapılması maksadıyla bedelli izin verilebilir.”
fıkrası eklenmiştir. Ek olarak; getirilen Geçici Madde 9’la;
Tapuda kişiler adına kayıtlı iken, orman sınırları içerisinde kaldığı gerekçesiyle tapuları iptal edilen yerler üzerinde bulunan ve 31/12/2011 tarihinden önce müsaderesine karar verilen ve Orman Genel Müdürlüğü sabit kıymetlerine alınan tesislerden 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamındaki fabrika veya ticarethane niteliğindeki tesisler öncelikle kullanıcılarına olmak üzere yirmi dokuz yıla kadar kiraya verilebilir.”
Bu noktada; “- İyi de bu düzenlemelerle ‘orman köylüsü’ sayılanların kalkındırılması ile ne ilişkisi var?” sorusu akla gelmez mi; benim aklıma geliyor doğrusu. Başka, başka kimlerin aklına geliyor, bilmiyorum; sözgelimi Ana Muhalefet Partisi’nin ya da kendisini “orman köylüsünün örgütü” olarak tanıtan Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği (ORKOOP) ile üyesi İl Birlikleri ve kooperatiflerin mi; çiftçi “sendikalarının” mı; kimlerin?
***
“Sonsöz” yerine birkaç öneride bulunsam…
Kimseler dikkate alır mı dersiniz? Buraya değin sabırla okuyabilmiş okurların kimileri, büyük bir olasılıkla; ”- Bu koşullarda mı?” diyecektir. Doğrusu, haksız da sayılmazlar. Ancak, bilenler bilir; ben aklımın, birikimimin elverdiğince yalnızca “durum saptaması yapmakla” özen gösteririm. Bu kez da öyle yapacak; deyim yerindeyse. “olmayacak duaya amin” demek gibi olsa “naçizane” önerilerimi tartışmaya açacağım. Ama önce birkaç saptama:
ü Orman ekosistemleri kamusal varlıklardır; dolayısıyla, en geniş anlamıyla kamusal yararı gözetilecek biçimde yönetilmesi, yerine getirilmesi kaçınılamayacak bir gerekliliktir.
ü Orman ekosistemlerin kamusal varlıklar olması, ormancılık etkinliklerinin kamu hizmeti olarak tasarlanmasını, planlanmasını ve yürütülmesini zorunlu kılıyor!
ü Kamu hizmetleri, göreceli olarak en etkin biçimde demokratik kamu yönetimleri tarafından görülebilir!
ü Ülkemizde hukuksal olarak “orman” sayılan yerler, kural olarak ve yalnızca üzerinde  “doğal olarak oluşmuş ya da emekle oluşturulmuş”, hukuksal olarak da “orman ekosistemi” sayılabilecek nitelikte ağaç ve ağaççık topluluklarının bulunduğu yerlerdir. Başka bir söyleyişle; ülkemizde hukuksal olarak “orman” sayılan yerler, genel olarak arazi temelli planlamalar sonucu ekolojik, toplumsal, kültürel ve ekonomik gerekçelerle “orman” olması, ormancılık yapılması gereken yerler olarak belirlenmemiştir. Bu, günümüzde bile giderilmesi zorunlu olan bir yoksunluktur!.
ü Ülkemizde hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerin tümüne yakın bir kısmının devlet mülkiyetinde bulunması; bugüne değin ormancılık alanında gerçekleştirilen her türlü alt yapının (araştırma, tesis, yol, bina, vb) devlet tarafından ve ağırlıkla da “ormanların” işletilmesinden sağlanan gelirlerle gerçekleştirilmiş, yanı sıra, ormancılıkta yaşamsal önem taşıyan bilgi ve deneyim birikiminin yeterli düzeyde olması  ise “ormanlarımızın” yönetimini üstlenecek demokratik kamu yönetimlerinin etkinliklerini büyük ölçüde kolaylaştırabilir!
ü Yurttaşlarımızın “ormanlarımıza” ve ormancılığımıza yönelik duyarlılık düzeyi giderek yükseliyor; ormancılık hizmetlerinden beklentileri hızla değişiyor!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu’nun, dolayısıyla da bu yasa uyarınca çıkarılan yönetmelik, genelge ve yönergelerin bütünlüğü bozulmuş; tutarlılığı kalmamıştır; çok daha önemlisi, 6831 sayılı yasanın nasıl bir ormancılık politikasının uygulama aracı olduğu artık tümüyle belirsizleşmiştir!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu ormancılık politikaların, stratejilerinin tasarlanması, planlanması, bu doğrultuda uygulanacak eylemlerin planlanması ve yürütülmesi sırasında gözetilecek ormancılık ilkelerinden yoksundur!
ü 6831 sayılı Orman Kanunu’nun “ne kanunu olduğu”; daha açık bir söyleyişle “orman kanunu” mu yoksa “ormancılık kanunu” mu olduğu belirsizdir! Bu belirsizlik nedeniyle, “orman” sayılan yerlerin yönetiminde yaşamsal önemde sorunlar yaşanıyor! Başta 2873 sayılı Milli Parklar, 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu ile 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun olmak üzere “ormanlar” ve ormancılıkla doğrudan ve dolaylı olarak ilgili ancak birbirleriyle bağdaştırılabilmesi güç çok sayıda hukuksal düzenlemenin bulunması, bu gerçeğin açık kanıtıdır!
Bu nedenlerledir ki, 6831 sayılı Orman Kanunu her türlü kaytarmacılıklara, aşma çabalarına, yanlış ya da farklı, daha kötüsü, keyfi yorumlara, dolayısıyla “ormanlarımıza”, yanı sıra, “devlet ormancılığı düzenine zarar verebilecek uygulamalara hukuksal dayanak sağlıyor. Örneğin; 57. Maddesi ve bu maddenin uygulanmasını düzenleyen Yönetmelik bile tek başına bu gerçeği açıklıkla ortaya koyuyor. Bu gerçekten hareketle, öneriyorum ki;
ü  yukarıdaki başlıcalarını sergiledim saptamalar göz önünde bulundurularak, bütüncül, tutarlı, çok boyutlu bir yaklaşımla hazırlanacak Ormancılık Kanunu çıkarılmalıdır!
ü  6831 sayılı Orman Kanunu, yürürlükten kaldırılmalıdır !
***
“- Peki, nasıl bir Ormancılık Kanunu?” derseniz; onu da akıl ve beden sağlığım elverirse başka bir “…Sessiz Tartışmalar”da tartışmaya çalışırım
Öte yandan; böyle bir öneride bulunmamı “olmayacak duaya amin” vb bir yargıyla değerlendiriyor da olabilirsiniz kuşkusuz; saygı duyarım. Ancak saygı duymakla yetinmem; öyle değerlendiriyorsanız eğer, sizin görüşlerinizi öğrenmek, dahası, tartışmak da isterim. Evet, yanıtlanmasını önerdiğim sorular “çok basit” çünkü:
·         6831 sayılı Orman Kanunu altmış yıl boyunca “ormanlarımıza” ve ormancılığımıza neler getirdi; “ormanlarımızdan” ve ormancılığımızdan neler götürdü?
·         N’olcek şu 6831 sayılı Orman Kanunu’na?
***
Biliyorsunuz; yalnızca önerenin değil soranın da “bir yüzü kara…”

                                                        





* Anımsıyorsunuzdur, hep söylüyorum çünkü: Ülkemizde “orman” denilince akla yalnızca orman ekosistemleri gelmemelidir; herhangi bir yer üzerinde orman ekosistemi yoktur, ancak, “ormancılık” amacıyla kullanılmak üzere hukuksal olarak “orman” sayılabilir. Tersi de olasıdır: Herhangi bir arazinin üzerinde ekolojik olarak  orman ekosistemi sayılabilecek ağaç ve ağaççık topluluğu bulunabilir ama hukuksal olarak yapılan  tanımın gereklerine sahip değildir; dolayısıyla da hukuksal olarak “orman” sayılmayabilir.  Bu ayrım yapılmadığında tartışmaların eksik, daha da önemlisi, yanlış vargılara yol açabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle, ben bu tartışmada da,  “hukuksal olarak ‘orman’ sayılan/sayılmayan” yerler ile “orman ekosistemleri “ayrımını yapıyor; bu ayrımı yapmadığım durumlarda ise “orman” ya da “ormanlar” söylemini kullanıyorum.
*  Bu bağlamda yapacağım anımsatmaları, kolaya kaçıp Türkiye Ormancılık Tarihi başlıklı çalışmamın 106-111. sayfalarından özetledim; gözünü seveyim “kes-yapıştır tekniğinin”☻ (Söylemek gibi olmasın; kitap,  ODTÜ Geliştirme Vakfı  Yayıncılık ve İletişim AŞ tarafından 2012 yılında yayımlanmıştır.)
*  Bu noktada, Yasanın konuyla ilgili 40. maddesinde; “Yapılacak işin civar köylülerin işgücünün kafi gelmemesi veya işe ehil olmamaları veya fahiş fiyat istemeleri gibi hallerde bu işler taahhüt yoluyla da yaptırılabilir.” yaptırımına yer verildiğinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir.
* Bu zorluğuna karşın Orman Genel Müdürlüğü tarafından yalnızca 4264 köyde bir araştırma yapılabilmiştir. Bu araştırmanın bulgularına göre 4264 köyün 1184’ünün “bulundukları yerde kalkındırılamayacağı” saptanmıştır (Türkiye’de Ormancılık Problemleri ve Hal Çareleri, (Çoğaltma), Orman Genel Müdürlüğü, Ankara, 1961). Ayrıca Fritz Baade, bu araştırmanın bulgularından hareketle şu tezleri öne sürebilmiştir: “…var olan orman köylüsü nüfusun % 20’si (bu, 300 bin aile birliğinde yaklaşık iki milyon nüfustur.) ormanlara yapılan baskıyı hafifletmek amacıyla imkân olduğu kadar kısa zamanda başka yerlere aktarılarak yerleştirilmelidir.” (FAO Türkiye Raporu, (Prof. Dr. Fritz Baade Başkanlığındaki FAO Kurulunun Hazırladığı Rapor), Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası 100. Yıl Dönümü Yayını, Ankara,  1962).
* Anımsıyorsunuzdur; 1961 Anayasasının kabul edilmesini izleyen ilk yıllarda, saygıyla  anıyorum, İsmet İnönü’nün Başkanlığında üç hükümet (26, 27 ve 28. Hükümetler) kurulmuştur. Bu hükümetler döneminde girişimde bulunulmuş ancak  ne Anayasada ne de 6831 sayılı yasada bir değişiklik yapılmıştır. Bu arada, Bülent Ecevit’in Başbakanlığında oluşturulan 40 (21/06/(1977-21/07/1977) ile 42. (05/01/1978-12/11/1979) ve 56 (11/01/1999-28/05/1999) ile 57. (/05/1999-19/11/2002) hükümetler dönemlerinde de 6831 sayılı yasanın değiştirilmesine yönelik bir girişim gündeme gelmemiştir. Buna karşılık, 40 ve 42. Dönemlerde, ormancılık politikalarının özellikle “orman köylüleri” boyutunda son derece köklü değişiklikler olmuştur. Başka bir söyleyişle; 1975 yılında Demirel’in Başbakanlığında kurulan 39. Hükümet döneminde çıkarılan 1906 sayılı yasanın sağladığı olanakları daha çok bu hükümetler döneminde kullanılmıştır.

*  İÜ Orman Fakültesi, bir zamanlar böylesine duyarlıydı işte. Orman fakültelerinin sayısı şimdilerde onbire ulaştı; hiç seslerini duyuyor musunuz ?Ne diyeyim; “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.”
* Bir kez daha belirteceğim, üzerine alınan alınsın: “Ormanlarımızın” ve devlet ormancılığı düzeninin sermayeye daha çok açılmasına yönelik düzenleme ve uygulamalar, temelde, egemen sınıfların baskısı ve yönlendirmesiyle olmamıştır: Süreç, deyim yerindeyse, “kraldan çok kralcı” kesilen uyanık ama işbilmez yandaş ormancı bürokratlarla çabalarıyla başlatılmış ve sürdürülmüştür.  Ne var ki,  “topal eşeğiyle kervana katılmaya” çalışan bu bürokratların özelleştirmeye çalıştıkları ormancılık alanlarını ilk kapışanlar,  en azından başlangıçta, “solcu” eskisi emekli ormancı teknokratlar olmuştur. Geçmişin anlı şanlı , direngen TMMOB Orman Mühendisleri Odası, Türkiye Ormancı Derneği vb meslek örgütleri ise bu süreci bir süre “mahcup” bir tutumla izlemiş; sonraları ise bu sürecin  bilerek ya da bilmeyerek  destekçisi olabilmiş; dahası, bu süreçten yararlanmaya bile kalkışmıştır.
* Yeri gelmişken bir kez daha  belirtmeden geçemeyeceğim: çoğu işbilmez, 6292 sayılı yasaya,  akıl almaz bir indirgemecilikle “İkiBe Yasası” diyor; çok yanlış ! 6292 sayılı yasa,  6831 sayılı yasanın  “İkiBe”sinden çok daha yıkıcı sonuçlar verebilecek olan “İkiAa”sının uygulamasının da Anayasaya aykırı olarak yapılmasını da düzenliyor.  Belirtmekten usandım artık; böylece, Anayasanın  özellikle 170. Maddesine aykırılığı  pekiştiriliyor.  “İkiBe arazilerinin” işgalcilerine, kullanıcılarına, dolaylı yoldan da büyük inşaat  şirketlerine satılması, sözün gelişi “bir dert” ise “İkiAa” uygulaması “ben diyeyim onbin, siz deyin yüzbin” dert olacaktır. Ek olarak; görünüşe bakılırsa, yine benden başka kimseler dert edinmiyor: 6291 sayılı yasayla devlet mülkiyetindeki tarım arazileri de satılıyor. Bilmeyenler için söylüyorum: Bu denli yalın bir gerçeği öğrenin artık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder