
İnanılır gibi değil: “Bay Başkan” hazretleri (!) bu kez
bürokratlarının gerisinde kaldı: Anımsarsanız, 15 Mart 2015 günü kalktı; “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa
Türkiye’de öyle yönetilmelidir.”
buyruğunu verdi. Haberi yoktu sanırım: Ülkemizde devlet kuruluşları, 2003
yılından bu yana bakkal dükkânı, bağışlayın, “anonim şirket” gibi yönetilmeye
çalışılıyordu zaten. Üstelik bu doğrultuda çaba gösterenlerin birisi de,
Orman Genel Müdürlüğü idi. Sözgelimi, son genel seçimlerde AKP Karabük
Milletvekili seçilen dönemin Orman Genel Müdürü Osman Kahveci, henüz 2005
yılında iken; “"Her
türlü orman faaliyetinde özel sektörden yararlanmak istiyoruz. Değişmezsek
değişimin ayakları altında ezileceğiz. Tüccar gibi davranmazsak batma sinyalleri verip maaşları bile ödeyemez
hale geleceğiz" diyebilmişti. Çoğu
Anayasanın 169 ile 170. maddelerine, yanı sıra, 6831 sayılı Orman Kanunu’na
da aykırı birçok düzenleme ile uygulamalar yapan Orman Genel Müdürlüğü, en
son 20 ile 22 Mart 2015 tarihlerinde yürürlüğe koyduğu iki yönetmelikle bu
alandaki başarılarına (!) yenilerini ekledi. Deyim yerindeyse, “adım gibi
biliyorum” ki, bu gelişme de “dikkatinizden kaçtı”☺ya da bu iki yönetmelikle
ilgili “sessiz tartışma” da ilginizi hiç çekmeyecek. Çekmesin; ama ben yine
de “sessizce” tartışmaya çalışacağım.
Yücel ÇAĞLAR
|
ANIMSATMALAR
Ülkemizde
artık her şey ama her şey öylesine kolay, öylesine çabuk unutuluyor ki, sıkça
anımsatılmadan verimli bir tartışmanın yapılabilmesi giderek olanaksızlaşıyor.
Öyle ki, büyük olduğu düşünülen aşklar bile “bir gece ansızın” bitebiliyor;
tarafların gündeminden bir daha hiç anımsanmamacasına çıkabiliyor. Yenilgilerimizden,
yaşamak zorunda kaldığımız olumsuzluklardan artık bıktığımızdan mıdır nedir,
hiçbir gelişmeyi gündemimizde tutmak istemiyoruz. İyi mi yoksa kötü mü yapıyoruz,
doğrusu kestiremiyorum. Kestiremiyorum ama böyle olsun da istemiyorum;
istiyorum ki, yaşantılar bir iz bıraksın. Bırakmadığında, tarihsizleşiyoruz çünkü.
Dolayısıyla; yanlışlıklarımızı sürgit yinelememiz de kolaylaşıyor. Peki; ben
şimdi bunları neden söylüyorum? Deyim yerindeyse, “entel takılmak” için değil
kuşkusuz; sözü, böylesi unutmaların olumlayabileceğimiz, dahası, sahip çıkmamız
gereken durumların, olanakların gözden kaçırılmasını da kolaylaştırdığına
getirmek istiyorum çünkü. Buysa zayıflıklarımız sürekli olarak besliyor,
kalıcılaştırıyor. Sözgelimi, 1982 Anayasasının hangi koşullarda hazırlandığını,
sonra da yurttaşlarımızın neredeyse tümü tarafından benimsendiğini anımsayalım:
Hemen hemen herkes, her fırsat yakınıyor bu anayasadan. Ben de en başından bu
yana yakınanlardan, belki de başında gelenlerinden birisiyim. Yakınıyor ama
gerekli gördüğümüz doğrultuda değiştirilmesi için yeterince çaba gösteriyor
muyuz; hayır, göstermiyoruz bence. Oysa bu anayasanın çok az da olsa
olumlanabilecek kuralları var bence, nasıl oldu da yer verildiğini bilemiyorum
ama var işte! Peki; bu kuralların gerektiğince yaşama geçirilmesi için gerektiğince
çaba gösteriyor; bu kurallara aykırı düzenlemeler ile uygulamalara karşın
yeterince direngen olabiliyoruz mu? Sizleri bilmem ama ben sorulara olumlu
yanıtlar veremiyorum. Sözgelimi, Anayasanın 169 ile 170. maddelerini anımsıyor
musunuz; izin verirseniz kısaca anımsatayım: Anayasanın, “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” başlıklı 169. maddesine göre;
ü
Bütün ormanların
gözetimi devlete aittir.
ü
Devlet ormanlarının
mülkiyeti devrolunamaz.
ü
Devlet ormanları
kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir.
ü
Bu ormanlar (devlet
ormanları) zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına
konu olamaz.
ü
Ormanlara zarar
verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine
yol açan siyasî propaganda yapılamaz;
ü
Orman olarak
muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına
dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31.12.1981
tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş
olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya
hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir,
kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman
sınırlarında daraltma yapılamaz.
Şimdi
de Anayasanın “Orman Köylüsünün Korunması” başlığı altında yer
verilen 170. maddesindeki kuralları anımsayalım. Bu maddeye göre;
ü
Ormanlar içinde veya
bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması
bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın
işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen
bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi;
ü
bilim ve fen
bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve
orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya
tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya
edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.
ü
Devlet, bu halkın
işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı
tedbirleri alır.
ü
Orman içinden
nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.
Bu anayasal kuralları anımsadınız sanırım. Ne ki, ben bugüne
değin bu kuralların eksiksiz olarak nasıl yaşama geçirilebileceğine yönelik araştırmaların
yapıldığını; bu doğrultuda istemlerin gündeme getirildiğine, gerçekleştirilmesi
için de tutarlı, kararlı savaşımların verildiğine hemen hemen hiç tanık
olmadım. En son 2012 yılında çıkarılan, en ilgili ve de bilgili olması beklenen
kamuoyunda da bile “ikibe yasası” olarak anılan 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının
Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin
Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun ile
ilgili tartışmaların ne denli sığ, yüzeysel ve bilgisizce yapıldığını gözden
kaçırmış olmazsınız. Bu yasa, örneğin, Anayasanın 169, özellikle de 170.
maddesindeki bu kurallara açıkça aykırıdır. Öte yandan;
ü “devlet
ormanı” sayılan yerlerde, “özel ağaçlandırma” adı altında özel meyveliklerin oluşturulması,
ü başta
orman ekosistemleri yönetiminin planlanması olmak üzere temel ormancılık etkinliklerinin
ihaleyle özel kişiler ile kuruluşlara yaptırılması,
ü
“devlet ormanı” sayılan yerlerden kamu yararı olmaksızın da ormancılık
dışı çeşitli amaçlarla yararlanılması,
ü
devlet mülkiyetindeki orman ekosistemlerinde orman ürünleri
hasadının, yasal koşullar aranmaksızın özel kişi ve kuruluşlara yaptırılması;
bu kapsamda orman ekosistemlerini oluşturan ağaçların henüz dikili durumdayken
satılması
vb uygulamalar da Anayasanın söz konusu maddeleriyle
bağdaştırılamaz. Öncelikle bu türden uygulamalar yerine orman ekosistemlerine
zarar verebileceği düşünülen ikincil önemde, tekil uygulamalara karşı çıkmakla
yetinilmesi; çok daha önemlisi, söz konusu kuralların yaşama geçirilmesine
yönelik çabalardan ısrarla kaçınılması hangi akla hizmettir, anlaşılabilmesi
güç bir tutumdur.
Öte yandan;
ü
orman ekosistemlerinin, dolayısıyla ormancılık çalışmalarının
evrensel ve ülkesel özellikleri ile koşullarını öğrenmeye direnilmesini,
ü
“yeni” tekniklerin, yönetim “modellerinin” ülkemizdeki orman
ekosistemlerinin yapısal özellikleri ile ormancılık koşullarını gerektiğince
göz önünde bulundurmadan geliştirilmesini (“başka
ülkelerden olduğu gibi aktarılması” mı deseydim acaba?), giderek de uygulanılmasını,
ü
anayasal ve yasal çok sayıda kuralın varlığına karşın,
“orman” sayılan yerlerin için ve bitişiğinde yaşayan; orman ürünü hasat
çalışmaların köleler gibi çalıştırılan yoksul köylülerin sorunlarına köklü
çözümler getirmek yerine daha çok onları oylamaktan öteye geçmeyen
uygulamaların peşinde koşulmasını,
ü
ormancılığımızda son derece köklü dönüşümler birbirinin ardı
sıra gerçekleştirilirken “doğa/orman/toprak popülizminden” öteye geçmeyen
etkinliklerle oyalanılmasını
kimler, nasıl açıklayabilir doğrusu bilemiyorum. Bu
değerlendirmeler yalnızca benim bilgisizliğimden, kavrama yetersizliğimden mi
kaynaklanıyor acaba? Onlarca yıldır
anlatmaya çalışmama karşın kimselere anlatamadığıma bakılırsa, sanırım öyle;
yeterince bilgili değilim, yanı sıra, kavrama yetim de son derece zayıf. Bu
nedenle; Orman Genel Müdürlüğü’nün 20 ile 22 Mart 2015 günlerinde çıkardığı
yönetmeliklerle ilgili “sessiz tartışmalarım” da, deyim yerindeyse, “havanda su
dövmekten” öteye geçemeyecektir. Geçemesin, ben yine de tartışacağım. Belki,
bir iki kişinin “kulağına kar suyu kaçırabilirim.
MAHALLE BAKKALLARI, “BAKKALLLAR ZİNCİRİNE” DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR…
Özellikle 2011 yılında çıkarılan çok sayıda
kanun hükmünde kararnameyle, ülkemizde kamu kurumları ile kuruluşlarının
çoğunluğu, benzetme yerindeyse, “mahalle bakkallarına” dönüştürülmüştü, Sonraki
yıllarda, bu “bakkalların” yaygınlaştırılması amacıyla çeşitli düzenleme ve
uygulamalar da yapıldı. Bu süreçte, sözgelimi; devlet hastaneleri, okulları ile
sanat kurumları, dahası spor kulüpleri bile en iyisinden “müşteri
memnuniyetini” ençoklamak amacıyla çırpınan kuruluşlara dönüştürüldü. Ne ki, bu
süreçten göreceli olarak en çok zarar görebilecek yurttaşlarımız bile bu
doğrultudaki düzenleme ve uygulamalarla nedense gerektiğince ilgilenmedi. “Ağaç
dikme” sevdalıları, toprak erozyonunu önleme meraklıları, akarsuları kurtarma
“savaşçıları” vb bir yana ormancılık meslek örgütleri ise devlet ormancılığı
düzeninin “bakkallar zincirine” dönüştürülmesini izlemekle yetindi, dahası,
kimileyin de bu sürece destek olabildi. Bakın göreceksiniz; aşağıda “sessizce
tartışacağım” iki yönetmeliğin olası getirileri ile götürüleri de bu çevrelerin
tartışma gündemine bile giremeyecek.
***
20 Mart 2015 tarihinde yürürlüğe
konulan
Orman Ürünlerinin Satış Usul ve
Esasları Hakkında Yönetmelik
|
Yönetmeliğin
15. maddesiyle;
ü 1998 yılında
çıkarılan “Orman Ürünlerinin Tahsisli
Satışları Hakkında Esaslar” konulu Bakanlar Kurulu Kararı ile
ü 1952 yılında
çıkarılan, sonra da birçok kez değiştirilen Devlet Orman İşletmesi ve Döner Sermayesi Yönetmeliği
yürürlükten kaldırılmıştır*. Bu, yadırganacak bir durum değildir;
iki düzenleme de devlet orman işletmelerinin “mahalle bakkallarına”
dönüştürülebilme olanakları kısıtlıyordu çünkü. Ne var ki, Yönetmelikle yapılan
öteki düzenlemeler, devlet orman işletmeciliği düzeninin ekonomik etkinliğini
düşürmesinin yanı sıra tekelci kârların giderek özel kuruluşlara devredilmesine
yol açabilecektir:
1)
Orman
Genel Müdürlüğü’nün yalnızca orman işletme müdürlükleri değil, tüm birimlerinin
“döner sermayeli işletmelere”;
dolayısıyla da işlendirdiği kamu görevlileri de ağırlıkla piyasa için mal ve hizmet
üretenlere destek sağlayacak personele dönüştürülmüştür.
2)
Bilindiği
gibi, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 30. maddesine göre;
“Devlet
ormanlarından elde edilen ürünlerin piyasa satışlarında açık artırma esastır…
“Kamu kurum ve kuruluşlarının ihtiyaçları ile
lüzum ve fayda görülen veya acele olarak satış yapılmasını gerektiren hallerde,
her türlü orman ürünü piyasa fiyatı üzerinden tahsisen satılabilir.”
Buna karşılık, Yönetmeliğin 9. maddesinin 1.
fıkrasıyla;
“o) Biyokütleden
elektrik enerjisi üreten tesislere yakacak odun, kesim artık süceyrat odunu ve
kökler(in)”
“ö) Yıllık odun
hammadde işleme kapasitesi yirmibeşbin metreküp ve üzeri olan türlü fabrika ve
tesislere, yıllık kapasite kullanım miktarlarına göre Genel Müdürlükçe belirlen
oranlarda odun ve dikili ağaçlar(ın)”
da
tahsisli olarak satılabilmesi olanaklı kılınmıştır. Böylece, aralarında “dikili ağaçların” da bulunduğu orman
ürünleri satışında büyük ölçekli sanayi kuruluşlarına, önemli bir ayrıcalık sağlanmıştır.
2)
1998
yılında çıkarılan “Orman Ürünlerinin
Tahsisli Satışları Hakkında Esaslar” ” konulu Bakanlar Kurulu kararında “Devlet ormanlarından dikili halde bulunan
ağaç, ağaççık ile bunların üretimi sonucu elde edilen her türlü hasıla” olarak
tanımlanan “orman ürünü” için bu kez;
“Devlet ormanlarından dikili halde bulunan
ağaç, ağaççık ve bunlardan elde edilen orman ürünleri ile bu ormanlardan elde
edilen her türlü odun dışı orman ürünü ve fidanlıklarda üretilen ürünler”
tanımı yapılmıştır. Böylece; daha önce
yalnızca 17 başlık altında sayılan durumlarda, belirli kuruluşlara “tahsisli satışların” yapılabilmesini
düzenleyen kural, Yönetmelikle özel bir uygulama olmaktan çıkarılmış; bu
kapsamda da 2000’li yıllarda hızla yaygınlaştırılmasına çalışılan “dikili ağaç satışı” uygulaması
genelleştirilmiştir*. İlginçtir; “orman
köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın ya da kooperatiflerinin üst örgütü olan bu
uygulamadan gerektiğinde “tahsisli” olarak da yararlanabilen Türkiye Ormancılık
Kooperatifleri Merkez Birliği (OR-KOOP) bu süreç karşısında etkili bir karşı
duruş sergileyememiştir.
3)
Yönetmeliğin
6. maddesinin 7. fıkrasına göre;
“Orman ürünlerinin satış işlemleri çok yıllık
olarak da yapılabilir. Bununla ilgili usul ve esaslar Genel Müdürlükçe
belirlenir.”
Açıktır ki, böylesi
bir uygulamadan ancak gerekli parasal, araç ve gereç olanaklarına sahip olanlar
göreceli olarak daha kolay yaranabilecek; dolayısıyla, uygulama, köylüler ile
gerektiğince donanımlı olamayan kooperatiflerin giderek tasfiye olmasına;
tekelci yapıların bu alanda da egemenleşmesine yol açabilecektir.
Öte yandan; Yönetmelik,
“dikili ağaç satışlarının” da çok yıllık olarak yapılması durumunda;
ü
bu
uygulamanın yapılacağı orman ekosistemlerinin yapısal özelliklerini;
ü
olası
alıcılarla yapacağı anlaşmaların koşullarını,
ü
anlaşmaların
süresini
vb durumları
belirleme yetkisi, Orman Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır. Böylece, idarenin keyfi,
kayırmalı satış işlemleri yapması da olanaklı kılınmıştır.
***
22 Mart
2015 günü yürürlüğe konulan
Orman Genel Müdürlüğü Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliği
|
Bakanlar Kurulu tarafından 1952 yılında
yürürlüğe konulan; izleyen yıllarda birçok kez değiştirilen Devlet Orman
İşletmesi ve Döner Sermayesi Yönetmeliği’nde yer verilen kuralların çoğuna yeni yönetmelikte de yer verilmiştir. Ancak,
bu Yönetmelikte de devlet orman işletmeciliği düzeninde çeşitli
kargaşalara yol açabilecek düzenlemeler yapılmıştır:
1)
Yeni Yönetmelik, yalnızca “devlet orman
işletmelerini” değil, Orman Genel Müdürlüğü’nün tüm döner sermaye işletmelerini
(orman
işletmeleri ile orman fidanlık müdürlükleri) kapsayacak biçimde düzenlenmiştir. Ne var ki, 11. maddesinde, “Genel Müdürlük Döner Sermaye Bütçesi; işletme,
fidanlık müdürlükleri, Döner Sermaye Merkez Şube Müdürlüğü ile Yedek Parça Depo
Müdürlüğü bütçelerinden oluşur” kuralına yer verilmiştir.
2)
Yönetmeliğin
3. maddesinde; “döner sermayenin tahsis
amacını gerçekleştirmek üzere kurulan döner sermaye işletmeleri” olarak
tanımlanan “işletmelerin faaliyet
alanları” kapsamında sayılan çalışmaların çoğu, bu kapsamda, örneğin;
b) Amenajman ve
işletmecilikle ilgili her türlü plan ve proje yapmak,
ç) Her çeşit orman
ürününün kesimi, taşınması ve depolanması işlerini yapmak,
d) Ormanlardaki
artıkları kıymetlendirmek, değerlendirmek ve temizlemek,
e) Ormancılık ve
orman ürünleri hakkında danışmanlık hizmetleri vermek,
f) Orman içi
ağaçlandırma ve silvikültür faaliyetleri yapmak,
da sayılmıştır. Bu düzenlemeye göre, bu
çalışmaların, sözgelimi 5531 sayılı Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve
Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanuna göre kurulan ve
çalışmaları düzenlenen özel bürolara ya da serbest mühendislere ihaleli
yaptırılabilmesi olanaksızdır. Böyle iken, Yönetmeliğin 6. maddesinde ise
“işletme giderleri” arasında;
a) Bu Yönetmeliğin 4
üncü maddesinde sayılan iş, hizmet ve faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için
gerekli olan mal ve hizmet alımları ile
danışmanlık,
b) Amenajman ve
işletmecilikle ilgili yaptırılacak
her türlü plan ve proje…,
c) Her çeşit orman
ürününün; kesimi, taşınması ve depolanması işlerinin yapılması veya yaptırılması…,
ç) Ormanlardaki
artıkların kıymetlendirilmesi, temizlenmesi ve temizlettirilmesi…
e) Orman içi
ağaçlandırma, silvikültür faaliyetlerinin yapılması veya yaptırılması…
da sayılmıştır. Bu düzenlemeye göre,
örneklenen çalışmaları orman işletmeleri tarafından mı yapılacağı yoksa özel bürolara mı yaptırılacağı belirsizleşmiştir.
3)
Özelleştirilen
“Devlet Ormanlarında ağaçlama, bakım, imar, yol yapımı, kesme, toplama, taşıma,
imal gibi orman işlerinin” teknik
gereklere göre yapılması rastlantılara bırakılmıştır: Yürürlükten kaldırılan Yönetmeliğin 19.
maddesinde
"Bu işleri yapacak müteahhitlerden, işin
mahiyet ve hacmine göre ormancı teknik eleman çalıştırmaları istenilir."
kuralına yeni Yönetmelikte yer verilmemiştir.
Oysa bilindiği gibi, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun en son 1983 yılında
düzenlenen 40. maddesinde;
"Bu işleri yapacak müteahhitlerden,
işin mahiyet ve hacmine göre ormancı teknik eleman çalıştırmaları istenilir."
kuralına yer verilmiştir. Hızla
yaygınlaştırılmasına çalışılan özelleştirme uygulamalarıyla birlikte
değerlendirildiğinde, bu düzenlemenin;
ü "ormancı teknik
elemanları" arasındaki işsizlik oranını daha da büyülteceği,
ü ormancılık çalışmalarının
teknik gereklere uygun olarak yapılmasını rastlantılara bırakacağı; dolayısıyla
ü orman
ekosistemlerinin özellikle orman ürünü hasat çalışmalarında daha çok zarar
görmesine
yol açacağı açıktır.
4)
Önceki
Yönetmeliğin 1. maddesinde “devlet orman
İşletmelerinin amaç ve görevleri” arasında sayılan “orman tahribatını önlemek üzere fon tesis etmek” görevi, yeni
Yönetmelikte yürürlükten kaldırılmıştır. Gerçekte, bu görev daha önce hemen
hemen hiç yerine getirilmemiştir. Açıktır ki, bu düzenlemeyle; en azından çevre/doğa/orman
sever kişi ve kuruluşlar ile ormancılık meslek örgütleri, gerektiğinde
başvurabilecekleri bir olanaktan yoksun bırakılmıştır*.
5)
Önceki
Yönetmeliğin 1. maddesindeki; “Devlet
orman işletmeleri istihsallerini ham ve gerektiğinde yarı mamul bir halde
piyasaya çıkarırlar. Ancak vaziyetin icap ettirdiği ahvalde Orman Umum
Müdürlüğünün tasvibiyle her nevi mamulât da yapılabilir.” kuralı da kaldırılmıştır.
Bu kural da uzunca bir zaman yerine getirilmiyordu. Yine açıktır ki;
“neoliberal” dedikleri ekonomik politikaların yıka döke uygulanmasına
çalışıldığı bir ülkede, kalkıp da devlet orman işletmelerinin böyle işler
yapmasını savunmak, ancak, benzetmek gibi olmasın, benim gibi “dinazorlara”
düşerdi. Ancak, bana kalırsa, “neoliberaller” de bu kuraldan yararlanabilirdi
ama onlara akıl vermek bana düşmez sanırım.
“SONUÇ”
YERİNE “SESSİZ TARTIŞMA”…
Daha önce de
anımsattım; Anayasanın 169. maddesine göre, ülkemizdeki “devlet ormanı” sayılan
yerlerin, bu kapsamda da bu yerlerdeki orman ekosistemlerinin devlet tarafından
işletilmesi gerekmektedir. Çok açık
bir gerçektir: İşletmecilik, temelde, etkinlik alanları ayrıca
belirtilmediğinde, mal ve/veya hizmet üretmek ve/veya üretilmiş mal ve/veya
hizmetleri tüketicilere ulaştırmak, satmak vb etkinlikleri gerçekleştirmek
amacıyla kurulmuş “ekonomik birimlerdir.” Ülkemizde Orman Genel Müdürlüğü,
öteki temel etkinliklerinin (orman ekosistemlerini iyileştirme, genişletme,
koruma vb) yanı sıra hukuksal olarak “devlet ormanı” sayılan yerlerden, bu
yerlerdeki orman ekosistemlerinden ürün ve/veya hizmet üretmek,
üretebildiklerini topluma sunmak amacıyla kurulmuştur. Bu nedenledir ki,
kuruluşundan bu yana “katma bütçeli, tüzel kişiliğe sahip” bir kamu kuruluşu
olarak etkinlikte bulunmakta; etkinliklerini, ağırlıkla, orman ürünleri
hizmetleri satışından sağladığı gelirlerle oluşan “döner sermaye bütçe”
düzeniyle gerçekleştirmektedir. Merkezde, yanı sıra, taşrada son derece yaygın
biçimde örgütlenmiş olan Orman Genel Müdürlüğü yalnızca ilgili hukuksal düzenlemelerde
belirtilen özel koşullarda, kimi ormancılık çalışmalarını özel kişi ve
kuruluşlara yaptırabilmekteydi. Ancak, 1980’den sonra, üstlendiği görevlerin
gerektirdiği çalışmaları, Anayasanın 169. maddesindeki kurallara karşın,
özelleştirmeye başlamıştır. 20 ve 22 Mart 2015 tarihlerinde yürürlüğe konulan
“sessiz tartışma” konusu iki yönetmelik, tümüyle rastgele düzenlemelerle
yürütülen bu sürecin, çoğu kişiye önemsiz gelebilecek adımlarıdır. Ancak,
önemsenmesi gerekmektedir; çünkü, ülkemizde de ormancılık çalışmalarının her alanda,
öncelik ve ağırlıkla, kamu hizmeti olarak tasarlanması, planlanması ve
uygulanması zorunludur; önemsenmesi gerekmektedir, çünkü, bu iki yönetmelikle
yapılan düzenlemeler;
ü Anayasanın 169.
maddesindeki, “Devlet ormanları kanuna
göre, devletçe yönetilir ve işletilir.” kuralına aykırıdır;
ü ormancılık kamu
çalışanları üzerindeki baskıların artmasına; “performanslarının değerlendirilmesindeki”
(!) keyfiliklere, haksız uygulamalara yeni boyutlar kazandıracaktır;
ü ormancılık
çalışmalarının teknik gereklere göre yapılabilmesini rastlantılara bırakacak; dolayısıyla
orman ekosistemleri, deyim yerindeyse “ayakta ölmelerini” yaygınlaştıracaktır;
ü yaklaşık 40 bin kamu
görevlisi ile 350-400 bin köylüyü orman işçisi olarak çalıştıran Orman Genel
Müdürlüğü, giderek kamu hizmeti gören bir kuruluş olmaktan çıkacak hemen hemen
yalnızca piyasa için mal ve hizmet üreten bir devlet tekeline dönüştürülecektir;
Öte yandan; özellikle 2000’li yıllarda
ormancılığımızda ikili bir yapı oluşturulmuştur:
i)
Devletçilik,
ii)
Özel
sektörcülük.
Tartışma konusu iki yönetmelikle, bu ikili yapı,
daha da pekiştirilmiştir: Bu ikili yapıda temel ormancılık çalışmaları tümüyle
parçacı, rastlantısal bir yaklaşımla dağıtılmış; aralarında herhangi bir işlevsel
tamamlayıcılık ilişkisi kurulmamıştır. Ek olarak; bu ikili yapıda devlet, en
geniş anlamıyla götürüsü getirisinden fazla olan teknik iş ve işlemler ile alt
yapı yatırımlarını üstlenmiş; buna karşılık, devlet mülkiyeti ve
işletmeciliğinden kaynaklanan “tekelci rantlar” ise, büyük ölçüde özel kişi ve
kuruluşlara devredilmiştir. Kısa dönemde, en azından görünümde Orman Genel
Müdürlüğü’nün ekonomik durumunu iyileştirebilecek bu düzenlemeler, ülke genelinde,
yanı sıra, başta enerji olmak üzere öteki sektörlerde de yaşandığı gibi, orta
ve uzun dönemde, kamuya, bu kapsamda da yurttaşlara yeni yükler
getirebilecektir. Ne var ki, bu yükler, ormancılık alanında yalnızca ekonomik
nitelikte olmayacak; insanlarla birlikte öteki canlıların da varlıklarını
sağlıklı olarak sürdürme olanaklarını kısıtlayabilecek, maliyetlerini
yükseltebilecek; toplumsal eşitsizlikleri bu yönüyle de pekiştirebilecektir. Açıktır
ki, böylesi bir yapılanmanın ortaya çıkaracağı yönetsel kargaşa, orman ekosistemlerine
çeşitli zararlar verebileceği gibi ormancı kamu çalışanları üzerinde baskıların
çeşitlenmesine ve yoğunlaşmasına da yol açabilecektir.
***
Şimdi
şöyle düşünelim;
ü Ormancılığımızdaki
bu türden dönüştürümler, gerçekte kimlere ne yararlar sağlayacaktır?
ü Söz
konusu dönüştürümler, Anayasanın 170. maddesinde yer verilen;
“Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının
kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın
gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirler(in)”
alınması kuralıyla
bağdaştırılabilir mi; bağdaştırılamazsa eğer, ilgili ekonomik ve demokratik
örgütlerinin de bu dönüştürümleri “dert edinmesi” gerekmez mi?
ü Egemen
sınıfların, en azından şimdilik, bu yönde bir baskıları olmadığına göre, söz
konusu dönüştürümler hangi “aklıevvelin” ürünüdür?
ü Söz
konusu dönüştürümler, Anayasanın 135. maddesinde; “Kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları” niteliklerini henüz
tümüyle yitirmemiş meslek örgütleri ile “kamuya yararlı” sayılan kuruluşların
da ilgi alanlarına girmiyor mu?
ü Onca orman fakültesi
ile ormancılık araştırma enstitüsünde ormancılığımızın hangi alanlarında ne
türden dönüştürümlerin, kimler tarafından nasıl yapılması gerektiğine ilişkin
yol açıcı araştırmalar yapılmıyor mu; yapılıyorsa eğer, bu araştırmaların
sonuçlarını neden dikkate alınmıyor?
ü 2004 yılında hazırlan
Ulusal Ormancılık Stratejisi ile bu
belge doğrultusunda 2004-2023 döneminde uygulanacak biçimde hazırlanan Türkiye Ulusal Ormancılık Programı vb
belgelerin gerekleri neden hemen hemen hiç yerine getirilmiyor; söz konusu dönüştürümlerin
hangi birine, bu belgelerde yer verilmiştir?
ü Söz
konusu dönüştürümler, yanı sıra bu sorular, çevre/doğa/orman/toprak/su/biyolojik
çeşitlilik “savaşçılarını” da ilgilendirmiyor mu?
Herhangi
bir kişi, kurum, kuruluştan bir yanıt gelir mi dersiniz; umarım.
*
Bu düzenleme neden bu yönetmelikle
yapılmıştır; anlaşılır gibi değil (!) Çünkü iki gün sonra da Devlet Orman İşletmesi ve Döner Sermayesi
Yönetmeliği yürürlüğe konulmuştur.
* Yeri gelmişken, en azından bilmeyenler için
“diki ağaç satışı” uygulamasına ilişkin kısacık bir bilgi vereyim: Orman
işletmeleri, orman amenajman (yönetim) planları uyarınca kesilmesi gerekecek
ağaçlarlı belirledikten sonra, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 40. maddesine göre;
“Devlet ormanlarında ağaçlama, bakım,
imar, yol yapımı, kesme, toplama, taşıma, imal gibi orman işleri; işyerinin ve
işyerinde çalışacakların hangi mülki hudut ve orman teşkilatı hudutları
içerisinde kaldığına bakılmaksızın, öncelikle işyerinde veya civarındaki orman
köylerini kalkındırma kooperatiflerine ve işyerindeki köylülere veya işyeri
civarındaki orman işlerinde çalışan köylülere, işyerine olan mesafeleri ile iş
güçleri dikkate alınarak gördürülür.
Yapılacak işe yukarıda belirtilen kooperatiflerin ve
köylülerin iş güçlerinin yeterli bulunmaması veya işe ehil olmamaları veya
aşırı fiyat istemeleri veya işin dağıtımı veya yapılması ile ilgili konularda
çözülmesi mümkün olmayan ihtilaflar çıkarmaları gibi hallerde, bu işler;
işyerine civar olmayan orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine veya köylülere
yaptırılabileceği gibi taahhüt yolu ile de yaptırılabilir.” Görüldüğü gibi; maddeye
göre, söz konusu işlerin “müteahhitlere” yaptırılması ancak belirtilen
koşulların yerine getirilmesi durumunda olanaklıdır. Öte yandan; aynı yasanın
34. maddesine göre ağaç kesme, tomruklama, taşıma işlerini “vahidi fiyat” olarak anılan bir tür
birim fiyatla yapacak “orman köylüleri”
ile kooperatiflerine çeşitli ayrıcalıkla haklar tanınmıştır. “Dikili ağaç satışı” uygulamasıyla
birlikte köylülerin bu haklardan yararlanma olanakları kaldırılmış; toplumsal
güvenlik haklarından yararlanabilme olanakları da iyiden iyiye kısıtlanmıştır.
*
Çok merak ediyorum: Önceki Yönetmelikte
böylesi bir kuralın varlığından kimlerin haberi vardı; bu kuralın yaşama
geçirilmesi amacıyla herhangi bir girişimde bulundu; daha önemlisi, orman
işletme müdürlükleri ya da Orman Genel Müdürlüğü, bu doğrultuda
kullanabilecekleri bir ödeneği bütçelerinde koymuş muydu? Biliyorsunuz; “merak
kediyi öldürürmüş” (!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder