24 Mayıs 2016 Salı

Ormancılıkta Sessiz Tartışmalar-Doç.Dr.Yücel ÇAĞLAR




ORMANCILIĞIMIZ ZATEN "ANONİM ŞİRKET" GİBİ YÖNETİLİYOR...

İnanılır gibi değil: “Bay Başkan” hazretleri (!) bu kez bürokratlarının gerisinde kaldı: Anımsarsanız, 15 Mart 2015 günü kalktı; “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye’de öyle yönetilmelidir.” buyruğunu verdi. Haberi yoktu sanırım: Ülkemizde devlet kuruluşları, 2003 yılından bu yana bakkal dükkânı, bağışlayın, “anonim şirket” gibi yönetilmeye çalışılıyordu zaten. Üstelik bu doğrultuda çaba gösterenlerin birisi de, Orman Genel Müdürlüğü idi. Sözgelimi, son genel seçimlerde AKP Karabük Milletvekili seçilen dönemin Orman Genel Müdürü Osman Kahveci, henüz 2005 yılında iken; “"Her türlü orman faaliyetinde özel sektörden yararlanmak istiyoruz. Değişmezsek değişimin ayakları altında ezileceğiz. Tüccar gibi davranmazsak batma sinyalleri verip maaşları bile ödeyemez hale geleceğiz" diyebilmişti. Çoğu Anayasanın 169 ile 170. maddelerine, yanı sıra, 6831 sayılı Orman Kanunu’na da aykırı birçok düzenleme ile uygulamalar yapan Orman Genel Müdürlüğü, en son 20 ile 22 Mart 2015 tarihlerinde yürürlüğe koyduğu iki yönetmelikle bu alandaki başarılarına (!) yenilerini ekledi. Deyim yerindeyse, “adım gibi biliyorum” ki, bu gelişme de “dikkatinizden kaçtı”☺ya da bu iki yönetmelikle ilgili “sessiz tartışma” da ilginizi hiç çekmeyecek. Çekmesin; ama ben yine de “sessizce” tartışmaya çalışacağım.
Yücel ÇAĞLAR

ANIMSATMALAR
Ülkemizde artık her şey ama her şey öylesine kolay, öylesine çabuk unutuluyor ki, sıkça anımsatılmadan verimli bir tartışmanın yapılabilmesi giderek olanaksızlaşıyor. Öyle ki, büyük olduğu düşünülen aşklar bile “bir gece ansızın” bitebiliyor; tarafların gündeminden bir daha hiç anımsanmamacasına çıkabiliyor. Yenilgilerimizden, yaşamak zorunda kaldığımız olumsuzluklardan artık bıktığımızdan mıdır nedir, hiçbir gelişmeyi gündemimizde tutmak istemiyoruz. İyi mi yoksa kötü mü yapıyoruz, doğrusu kestiremiyorum. Kestiremiyorum ama böyle olsun da istemiyorum; istiyorum ki, yaşantılar bir iz bıraksın. Bırakmadığında, tarihsizleşiyoruz çünkü. Dolayısıyla; yanlışlıklarımızı sürgit yinelememiz de kolaylaşıyor. Peki; ben şimdi bunları neden söylüyorum? Deyim yerindeyse, “entel takılmak” için değil kuşkusuz; sözü, böylesi unutmaların olumlayabileceğimiz, dahası, sahip çıkmamız gereken durumların, olanakların gözden kaçırılmasını da kolaylaştırdığına getirmek istiyorum çünkü. Buysa zayıflıklarımız sürekli olarak besliyor, kalıcılaştırıyor. Sözgelimi, 1982 Anayasasının hangi koşullarda hazırlandığını, sonra da yurttaşlarımızın neredeyse tümü tarafından benimsendiğini anımsayalım: Hemen hemen herkes, her fırsat yakınıyor bu anayasadan. Ben de en başından bu yana yakınanlardan, belki de başında gelenlerinden birisiyim. Yakınıyor ama gerekli gördüğümüz doğrultuda değiştirilmesi için yeterince çaba gösteriyor muyuz; hayır, göstermiyoruz bence. Oysa bu anayasanın çok az da olsa olumlanabilecek kuralları var bence, nasıl oldu da yer verildiğini bilemiyorum ama var işte! Peki; bu kuralların gerektiğince yaşama geçirilmesi için gerektiğince çaba gösteriyor; bu kurallara aykırı düzenlemeler ile uygulamalara karşın yeterince direngen olabiliyoruz mu? Sizleri bilmem ama ben sorulara olumlu yanıtlar veremiyorum. Sözgelimi, Anayasanın 169 ile 170. maddelerini anımsıyor musunuz; izin verirseniz kısaca anımsatayım: Anayasanın, “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi başlıklı 169. maddesine göre;
ü Bütün ormanların gözetimi devlete aittir.
ü Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz.
ü Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir.
ü Bu ormanlar (devlet ormanları) zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
ü Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasî propaganda yapılamaz;
ü Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.
Şimdi de Anayasanın “Orman Köylüsünün Korunması” başlığı altında yer verilen 170. maddesindeki kuralları anımsayalım. Bu maddeye göre;
ü Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi;
ü bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.
ü Devlet, bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirleri alır.
ü Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.
Bu anayasal kuralları anımsadınız sanırım. Ne ki, ben bugüne değin bu kuralların eksiksiz olarak nasıl yaşama geçirilebileceğine yönelik araştırmaların yapıldığını; bu doğrultuda istemlerin gündeme getirildiğine, gerçekleştirilmesi için de tutarlı, kararlı savaşımların verildiğine hemen hemen hiç tanık olmadım. En son 2012 yılında çıkarılan, en ilgili ve de bilgili olması beklenen kamuoyunda da bile “ikibe yasası” olarak anılan 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun ile ilgili tartışmaların ne denli sığ, yüzeysel ve bilgisizce yapıldığını gözden kaçırmış olmazsınız. Bu yasa, örneğin, Anayasanın 169, özellikle de 170. maddesindeki bu kurallara açıkça aykırıdır. Öte yandan;
ü “devlet ormanı” sayılan yerlerde, “özel ağaçlandırma” adı altında özel meyveliklerin oluşturulması,
ü başta orman ekosistemleri yönetiminin planlanması olmak üzere temel ormancılık etkinliklerinin ihaleyle özel kişiler ile kuruluşlara yaptırılması,
ü “devlet ormanı” sayılan yerlerden kamu yararı olmaksızın da ormancılık dışı çeşitli amaçlarla yararlanılması,
ü devlet mülkiyetindeki orman ekosistemlerinde orman ürünleri hasadının, yasal koşullar aranmaksızın özel kişi ve kuruluşlara yaptırılması; bu kapsamda orman ekosistemlerini oluşturan ağaçların henüz dikili durumdayken satılması
vb uygulamalar da Anayasanın söz konusu maddeleriyle bağdaştırılamaz. Öncelikle bu türden uygulamalar yerine orman ekosistemlerine zarar verebileceği düşünülen ikincil önemde, tekil uygulamalara karşı çıkmakla yetinilmesi; çok daha önemlisi, söz konusu kuralların yaşama geçirilmesine yönelik çabalardan ısrarla kaçınılması hangi akla hizmettir, anlaşılabilmesi güç bir tutumdur.
Öte yandan;
ü orman ekosistemlerinin, dolayısıyla ormancılık çalışmalarının evrensel ve ülkesel özellikleri ile koşullarını öğrenmeye direnilmesini,
ü “yeni” tekniklerin, yönetim “modellerinin” ülkemizdeki orman ekosistemlerinin yapısal özellikleri ile ormancılık koşullarını gerektiğince göz önünde bulundurmadan geliştirilmesini (“başka ülkelerden olduğu gibi aktarılması” mı deseydim acaba?), giderek de  uygulanılmasını,
ü anayasal ve yasal çok sayıda kuralın varlığına karşın, “orman” sayılan yerlerin için ve bitişiğinde yaşayan; orman ürünü hasat çalışmaların köleler gibi çalıştırılan yoksul köylülerin sorunlarına köklü çözümler getirmek yerine daha çok onları oylamaktan öteye geçmeyen uygulamaların peşinde koşulmasını,
ü ormancılığımızda son derece köklü dönüşümler birbirinin ardı sıra gerçekleştirilirken “doğa/orman/toprak popülizminden” öteye geçmeyen etkinliklerle oyalanılmasını
kimler, nasıl açıklayabilir doğrusu bilemiyorum. Bu değerlendirmeler yalnızca benim bilgisizliğimden, kavrama yetersizliğimden mi kaynaklanıyor acaba?  Onlarca yıldır anlatmaya çalışmama karşın kimselere anlatamadığıma bakılırsa, sanırım öyle; yeterince bilgili değilim, yanı sıra, kavrama yetim de son derece zayıf. Bu nedenle; Orman Genel Müdürlüğü’nün 20 ile 22 Mart 2015 günlerinde çıkardığı yönetmeliklerle ilgili “sessiz tartışmalarım” da, deyim yerindeyse, “havanda su dövmekten” öteye geçemeyecektir. Geçemesin, ben yine de tartışacağım. Belki, bir iki kişinin “kulağına kar suyu kaçırabilirim.
MAHALLE BAKKALLARI, “BAKKALLLAR ZİNCİRİNE” DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR…
Özellikle 2011 yılında çıkarılan çok sayıda kanun hükmünde kararnameyle, ülkemizde kamu kurumları ile kuruluşlarının çoğunluğu, benzetme yerindeyse, “mahalle bakkallarına” dönüştürülmüştü, Sonraki yıllarda, bu “bakkalların” yaygınlaştırılması amacıyla çeşitli düzenleme ve uygulamalar da yapıldı. Bu süreçte, sözgelimi; devlet hastaneleri, okulları ile sanat kurumları, dahası spor kulüpleri bile en iyisinden “müşteri memnuniyetini” ençoklamak amacıyla çırpınan kuruluşlara dönüştürüldü. Ne ki, bu süreçten göreceli olarak en çok zarar görebilecek yurttaşlarımız bile bu doğrultudaki düzenleme ve uygulamalarla nedense gerektiğince ilgilenmedi. “Ağaç dikme” sevdalıları, toprak erozyonunu önleme meraklıları, akarsuları kurtarma “savaşçıları” vb bir yana ormancılık meslek örgütleri ise devlet ormancılığı düzeninin “bakkallar zincirine” dönüştürülmesini izlemekle yetindi, dahası, kimileyin de bu sürece destek olabildi. Bakın göreceksiniz; aşağıda “sessizce tartışacağım” iki yönetmeliğin olası getirileri ile götürüleri de bu çevrelerin tartışma gündemine bile giremeyecek.
***
20 Mart 2015 tarihinde yürürlüğe konulan
Orman Ürünlerinin Satış Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik
Yönetmeliğin 15. maddesiyle;
ü  1998 yılında çıkarılan “Orman Ürünlerinin Tahsisli Satışları Hakkında Esaslar” konulu Bakanlar Kurulu Kararı ile
ü  1952 yılında çıkarılan, sonra da birçok kez değiştirilen Devlet Orman İşletmesi ve Döner Sermayesi Yönetmeliği
yürürlükten kaldırılmıştır*. Bu, yadırganacak bir durum değildir; iki düzenleme de devlet orman işletmelerinin “mahalle bakkallarına” dönüştürülebilme olanakları kısıtlıyordu çünkü. Ne var ki, Yönetmelikle yapılan öteki düzenlemeler, devlet orman işletmeciliği düzeninin ekonomik etkinliğini düşürmesinin yanı sıra tekelci kârların giderek özel kuruluşlara devredilmesine yol açabilecektir:
1)    Orman Genel Müdürlüğü’nün yalnızca orman işletme müdürlükleri değil, tüm birimlerinin “döner sermayeli işletmelere”; dolayısıyla da işlendirdiği kamu görevlileri de ağırlıkla piyasa için mal ve hizmet üretenlere destek sağlayacak personele dönüştürülmüştür.
2)    Bilindiği gibi, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 30. maddesine göre;
Devlet ormanlarından elde edilen ürünlerin piyasa satışlarında açık artırma esastır
Kamu kurum ve kuruluşlarının ihtiyaçları ile lüzum ve fayda görülen veya acele olarak satış yapılmasını gerektiren hallerde, her türlü orman ürünü piyasa fiyatı üzerinden tahsisen satılabilir.”
Buna karşılık, Yönetmeliğin 9. maddesinin 1. fıkrasıyla;
“o) Biyokütleden elektrik enerjisi üreten tesislere yakacak odun, kesim artık süceyrat odunu ve kökler(in)”
“ö) Yıllık odun hammadde işleme kapasitesi yirmibeşbin metreküp ve üzeri olan türlü fabrika ve tesislere, yıllık kapasite kullanım miktarlarına göre Genel Müdürlükçe belirlen oranlarda odun ve dikili ağaçlar(ın)”
da tahsisli olarak satılabilmesi olanaklı kılınmıştır. Böylece, aralarında “dikili ağaçların” da bulunduğu orman ürünleri satışında büyük ölçekli sanayi kuruluşlarına, önemli bir ayrıcalık sağlanmıştır.
2)    1998 yılında çıkarılan “Orman Ürünlerinin Tahsisli Satışları Hakkında Esaslar” ” konulu Bakanlar Kurulu kararında “Devlet ormanlarından dikili halde bulunan ağaç, ağaççık ile bunların üretimi sonucu elde edilen her türlü hasıla” olarak tanımlanan “orman ürünü” için bu kez;
Devlet ormanlarından dikili halde bulunan ağaç, ağaççık ve bunlardan elde edilen orman ürünleri ile bu ormanlardan elde edilen her türlü odun dışı orman ürünü ve fidanlıklarda üretilen ürünler
tanımı yapılmıştır. Böylece; daha önce yalnızca 17 başlık altında sayılan durumlarda, belirli kuruluşlara “tahsisli satışların” yapılabilmesini düzenleyen kural, Yönetmelikle özel bir uygulama olmaktan çıkarılmış; bu kapsamda da 2000’li yıllarda hızla yaygınlaştırılmasına çalışılan “dikili ağaç satışı” uygulaması genelleştirilmiştir*. İlginçtir; “orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın ya da kooperatiflerinin üst örgütü olan bu uygulamadan gerektiğinde “tahsisli” olarak da yararlanabilen Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği (OR-KOOP) bu süreç karşısında etkili bir karşı duruş sergileyememiştir.
3)    Yönetmeliğin 6. maddesinin 7. fıkrasına göre;
Orman ürünlerinin satış işlemleri çok yıllık olarak da yapılabilir. Bununla ilgili usul ve esaslar Genel Müdürlükçe belirlenir.”
Açıktır ki, böylesi bir uygulamadan ancak gerekli parasal, araç ve gereç olanaklarına sahip olanlar göreceli olarak daha kolay yaranabilecek; dolayısıyla, uygulama, köylüler ile gerektiğince donanımlı olamayan kooperatiflerin giderek tasfiye olmasına; tekelci yapıların bu alanda da egemenleşmesine yol açabilecektir. 
Öte yandan; Yönetmelik, “dikili ağaç satışlarının” da çok yıllık olarak yapılması durumunda;
ü bu uygulamanın yapılacağı orman ekosistemlerinin yapısal özelliklerini;
ü olası alıcılarla yapacağı anlaşmaların koşullarını,
ü anlaşmaların süresini
vb durumları belirleme yetkisi, Orman Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır. Böylece, idarenin keyfi, kayırmalı satış işlemleri yapması da olanaklı kılınmıştır.
***
22 Mart 2015 günü yürürlüğe konulan
Orman Genel Müdürlüğü Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliği
Bakanlar Kurulu tarafından 1952 yılında yürürlüğe konulan; izleyen yıllarda birçok kez değiştirilen Devlet Orman İşletmesi ve Döner Sermayesi Yönetmeliği’nde yer verilen kuralların çoğuna yeni yönetmelikte de yer verilmiştir. Ancak, bu Yönetmelikte de devlet orman işletmeciliği düzeninde çeşitli kargaşalara yol açabilecek düzenlemeler yapılmıştır:
1)    Yeni Yönetmelik, yalnızca “devlet orman işletmelerini” değil, Orman Genel Müdürlüğü’nün tüm döner sermaye işletmelerini (orman işletmeleri ile orman fidanlık müdürlükleri) kapsayacak biçimde düzenlenmiştir. Ne var ki, 11. maddesinde, “Genel Müdürlük Döner Sermaye Bütçesi; işletme, fidanlık müdürlükleri, Döner Sermaye Merkez Şube Müdürlüğü ile Yedek Parça Depo Müdürlüğü bütçelerinden oluşur” kuralına yer verilmiştir.
2)    Yönetmeliğin 3. maddesinde; “döner sermayenin tahsis amacını gerçekleştirmek üzere kurulan döner sermaye işletmeleri” olarak tanımlanan “işletmelerin faaliyet alanları” kapsamında sayılan çalışmaların çoğu, bu kapsamda, örneğin;
b) Amenajman ve işletmecilikle ilgili her türlü plan ve proje yapmak,
ç) Her çeşit orman ürününün kesimi, taşınması ve depolanması işlerini yapmak,
d) Ormanlardaki artıkları kıymetlendirmek, değerlendirmek ve temizlemek,
e) Ormancılık ve orman ürünleri hakkında danışmanlık hizmetleri vermek,
f) Orman içi ağaçlandırma ve silvikültür faaliyetleri yapmak,
da sayılmıştır. Bu düzenlemeye göre, bu çalışmaların, sözgelimi 5531 sayılı Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanuna göre kurulan ve çalışmaları düzenlenen özel bürolara ya da serbest mühendislere ihaleli yaptırılabilmesi olanaksızdır. Böyle iken, Yönetmeliğin 6. maddesinde ise “işletme giderleri” arasında;
a) Bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde sayılan iş, hizmet ve faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için gerekli olan mal ve hizmet alımları ile danışmanlık,
b) Amenajman ve işletmecilikle ilgili yaptırılacak her türlü plan ve proje…,
c) Her çeşit orman ürününün; kesimi, taşınması ve depolanması işlerinin yapılması veya yaptırılması…,
ç) Ormanlardaki artıkların kıymetlendirilmesi, temizlenmesi ve temizlettirilmesi
e) Orman içi ağaçlandırma, silvikültür faaliyetlerinin yapılması veya yaptırılması
da sayılmıştır. Bu düzenlemeye göre, örneklenen çalışmaları orman işletmeleri tarafından mı yapılacağı yoksa özel bürolara mı yaptırılacağı belirsizleşmiştir.
3)    Özelleştirilen “Devlet Ormanlarında ağaçlama, bakım, imar, yol yapımı, kesme, toplama, taşıma, imal gibi orman işlerinin teknik gereklere göre yapılması rastlantılara bırakılmıştır:  Yürürlükten kaldırılan Yönetmeliğin 19. maddesinde
"Bu işleri yapacak müteahhitlerden, işin mahiyet ve hacmine göre ormancı teknik eleman çalıştırmaları istenilir."
kuralına yeni Yönetmelikte yer verilmemiştir. Oysa bilindiği gibi, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun en son 1983 yılında düzenlenen 40. maddesinde;
"Bu işleri yapacak müteahhitlerden, işin mahiyet ve hacmine göre ormancı teknik eleman çalıştırmaları istenilir."
kuralına yer verilmiştir. Hızla yaygınlaştırılmasına çalışılan özelleştirme uygulamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde, bu düzenlemenin;
ü "ormancı teknik elemanları" arasındaki işsizlik oranını daha da büyülteceği,
ü ormancılık çalışmalarının teknik gereklere uygun olarak yapılmasını rastlantılara bırakacağı; dolayısıyla
ü orman ekosistemlerinin özellikle orman ürünü hasat çalışmalarında daha çok zarar görmesine
yol açacağı açıktır.
4)    Önceki Yönetmeliğin 1. maddesinde “devlet orman İşletmelerinin amaç ve görevleri” arasında sayılan “orman tahribatını önlemek üzere fon tesis etmek” görevi, yeni Yönetmelikte yürürlükten kaldırılmıştır. Gerçekte, bu görev daha önce hemen hemen hiç yerine getirilmemiştir. Açıktır ki, bu düzenlemeyle; en azından çevre/doğa/orman sever kişi ve kuruluşlar ile ormancılık meslek örgütleri, gerektiğinde başvurabilecekleri bir olanaktan yoksun bırakılmıştır*.
5)    Önceki Yönetmeliğin 1. maddesindeki; “Devlet orman işletmeleri istihsallerini ham ve gerektiğinde yarı mamul bir halde piyasaya çıkarırlar. Ancak vaziyetin icap ettirdiği ahvalde Orman Umum Müdürlüğünün tasvibiyle her nevi mamulât da yapılabilir.” kuralı da kaldırılmıştır. Bu kural da uzunca bir zaman yerine getirilmiyordu. Yine açıktır ki; “neoliberal” dedikleri ekonomik politikaların yıka döke uygulanmasına çalışıldığı bir ülkede, kalkıp da devlet orman işletmelerinin böyle işler yapmasını savunmak, ancak, benzetmek gibi olmasın, benim gibi “dinazorlara” düşerdi. Ancak, bana kalırsa, “neoliberaller” de bu kuraldan yararlanabilirdi ama onlara akıl vermek bana düşmez sanırım.
“SONUÇ” YERİNE “SESSİZ TARTIŞMA”…
Daha önce de anımsattım; Anayasanın 169. maddesine göre, ülkemizdeki “devlet ormanı” sayılan yerlerin, bu kapsamda da bu yerlerdeki orman ekosistemlerinin devlet tarafından işletilmesi gerekmektedir. Çok açık bir gerçektir: İşletmecilik, temelde, etkinlik alanları ayrıca belirtilmediğinde, mal ve/veya hizmet üretmek ve/veya üretilmiş mal ve/veya hizmetleri tüketicilere ulaştırmak, satmak vb etkinlikleri gerçekleştirmek amacıyla kurulmuş “ekonomik birimlerdir.” Ülkemizde Orman Genel Müdürlüğü, öteki temel etkinliklerinin (orman ekosistemlerini iyileştirme, genişletme, koruma vb) yanı sıra hukuksal olarak “devlet ormanı” sayılan yerlerden, bu yerlerdeki orman ekosistemlerinden ürün ve/veya hizmet üretmek, üretebildiklerini topluma sunmak amacıyla kurulmuştur. Bu nedenledir ki, kuruluşundan bu yana “katma bütçeli, tüzel kişiliğe sahip” bir kamu kuruluşu olarak etkinlikte bulunmakta; etkinliklerini, ağırlıkla, orman ürünleri hizmetleri satışından sağladığı gelirlerle oluşan “döner sermaye bütçe” düzeniyle gerçekleştirmektedir. Merkezde, yanı sıra, taşrada son derece yaygın biçimde örgütlenmiş olan Orman Genel Müdürlüğü yalnızca ilgili hukuksal düzenlemelerde belirtilen özel koşullarda, kimi ormancılık çalışmalarını özel kişi ve kuruluşlara yaptırabilmekteydi. Ancak, 1980’den sonra, üstlendiği görevlerin gerektirdiği çalışmaları, Anayasanın 169. maddesindeki kurallara karşın, özelleştirmeye başlamıştır. 20 ve 22 Mart 2015 tarihlerinde yürürlüğe konulan “sessiz tartışma” konusu iki yönetmelik, tümüyle rastgele düzenlemelerle yürütülen bu sürecin, çoğu kişiye önemsiz gelebilecek adımlarıdır. Ancak, önemsenmesi gerekmektedir; çünkü, ülkemizde de ormancılık çalışmalarının her alanda, öncelik ve ağırlıkla, kamu hizmeti olarak tasarlanması, planlanması ve uygulanması zorunludur; önemsenmesi gerekmektedir, çünkü, bu iki yönetmelikle yapılan düzenlemeler;
ü Anayasanın 169. maddesindeki, “Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve işletilir.” kuralına aykırıdır;
ü ormancılık kamu çalışanları üzerindeki baskıların artmasına; “performanslarının değerlendirilmesindeki” (!) keyfiliklere, haksız uygulamalara yeni boyutlar kazandıracaktır; 
ü ormancılık çalışmalarının teknik gereklere göre yapılabilmesini rastlantılara bırakacak; dolayısıyla orman ekosistemleri, deyim yerindeyse “ayakta ölmelerini” yaygınlaştıracaktır;
ü yaklaşık 40 bin kamu görevlisi ile 350-400 bin köylüyü orman işçisi olarak çalıştıran Orman Genel Müdürlüğü, giderek kamu hizmeti gören bir kuruluş olmaktan çıkacak hemen hemen yalnızca piyasa için mal ve hizmet üreten bir devlet tekeline dönüştürülecektir;
Öte yandan; özellikle 2000’li yıllarda ormancılığımızda ikili bir yapı oluşturulmuştur:
i)     Devletçilik,
ii)    Özel sektörcülük.
Tartışma konusu iki yönetmelikle, bu ikili yapı, daha da pekiştirilmiştir: Bu ikili yapıda temel ormancılık çalışmaları tümüyle parçacı, rastlantısal bir yaklaşımla dağıtılmış; aralarında herhangi bir işlevsel tamamlayıcılık ilişkisi kurulmamıştır. Ek olarak; bu ikili yapıda devlet, en geniş anlamıyla götürüsü getirisinden fazla olan teknik iş ve işlemler ile alt yapı yatırımlarını üstlenmiş; buna karşılık, devlet mülkiyeti ve işletmeciliğinden kaynaklanan “tekelci rantlar” ise, büyük ölçüde özel kişi ve kuruluşlara devredilmiştir. Kısa dönemde, en azından görünümde Orman Genel Müdürlüğü’nün ekonomik durumunu iyileştirebilecek bu düzenlemeler, ülke genelinde, yanı sıra, başta enerji olmak üzere öteki sektörlerde de yaşandığı gibi, orta ve uzun dönemde, kamuya, bu kapsamda da yurttaşlara yeni yükler getirebilecektir. Ne var ki, bu yükler, ormancılık alanında yalnızca ekonomik nitelikte olmayacak; insanlarla birlikte öteki canlıların da varlıklarını sağlıklı olarak sürdürme olanaklarını kısıtlayabilecek, maliyetlerini yükseltebilecek; toplumsal eşitsizlikleri bu yönüyle de pekiştirebilecektir. Açıktır ki, böylesi bir yapılanmanın ortaya çıkaracağı yönetsel kargaşa, orman ekosistemlerine çeşitli zararlar verebileceği gibi ormancı kamu çalışanları üzerinde baskıların çeşitlenmesine ve yoğunlaşmasına da yol açabilecektir.
***
Şimdi şöyle düşünelim;
ü Ormancılığımızdaki bu türden dönüştürümler, gerçekte kimlere ne yararlar sağlayacaktır?
ü Söz konusu dönüştürümler, Anayasanın 170. maddesinde yer verilen;
Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirler(in)”
alınması kuralıyla bağdaştırılabilir mi; bağdaştırılamazsa eğer, ilgili ekonomik ve demokratik örgütlerinin de bu dönüştürümleri “dert edinmesi” gerekmez mi?
ü Egemen sınıfların, en azından şimdilik, bu yönde bir baskıları olmadığına göre, söz konusu dönüştürümler hangi “aklıevvelin” ürünüdür?
ü Söz konusu dönüştürümler, Anayasanın 135. maddesinde; “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları” niteliklerini henüz tümüyle yitirmemiş meslek örgütleri ile “kamuya yararlı” sayılan kuruluşların da ilgi alanlarına girmiyor mu?
ü Onca orman fakültesi ile ormancılık araştırma enstitüsünde ormancılığımızın hangi alanlarında ne türden dönüştürümlerin, kimler tarafından nasıl yapılması gerektiğine ilişkin yol açıcı araştırmalar yapılmıyor mu; yapılıyorsa eğer, bu araştırmaların sonuçlarını neden dikkate alınmıyor?
ü 2004 yılında hazırlan Ulusal Ormancılık Stratejisi ile bu belge doğrultusunda 2004-2023 döneminde uygulanacak biçimde hazırlanan Türkiye Ulusal Ormancılık Programı vb belgelerin gerekleri neden hemen hemen hiç yerine getirilmiyor; söz konusu dönüştürümlerin hangi birine, bu belgelerde yer verilmiştir?
ü Söz konusu dönüştürümler, yanı sıra bu sorular, çevre/doğa/orman/toprak/su/biyolojik çeşitlilik “savaşçılarını” da ilgilendirmiyor mu?
Herhangi bir kişi, kurum, kuruluştan bir yanıt gelir mi dersiniz; umarım.


*  Bu düzenleme neden bu yönetmelikle yapılmıştır; anlaşılır gibi değil (!) Çünkü iki gün sonra da Devlet Orman İşletmesi ve Döner Sermayesi Yönetmeliği yürürlüğe konulmuştur.
*  Yeri gelmişken, en azından bilmeyenler için “diki ağaç satışı” uygulamasına ilişkin kısacık bir bilgi vereyim: Orman işletmeleri, orman amenajman (yönetim) planları uyarınca kesilmesi gerekecek ağaçlarlı belirledikten sonra, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 40. maddesine göre; “Devlet ormanlarında ağaçlama, bakım, imar, yol yapımı, kesme, toplama, taşıma, imal gibi orman işleri; işyerinin ve işyerinde çalışacakların hangi mülki hudut ve orman teşkilatı hudutları içerisinde kaldığına bakılmaksızın, öncelikle işyerinde veya civarındaki orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine ve işyerindeki köylülere veya işyeri civarındaki orman işlerinde çalışan köylülere, işyerine olan mesafeleri ile iş güçleri dikkate alınarak gördürülür.
Yapılacak işe yukarıda belirtilen kooperatiflerin ve köylülerin iş güçlerinin yeterli bulunmaması veya işe ehil olmamaları veya aşırı fiyat istemeleri veya işin dağıtımı veya yapılması ile ilgili konularda çözülmesi mümkün olmayan ihtilaflar çıkarmaları gibi hallerde, bu işler; işyerine civar olmayan orman köylerini kalkındırma kooperatiflerine veya köylülere yaptırılabileceği gibi taahhüt yolu ile de yaptırılabilir.” Görüldüğü gibi; maddeye göre, söz konusu işlerin “müteahhitlere” yaptırılması ancak belirtilen koşulların yerine getirilmesi durumunda olanaklıdır. Öte yandan; aynı yasanın 34. maddesine göre ağaç kesme, tomruklama, taşıma işlerini “vahidi fiyat” olarak anılan bir tür birim fiyatla yapacak “orman köylüleri” ile kooperatiflerine çeşitli ayrıcalıkla haklar tanınmıştır. “Dikili ağaç satışı” uygulamasıyla birlikte köylülerin bu haklardan yararlanma olanakları kaldırılmış; toplumsal güvenlik haklarından yararlanabilme olanakları da iyiden iyiye kısıtlanmıştır.

*  Çok merak ediyorum: Önceki Yönetmelikte böylesi bir kuralın varlığından kimlerin haberi vardı; bu kuralın yaşama geçirilmesi amacıyla herhangi bir girişimde bulundu; daha önemlisi, orman işletme müdürlükleri ya da Orman Genel Müdürlüğü, bu doğrultuda kullanabilecekleri bir ödeneği bütçelerinde koymuş muydu? Biliyorsunuz; “merak kediyi öldürürmüş” (!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder