|
Merhaba;
Bilmem
ayırdında mısınız; 2000’li yıllar iyiden iyiye “bol yasalı hukuksuz” bir dönem
oldu çıktı. Baksanıza, her türlü akıl dışı düzenleme ve uygulama çoğu kez
yasal dayanaklara kavuşturularak yapılıyor. Öyle ki, özellikle şu “torba
yasalı” yasama düzeniyle, “Egemenlik Milletindir” ilkesi neredeyse “Egemenlik
AKP’nindir!” biçimine dönüştürüldü. Anlaşılan siyasal iktidar, artık, başta
hukuksuzluk olmak üzere her alanda “ustalaştı.” Böylesi bir dönemde, yapılan
hukuksal düzenlemelerin yerindeliğinin ya da uygunluğunun tartışılması da,
deyim yerindeyse “abesle iştigal” sayılır oldu. Baksanıza, Anayasayı anayasalıktan çıkarma aşamasını
geçti, şimdilerde de kafasına göre bir Anayasa hazırlayabiliyor. Dahası,
hiçbir sorumluluğu olmayan bir kişi başbakanı bir başka emirkuluyla, benzetme
yerindeyse “araba lastiği değiştirircesine” değiştirebiliyor. Üstelik, bu
süreci, Ulusal Bayram kutlamalarını gölgede bırakacak biçimde gülünç bir
demokrasi gösterisine dönüştürebiliyor. AKePe’nin “olağanüstü kongre” dedikleri
şu toplanmaya, toplanmanın kitle iletişim araçlarında yeralış biçimine bakar
mısınız; gülünç mü, üzünçlü mü; ne diyeceğimi bilemedim doğrusu. Böyleyken; o
kişinin gerçekten de “ustalıkla” oluşturduğu yapay mı yapay gündemin peşinde
“köşelerinden” çıkamayan çok bilmiş “köşeci yazarlar” ile bilgi ve deneyim
birikimlerini ikincil önemde tartışmalarda tüketen ve adı bir zamanlar
“demokratik kitle örgütleri” olan kuruluşlar geçmişteki görkemli bir
mayıslarını bile unutup arkasokaklarda kutlamalar yapmayı içlerine
sindirenler, deyim yerindeyse, “kumda oyanamayı” yeğleyebiliyor. Ben öfkelenmeyeyim de kim öfkelensin !
***
İyi ama tüm bunlara, “…Sessi,z
Tartışmalar”ın başında neden değindim ki? İnanın, tam olarak ben de
bilmiyorum; bir öfkenin dışa vurumu sanırım; hoşgörür ve bağışlarsınız umarım.
Ama bildiğim bir şey var: Kamuoyu bu türden saçmalıklarla oyalanırken,
yaşamsal önemde düzenleme ve uygulamaların
kolaylıkla gözlerden kaçırılabiliyor; ayırtına varıldığıdığında ise
çoğu kez “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş”
oluyor. Sözgelimi; 2011 yılında “bir gece ansızın” çıkarılan 35 Kanun
Hükmünde Kararnameyle, yanı sıra, izleyen yıllarda yapılan çok sayıda
hukuksal ve kurumsal düzenlemeleyle özellikle kamusal nitelikli arazilerin
mülkiyeti, kullanımı ile yönetiminde keyfi uygulamaların ne denli
kolaylaştırıldığını anımsıyor musunuz? Ben anımsıyorum; anımsadıkça da
siyasal iktidarın nasıl bu denli gözükara davranabildiğine daha çok
şaşırıyorum; neden şaşırıyorumsam artık !
Bu “…Sessiz Tartışmalar”da sözünü ettiğim
nitelikteki hukuksal düzenlemelerin yalnızca üçünü birlikte ele alıp
tartışmaya çalışacağım*; üç
yasanın amaçları büyük ölçüde ortak çünkü. Böylece “tek ağaca bakıp ormanı
görememek” durumuna düşmeyeceğimi umuyorum.
Yücel
ÇAĞLAR
|
Dostum, Yoldaşım, Sevgili Arkadaşım
İlter Ertuğrul’a esenlik dileklerimle…
GİRİŞ
Bilindiği gibi, çoğu durumda ekonomik,
toplumsal ve kültürel değişme ve gelişmeler arasında nedensellik ilişkisi
vardır. Kimi alanlarda ve dönemlerde doğrudan, kimilerindeyse dolaylı olan bu
ilişkilerin tarihsel ve bütünsel yaklaşımlarla sorgulanması ve tartışılması yöntemsel
bir zorunluluktur. Ne var ki, 2000’li yıllarda, bu zorunluluk da çoğunlukla
yerine getirilmez olmuş; söz konusu dönüşümlerin hem alan (sektör, toplumsal
sınıf ve katmanlar, bölge/yöre, ölçek vb) hem de tarihsel olarak tekil,
ağırlıkla da sorun odaklı yaklaşımlarla irdelenmesi ve tartışılması giderek
yaygınlaşmıştır. Bu nedenle de, deyim yerindeyse, “tek ağacı görmekten ormanı
görememe” durumlarına düşülmesi, çoğu kez kaçınılmaz olmuştur. Oysa söz konusu
zorunluluk gerektiğince yerine getirilebildiğinde, gündeme gelen/getirilen
yaşamsal önemde dönüşümlerin temelleri doğru kavranabilecek, yol açabileceği
gelişmeler öngörülebilecek, dolayısıyla, çok daha gerçekçi önermeler
geliştirilebilecek, üretken tartışmalar yapılabilecektir. Bu “…Sessiz Tartışmalar”da, 2012 yılında
çıkarılan, yanı sıra;
ü bir yıl içinde dört kez değiştirilen 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve
Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile
Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun,
ü iki kez değiştirilen, 6 ile 9, sonra da 3. maddeleri Anayasa Mahkemesi
tarafından iki kez iptal edilen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile
ü üç kez değiştirilen,
Geçici 1. Maddesinin 27. fıkrası Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen 6360
sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi
ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu’nu
böylesi
bir yaklaşımla ele alıp tartışmaya çalışılacağım*.
Bakalım anlamlı bulacak mısınız?
BİR GERÇEK…
Ülkemizde de devletin, hemen her dönemde
ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşümleri gerçekleştirme, en azından
yönlendirme çabası içinde olduğu biliyorsunuz. Bu nedenle, devletin gerekli
gördükleri doğrultuda dönüştürülmesi, hemen hemen tüm siyasal iktidarların önde
gelen hedeflerinden birisi olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında “ülkenin
kalkındırılması”, “milletin refahının artırılması”, “çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşılması” vb söylem ve yaklaşımlarla sürdürülen bu doğrultudaki çabalar,
izleyen dönemlerde, açıktan ya da üstü örtük olarak egemen sınıf ve katmanların
beklentileri doğrultusunda biçimlendirilmiş ve gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte;
hem kapitalist sermaye birikimine yeni alanların açılması hem de kamu yönetiminin
bu doğrultuda “yeniden yapılandırılması” önde gelen bir amaç olmuştur. 1980’den
sonra, başka ülkelerdeki değişme ve gelişmelere koşut olarak ülkemizde de
giderek yeni boyutlar kazanan bu süreç, 2000’li yıllarda, her alanda
kurumsallaştırılıp yaygınlaştırılmıştır. Siyasal iktidarların bu doğrultudaki
temel yönelimlerinden birisi de, çoğunluğu öteden beri kamunun mülkiyetinde,
yönetiminde ya da gözetiminde bulunan “doğal” süreçler, ortamlar ile varlıkların
çeşitli yollarla metalaştırılıp ticarileştirilmesi olmuştur. Öyle ki, özellikle
AKePe iktidarı döneminde, ülkemizdeki “doğal” süreç, ortam ve varlıkların
çeşitliliğinin sağladığı birikim olanakları görülmüş; ilgili hukuksal düzenlemeler ve kamu
yönetimi gerekli görüldüğü biçimde yeniden düzenlenerek bu doğrultuda akla
gelmedik uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bir yandan sahip olduğu siyasal
gücün boyutları bir yandan da karşıt olması beklenen toplumsal sınıf katmanların
içinde bulunduğu yetersizlikler, ise AKePe iktidarının bu olanakları sınırsızca
kullanabilmesini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. Sözgelimi; Türkiye ekonomisinin
2003-2007 döneminde % 7,3, 2008-205 döneminde ise % 3,8 oranında “sanayileşmesiz”
ve de “işlendirmesiz” büyüyebilmesi, dünyadaki sermaye hareketlerindeki canlılığın,
ucuz emek bolluğunun yanı sıra başta “doğal” süreçler, ortamlar ile varlıklar
olmak üzere kamusal birikimlerin satış, kiralama vb biçimde
gerçekleştirilebilmiştir. Bu noktada, Türkiye İstatistik Kurumu’nun “İktisadi
Faaliyet Kollarına Göre Mevsim ve Takvim Etkisinden Arındırılmış Sabit Fiyatlarla Gayri Safi
Yurtiçi Hâsıla, 1998 Sabit Fiyatlarıyla) verilerine göre 2002=100
olmak üzere 2015 yılında Ülke toplamı 181 iken;
ü madencilik 135,
ü inşaat 192,
ü konaklama 142
olmuştur. Bilindiği
gibi, bu sektörlerdeki yatırımların temel girdilerinden birisi, bir anlamda da
“olmazsa olmazı” arazidir. Sözün gelişi, ülkemiz yeni araziler “keşfetmediğine”
(ya da ele geçirmediğine ☺) göre bu arazilerin çoğunluğunu
“orman” sayılan yerler ile otlak olarak kullanılan araziler başta olmak üzere
kamu arazilerinin oluşturduğu; bunun da ancak “uygun” hukuksal düzenlemeler
yapılarak sağlanabileceği açıktır. Başka bir söyleyişle; söz konusu süreç,
özellikle, kimileri ilgili yazında kısaca “devlet
malları” olarak anılan varlıkların, olası getirileri ve götürüleri hemen
hemen hiçbir düzlemde gerektiğince sorgulanmadan özelleştirilmesi, kamu
yönetiminin bu doğrultuda dönüştürülmesiyle büyük ölçüde kolaylaştırılmıştır. 2000’li
yıllarda bu doğrultuda, örneğin;
ü
2872
sayılı Çevre Kanunu,
ü
2873
sayılı Millî Parklar Kanunu
ü
2634
sayılı Turizmi Teşvik Kanunu
ü
3194
sayılı İmar Kanunu,
ü
3213
sayılı Maden Kanunu
ü
3402
sayılı Kadastro Kanunu
ü
4070
Sayılı Hazineye Ait Tarım Arazilerinin
Satışı Hakkında Kanun,
ü
4122
sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Seferberlik Kanunu,
ü
4342
Sayılı Mera Kanunu
ü
4708
sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunu
ü
5403
Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu,
ü
6098
sayılı Borçlar Kanunu,
ü
6831
sayılı Orman Kanunu
ü 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı
Kullanımına İlişkin
Kanun
vb yasalar ile ilgili
yönetmelikler bir çok kez değiştirilerek “gerektiğince” düzenlenmiştir. Ek
olarak; 2011 yılında, hazırlık sürecinde kamuoyuna hiçbir bilgi verilmeden,
yöntemi gereği TBMM’de de tartışılmadan, deyim yerindeyse “bir gece ansızın”
çıkarılan 35 kanun hükmünde kararnameyle (KHK) toplam 214 yasa ile 60 KHK’da değişiklik
yapılarak kamu yönetimi de “uygun” duruma getirilmiştir.
Çizelge 1’de
ayrıntılı olarak görebileceğiniz gibi; Ocak 2016 tarihine değin, yalnızca
Hazine mülkiyeti olarak tescil edilen 3,8 milyon taşınmazın toplam genişliğinin
24 milyon hektar olduğunu göz önünde bulundurursanız siyasal iktidarın “mirasyedi”
örneği satabileceği varlıkların boyutlarını daha kolay kavrayabilirsiniz:
Çizelge 1: Tapuya Tescil Edilmiş
Hazine Taşınmazları
Taşınmazın
Cinsi
|
Sayı
|
(%)
|
Hazine
Yüzölçümü
(Hektar)
|
(%)
|
Arazi
|
945.708
|
24,9
|
3.182.410,4
|
13,2
|
Arsa
|
466.014
|
12,3
|
455.818,1
|
1,9
|
Bağ-Bahçe
|
237.101
|
6,3
|
114.720,9
|
0,5
|
Bina
|
172.648
|
4,6
|
72.848,7
|
0,3
|
Boşluk
|
1.832
|
0,0
|
8.225,4
|
0,0
|
Kıyı
ve Dolgu Alanları
|
607
|
0,0
|
556,4
|
0,0
|
Maden
ve Ocak Alanları
|
1.174
|
0,0
|
11.272,4
|
0,0
|
Orman
|
443.590
|
11,7
|
17.890.970,4
|
74,3
|
Orta
Malları
|
91.835
|
2,4
|
490.287,1
|
2,0
|
Su
ve Su Ürünü Alanları
|
54.866
|
1,4
|
52.464,9
|
0,2
|
Tarihi
ve Kültürel Alanlar
|
4.059
|
0,1
|
9.120,9
|
0,0
|
Tarla
|
1.371.547
|
36,2
|
1.734.055,2
|
7,2
|
Diğerleri
|
918
|
0,0
|
45.064,1
|
0,2
|
GENEL
TOPLAM
|
3.791.899
|
100,0
|
24.067.814,9
|
100,0
|
Kaynak: Milli Emlak
Genel Müdürlüğü;
(http://www.milliemlak.gov.tr/Sayfalar/kurumsal-bilgiler/istatistiksel-bilgiler/tasinmaz-cins-dagilimi;
Erişim 20 Mayıs 2016))
Dile kolay; tam 24
milyon hektar; başka bir söyleyişle, ülkemiz yüzeyinin yaklaşık üçtebiri ! Haydi,
devlet mülkiyeti güvencesindeki (!) “orman” sayılan yerleri hesaba katmayalım;
7 milyon hektar; az mı? Becerilerinden birisi de her türden kamusal varlığı
istediği kişi ve kuruluşlara, istediği koşullarla satmak, kiralamak, devretmek
olan; ekonomik alanda “denize düşüp yılana sarılma” durumundaki bir siyasal
iktidar için ne denli büyük bir olanak, düşünebiliyor musunuz? Düşünmenize
belki bir katkısı olur; Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) “Ormancılık
İstatistikleri”nden yalnızca 2012-2014 dönemine ilişkin bir görüntü aktarıyorum:

Öte yandan; bu
bağlamda siyasal iktidarın bir de 6292 sayılı yasayla Anayasanın 169 ve 170.
maddelerine karşın herkese satmaya çabaladığı ünlü “İkiBe arazilerinin”
anımsanmasayalım:
Çizelge 2: “İkiBe
Arazilerinin” Konumlarına ve Kullanım Biçimlerine Dağılımı
“İkiBe Arazilerinin” Konumu ve Kullanım
Biçimleri
|
Genişlik
|
||
Hektar
|
%
|
||
1) Yerleşim Yeri
|
Köy
|
7 035
|
1,5
|
Belde
|
8 514
|
1,8
|
|
İlçe
|
6 624
|
1,4
|
|
TOPLAM
|
22 173
|
4,7
|
|
2) Tarım Alanı
|
Sera
|
2 365
|
0,5
|
Narenciye
|
8 041
|
1,7
|
|
Zeytinlik,
Fındıklık, Bağ, Bahçe
|
111 115
|
23,5
|
|
Otlak,
Yaylak Kışlak
|
35 419
|
7,5
|
|
TOPLAM
|
156
940
|
33,2
|
|
3)
Başka (Belirsiz)
|
294
309
|
62,2
|
|
GENEL TOPLAM
|
473
422
|
100,0
|
Kaynak: Halit Demir; “2/B -Orman Sınırları Dışına
Çıkarılan Araziler Sorunu Bu Arazilerle İlgili Olarak 27.Ocak.2009 Tarihinde
Yürürlüğe Giren 5831 Sayılı Kanunla Yapılan Değişiklikler Hakkında Görüş ve
Öneriler” konulu sunumu, 13
Mart 2009, TBMM. Ankara.
6292, 6306 ve 6360
sayılı yasalar işte böylesi bir dönemde, koşullarda çıkarılmış; yapılan
düzenlemeler yeterli görülmemiş olacak ki, kısa süre içinde birçok kez
değiştirilmiştir.
Sözlüm meclisten
dışarı, hani derler ya; “köpeksiz köyde değneksiz dolaşmak”; tam da öyle işte
(!)
ANIMSATMALAR…
Tartışma konusu üç
yasanın getiri ve götürülerinin gerektiği gibi tartışılabilmesi için öncelikle
“Devlet Malları” kavramını anımsanması yararlı olacaktır. Bu “…Sessiz
Tartışmalar”da yapacağım tartışmaların temel kavramı, kısaca “devletin malları” kapsamında sayılan
varlıklardır çünkü.
Bilindiği gibi “devletin malları”, devletin; (i) kamu
malları ve (ii) özel malları olarak ikiye ayrılıyor. “Devletin kamu malları”, sözgelimi, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun
16. maddesinde üç kümede toplanmıştır1:
(i) Sahipsiz Mallar:
Doğal nitelikleri gereği özel mülkiyete elverişli olmayan, herkesin doğrudan
yararlanmasına ve kullanmasına açık bulunan, herhangi bir tahsis işlemine gerek
duyulmayan mallardır. 3402 sayılı yasanın aynı maddesinin “C” bendinde, Türk
Medeni Kanunu’nun 715. maddesinde, “devletin
hüküm ve tasarrufu altında” sayılan bu mallar arasında; kayalar, tepeler,
dağlar, bunlardan çıkan kaynaklar, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile
deniz, göl, nehir gibi genel sular sayılmaktadır*.
(ii) Orta Malları: Devlet ya da bir kamu tüzel kişisi
tarafından herkesin yahut bir kısım halkın doğrudan yararlanmasına ve
kullanımına tahsis edilen mallardır. 3402 sayılı yasanın 16. maddesinin “B”
bendinde ise; mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi
paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun öncesi
bilinmeyen bir zamandan bu yana yararlandığı mallardır.
(iii) Hizmet Malları: 3402 sayılı yasanın 16. maddesinin
“A” bendine göre; kamu hizmetlerinde kullanılan, bütçelerinde ayrılan ödenek ya
da yardımlarla yapılan resmi binalar, tesisler, sözgelimi; hükümet, belediye,
karakol ve okul binaları, köy odası, hastane ya da diğer sağlık tesisleri, kütüphane,
kitaplık, namazgâh, cami, genel mezarlık, çeşme, kuyular, yunak ile kapanmış
yollar, meydanlar, pazaryerleri, parklar ve bahçeler, boşluklar ve benzeri
hizmet alanlarıdır.
Öte yandan; devlet tüzel kişiliği ile öteki kamu tüzel
kişilerinin sahip oldukları malları kapsayan “devletin özel malları” ise, kamu kurum ve kuruluşlarının tamamının
sahip oldukları, kamu hizmetlerinin görülmesinde doğrudan doğruya herhangi bir
işlevi bulunmayan; halkın yararlanmasına özgülenmemiş olan, yalnızca
sağladıkları gelir nedeniyle kamu yararı sağlayan; bir kamu hizmetine tahsis
edilmemiş mallardır2.
2000’li yıllarda gündeme gelen yönelim ve
dönüştürümlerin göreceli olarak en kapsamlılarından birisi, “devlet malları” alanlarında
gerçekleştirilmiştir. İlgili temel hukuksal düzenlemelerde son derece açık
biçimde tanımlanmış olmasına, bu hukuksal tanımlarda herhangi bir değişiklik
yapılmamasına karşın “devlet malları”
kavramı üzerinde bir kargaşa, bulanıklılık yaratılması, anlayış ve uygulama
birliğinin bozulması büyük ölçüde başarılabilmiştir.
Tartışma konusu üç yasanın hedef alınan araziler,
ağırlıkla devletin hem kamu hem de özel mallarıdır.
Kamu yönetimi nereye?
Çok açık: AKePe’nin,
daha doğrusu, “Anayasasız Başkanın” özel işliğine. “Devletin malları”, adı üzerinde, devletin mülkiyeti, kullanımındaki
mallar olunca kamu yönetiminin siyasal iktidarın “uygun” gördüğü biçimde
dönüştürülmesi gerekecektir kuşkusuz. AKePe bu gereği de yerine getirmiştir.
Ancak, “işte şuraya yazıyorum”; böyle giderse yaptıklarını da yeterli görmeyecek,
yenilerini de aynı kolaylıkla gerçekleştirebilecektir.
Anımsanacağı gibi;
ülkemizde 1960’lı yıllarda yoğun olarak tartışılan kamu yönetiminin “yeniden
yapılandırılması” yaklaşımı, 2000’li yıllarda yeniden gündeme gelmiştir. Bu doğrultudaki girişimlerin
somut sonucu, 2004
yılında 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel
İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun’un çıkarılması olmuştur. Ne var
ki, yasa, o yılların Cumhurbaşkanı tarafından “yeniden görüşülmesi” için
TBMM’ye gönderilmiş ancak bir daha da gündeme gelmemiştir. Gelmemiştir ama
siyasal iktidarın “uygun” gördüğü düzenlemelerin çoğu tek tek
gerçekleştirilmiştir. Sözgelimi; en son 6 Nisan 2011 tarihinde çıkarılan 6223
sayılı “Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve
Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Teşkilat, Görev ve Yetkileri İle Kamu Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki
Kanunu”yla, gerçekte,
kamu yönetiminin, köklü biçimde dönüştürülmesinin hukuksal çerçevesi
oluşturulmuştur. Bildiğiniz gibi, bu yasanın 1. Maddesinin 1. fıkrasının “a” ve “b” bendleriyle;
“a) Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;
1)
Mevcut
bakanlıkların birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına,
anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla hiyerarşik
ilişkilerine,
2)
Mevcut
bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin yeniden
belirlenmesine veya bunların mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan
bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine,
3)
Mevcut
bakanlıklar ile birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki,
teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve yurt dışında teşkilatlanma
esaslarına,
b) Kamu
kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel
ile diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına”
ilişkin konularda
düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi
verilmiştir. Ardından, aynı yılın Kasım ayında, ilk adımda 35 KHK birden
çıkarılarak kamu yönetimiyle doğrudan ve dolaylı olarak ilgili çok sayıda kurumsal
ve hukuksal düzenlemede yaşamsal önemde değişiklik yapılmıştır. Bu
değişikliklerin çoğunluğu, kolaylıkla kestirilebileceği gibi, “doğal” süreç, ortam ve varlıkların, yanı
sıra, kamu arazilerinin mülkiyeti, kullanımı ve yönetimiyle ilişkili olmuştur.
Bu, rastlantısal bir durum değildir: Daha önce de belirtildiği gibi, AKePe iktidarı,
çoğu kamu mülkiyetinde, yönetiminde ve gözetiminde olan “doğal” süreç ve
varlıkların sermaye birikim sürecine katkısının daha da artırılmasının gerekli
ve olanaklı, üstelik de göreceli olarak çok daha kolay
gerçekleştirilebileceğini kavramıştır. Özellikle, 2011 yılında çıkarılan 644,
645 ve 648 sayılı KHK’lar ile 2012
yılında çıkarılan 6292, 6306 ile 6360 yasalar da bu bağlamda
birbirleriyle ilişkilendirilerek tartışıldığında, çok daha anlamlı vargılara
ulaşılabilecektir.
“Doğal” süreç, ortam ve varlıkların yönetimi daha da keyfileştirilmiştir !
Daha önce belirttiğim
gibi, ülkemizde “doğal” süreç, ortam ve varlıkların çoğu kamu mülkiyetinde ya
da yönetiminde yahut gözetimindedir. Bu doğrultuda, 1982 Anayasasında bile
çeşitli kurallara yer verilmiştir*. Ancak; Anayasa Mahkemesi’nin bu
kurallara aykırı düzenleme ve uygulamalar ile ilgili iptal kararlarına karşın,
özellikle 2000’li yıllarda, kamu yönetiminin bu süreç ve varlık üzerindeki
etkenliği büyük ölçüde zayıflatılmıştır. Bu süreçte, ağırlıkla arazi temelli
hukuksal düzenlemelerde yapılan değişikliklerle, “doğal” süreç, ortam ve
varlıkların ticarileştirilmesine, yanı sıra, özelleştirilmesine yeni boyutlar
kazandırılmıştır. Örneğin; 3 Temmuz 2003 tarihinde çıkarılan 4916 sayılı Çeşitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının
Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun, bu sürece ivme kazandıran bir düzenleme işlevini görmüştür.
2001 yılında çıkarılan 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma
Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un amacını “Hazineye
ait taşınmazların daha kısa sürede ekonomiye kazandırılması” olarak
değiştiren bu yasayla, çok sayıda yasada köklü değişiklik yapılmıştır. Örneğin;
4916 sayılı yasanın 21. maddesiyle, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 4.
maddesi;
“Hazinenin veya Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğünün mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
yerlerdeki baraj, dalyan, voli yerleri, göller, havuzlar, nehirler ve nehir
ağızlarındaki av yerleri ile deniz ve iç sularda belirlenmiş yerlerdeki su
ürünleri üretim hakkı; öncelikle o yerde kurulan, üyeleri beş yıldan az olmamak
üzere üretim bölgesinde ikamet eden, münhasıran su ürünü üretim ve pazarlaması
ile iştigal eden kooperatif, kooperatif birliği veya köy birliklerine başta Çevre ve Orman Bakanlığı ile
Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere ilgili bakanlıkların görüşü alınarak
Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca tespit edilecek esaslar dahilinde, 2886 sayılı
Devlet İhale Kanunu esaslarına göre, gelirleri kendilerine ait olmak üzere il özel idarelerince kiraya verilir.”
kuralına yer
verilmiştir.
***
Kısacası; 2000’li
yıllarda, niteliği (konumu, mülkiyeti, yapısı, üzerindeki varlıklar ve etkinlikler
vb) ne olursa olsun, her türden “devlet malının” ticarileştirilmesine yönelik düzenleme
ve uygulamalara öncelik verilmiş, ağırlık kazandırılmıştır. Örneklenen
yasalarda ve ilgili kuruluşlarda yapılan düzenlemeler, temel amacı, sermaye
birikim sürecine “yeni” alanlar ve kolaylıklar sunmak olan bu yönelimin henüz
göreceli olarak el atılmamış alanları da kapsayacak biçimde genişletileceğini
açıklıkla ortaya koyuyor bence.
Veeee O ÜÇ
YASA…
Bildiğiniz gibi;
2000’li yıllarda, yukarıda belirtilen gerçeklikler temelinde birbirleriyle
ilişkili çok sayıda hukuksal düzenleme yapılmıştır. İlginçtir; “torba yasa”
söylemiyle birbirleriyle ilgisiz çok sayıda düzenlemenin sıkça sayılabilecek
aralıkla yapılması, bir yandan yasama organın işlevini gerektiğince yerine
getirilebilmesini güçleştirmiş bir yandan da kapsama alınan yasal
düzenlemelerin en duyarlı kamuoyunda bile tartışılabilmesini
olanaksızlaştırmıştır. Böylece gündeme getirilen yasa tasarılarına TBMM’de,
özellikle iktidar milletvekillerinin önergeleriyle yeni boyutlar kazandırılması
ise bu olanaksızlığı pekiştirmiştir. Ancak, bu bağlamda örnek alınacak 6292,
6306 ve 6360 sayılı yasalar, böyle bir süreçte görüşülmemiş; “günü geldiğinde”
tek tek gündeme getirilmiş ve yürürlüğe konulmuştur. Böyle iken, yerel seçimler
öncesinde çıkarılan 6360 sayılı yasa bir kenara koyulursa, bu yasaların getiri
ve götürüleri de gerektiğince tartışılmamıştır.

1. 6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve
Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile
Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun
Göreceli olarak en
duyarlı olduğu düşünülen kamuoyunda bile yanlış olarak “İkiBe Kanunu” olarak
adlandırılan, çıkarıldıktan sonra çok kısa aralıkla üç kez değiştirilen 6292
sayılı yasayla, dört temel düzenleme yapılmıştır:
ü 6831 sayılı Orman
Kanunu’nun 2. maddesinin “B” bendi uyarınca, artık hukuksal olarak “orman” sayılmayan
arazilerin “hak sahibi” sayılan herkese satılması.
ü Yine 6831 sayılı
Orman Kanunu’nun 2. maddesinin “A” bendi uyarınca “Öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen
yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından
hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu
tespit edilen yerler ile halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle
örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen
yerlerin”, Anayasanın 170. maddesine aykırı biçimde tüm “orman köylülerini”
kapsayacak biçimde değerlendirilmesi.
ü Hazinenin
mülkiyetindeki tarım arazilerinin “hak sahibi” sayılanlara satılması.
ü 6831
sayılı Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikler.
Kimi
maddeleri, Anayasanın 169 ve 170. maddeleri ile Anayasa Mahkemesi’nin daha önce
yapılan benzer düzenlemeler ile ilgili kararlarına da aykırı olan bu
düzenlemelerin başlıcaları, aşağıda örneklenmiştir.
a) “İkiBe Arazilerinin” Satılması:

Yasanın 2. Maddenin
1. fıkrasının “f” bendinde;
“2/B alanlarını ve proje bütünlüğünü
sağlamak amacıyla gerektiğinde bu alanların dışında kalan yerleri de kapsayan
ve sınırları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı veya
ilgili büyükşehir ya da diğer belediyelerce belirlenen ve Çevre ve Şehircilik
Bakanlığınca onaylanan gecekondu veya kentsel dönüşüm projesi uygulanacak
alanlar”
biçiminde tanımlanan
“proje alanı” uygulamasıyla,
sırasıyla; TC Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na (TOKİ), büyükşehir belediyeleri ile belediyelere uygun
gördükleri “İkiBe Arazilerini” istedikleri gibi kullanabilme olanağı
sağlanmıştır. İyi de, nerelerdeki ne kadar “İkiBe Arazileri” ile “…bu alanların dışında kalan yerler”?
Sonra; “projenin bütünlüğü” ne demektir;
“gerektiğine” kim, nasıl karar verecektir? Doğaldır ki (!) yasada bu konularda
herhangi bir açıklama yok.
Öte
yandan, yasanın
8. maddesinin 3. fıkrasına göre;
“Aynı proje
alanı için birden fazla teklif olması hâlinde, öncelik sıralaması TOKİ,
büyükşehir belediyeleri ve belediyeler olmak üzere değerlendirme yapılır.”
Ancak, aynı maddenin
4. fıkrasına göre;
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından proje alanı belirlenmesi hâlinde,
…öncelik Bakanlığındır. Bakanlık tarafından belirlenen ve onaylanan proje alanı
içerisinde kalan 2/B alanlarındaki taşınmazlar ise, hak sahipleri ve mevcut
hakları da belirtilmek suretiyle ve bu Kanun amaçlarında kullanılmak üzere adı
geçen Bakanlığa tahsis edilir ve bu alanlar adı geçen Bakanlık tarafından …”
değerlendirilebilecektir.
Böylece, “proje alanı” uygulamasıyla
“İkiBe Arazilerinin” değerlendirilmesi için siyasal iktidara sınırsız olanaklar
tanınmıştır. Maddenin 5. fıkrası tümüyle bu doğrultuda
düzenlenmiştir:
“Proje alanı olarak belirlenen bölgelerdeki her ölçekteki imar planları
ve değişiklikleri ile bu planlara dayalı olarak yapılacak imar uygulamaları,
parselasyon planları, ifraz ve tevhit işlemleri proje alanı sahibi idare
tarafından yapılır ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylanır.”
Maliye Bakanı Mehmet
Şimşek’in 26 Kasım 2012 tarihinde yaptığı açıklamada yalnızca;
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığımızca 8 ilde (Antalya,
Bursa, Hatay, İstanbul, Kocaeli, Muğla, Sakarya ve Samsun) bazı 2/B alanlarında
proje alanı onaylanmıştır. Bu alanlarda kentsel dönüşüm uygulanması amacıyla
2/B taşınmazlarının devir işlemleri de devam etmektedir. “
bilgisi verilmiştir. Sözgelimi
2015 yılı sonuna değin hangi kuruluşa ne denli “İkiBe Arazisinin” hangi
amaçlarla “proje alanı” olarak verildiği belirsizdir.
Öte yandan; Bakanın
17 Şubat 2015 tarihinde yaptığı açıklama da oldukça anlamlıdır:
ü 2013 yılında başlatılan uygulamada 30 Ocak 2015 tarihi
itibarıyla 7 milyar liralık satış gerçekleştirildi…
ü 30 Ocak 2015 tarihi itibarıyla 2B taşınmazlarını satın
almak için yapılan başvuru sayısının 721 bin 541 oldu…
ü başvurulardan 88 bin 550'sinin satışa konu edilememesi
nedeniyle, uygulamadan 632 bin 991 hak sahibinin yararlanabilecek…
ü 2013 yılında başlatılan uygulamada 30 Ocak itibarıyla 514
bin 383 hak sahibine 388 bin 663 adet taşınmaz satıldı…
“Yorgan yandı, kavga
bitti” mi? Öyle anlaşılıyor ki, bitmiş; baksanıza, nerelerdeki “İkiBe Arazilerinin”
kimler tarafından hangi koşullarla kapıştığını artık benden başka kimseler
“dert edinmiyor”.
b)
“İkiAa Arazilerinin”
Değerlendirilmesi
Bunca yıldır
gözlemlediğime göre;
ü Anayasanın 170.
maddesi ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesinin “A” bendinde yer verilen
kuralların neler olduğu;
ü 6831 Sayılı Orman Kanununun 2 Nci Maddesinin (A)
Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelikle
yapılan düzenlemeler;
ü uygulamaların nasıl
yapıldığı;
ü 6292 sayılı yasanın
“İkiAa” uygulamasını nasıl düzenlediği
benden başka
kimseleri ilgilendirmiyor (!) Her fırsatta soruyorum;
“- Yahu, ‘İkiBe’nin olduğu yerde bir de “İkiAa”
olmaz mı; insan, hiç merak etmez mi?”
Sonunda öğrendim;
etmezmiş ! Etmediği için olacak ki, 6292 sayılı yasanın Anayasanın 170.
maddesine, deyim yerindeyse “bal gibi” aykırı olan, 6831 sayılı yasanın 2.
maddesinin “B” bendiyle açıkça çelişen özellikle 3 ile 4. maddesini kimseler
tartışmıyor. Ama ben hep tartıştım; bundan sonra da tartışacağım. Ne ki, insan,
yine deyim yerindeyse, “zurnanın son deliği” olunca (!) bu tartışmalar ben
yapmışım “ne yazar?” Ne diyebilirim ki; “batsın bu dünya”!
Yine kısaca değineyim*: Biliyorsunuz (gerçekten de
biliyorsunuz, değil mi☻?) Anayasanın 170. maddesine göre;
“Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması,
ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve
işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, 31.12.1981
tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş
yerlerin değerlendirilmesi; bilim ve fen
bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve
orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler
halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan
yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.”
6831 sayılı yasanın
en son 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasanın 1. maddesiyle yeniden düzenlenen
2. maddesinin “A” bendine göre;
“Öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen
yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen
bakımından hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde
yarar olduğu tespit edilen yerler ile halen orman rejimi içinde bulunan funda
ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu
tespit edilen yerler”
hukuksal olarak
“orman” sayılmayacaktır. Çok açık: Bu düzenlemelerde söz konusu olan
ü “orman içindeki köyler halkı”,
ü “kısmen veya tamamen yerleştirme” ile
ü “yararlanmasına tahsis”tir !
Oysa 6292 sayılı
yasanının 3. maddesinin 1. fıkrasının “a” bendinde;
“2/A alanları, nakline karar verilen Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köyler halkının
kısmen veya tamamen yerleştirilmesi için Devlet eliyle ihya edilerek bu halka devri
ve yararlandırılması amacıyla Orman Genel Müdürlüğünün,… tasarrufuna geçer”
kuralına yer
verilmiştir. Yasanın 4. maddenin 1. fıkrasıyla da;
“Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan ve yerinde
kalkındırılmaları mümkün görülmeyen köyler halkının başvurusu üzerine veya
bulundukları yerlerden orman rejimi bakımından kaldırılmaları zorunlu bulunan
köyler halkının resen 2/A alanlarına, bu mümkün olmadığı takdirde diğer yerlere
kısmen veya tamamen nakline ve yerleştirilmelerine”
kuralları
getirilmiştir. Öte yandan, yasanın 4. maddesiyle, özellikle “devlet ormanı”
sayılan yerlerin içinde ve bitişiğindeki kırsal yerleşme ve arazi kullanım
düzeninin köktenci biçimde değiştirilmesi olanaklı kılınmıştır:
“Nakline ve yerleştirilmesine karar verilen veya bulundukları yerleşim
yerlerinden kaldırılmaları zorunlu bulunan Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köy ve mahalle
halkının yerleştirilmesi amacıyla orman sınırları dışına çıkarılarak Hazine adına
tescil edilip Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçen veya Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
tasarrufuna geçen yerlerin;
a) İklim, toprak ve diğer arazi özellikleri
değerlendirilerek tarımsal faaliyetlere uygun olup olmadığı, ıslah ve imar
edilerek tarımsal faaliyetlere uygun hale dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği ile
tarım ve tarım dışı amaçlı arazi kullanım planları, arazi ıslahı, imarı ve
ihyasına yönelik işlemler ve uygulamalar Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığınca,
b) Yerleşim planları ve uygulamaları (a) bendinde
belirtilen arazi kullanım planları dikkate alınarak Çevre ve Şehircilik
Bakanlığınca,
yapılır veya yaptırılır ve onaylanır.”
Böylece, Yasayla “ikiAa
Arazilerinin” değerlendirme biçimi ve kapsamı genişletilmiştir. Dahası; Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı da yetkilendirilmiştir. Peki, neden? Oysa, yukarıda da
sergilendiğim gibi, Anayasanın 170. maddesinde, bu arazilerin yalnızca “orman içi köyler halkına” ve bu halkın
“yararlanmasına tahsis edilmesi”
kuralı getirilmiştir. Buna karşılık, yasayla; “orman bitişiğindeki” köyler de
uygulama kapsamına alınmış; “İkiAa Arazilerinin” yalnızca “yararlanmasına
tahsis edilmesi” değil devredilmesi
de olanaklı kılınmıştır.
Öte yandan; arazi
kullanım planlamasının tüm arazileri kapsayacak biçimde yapılmadığı ülkemizde “İkiAa
Arazilerinin” kullanım biçiminin belirlenmesi ve planlanması vb yönlendirici
işlemler de Gıda, Tarım ve Hayvancılık ile Çevre ve Şehircilik Bakanlıklarına
bırakılmıştır. Bu, ülkemizde hukuksal olarak “devlet ormanı” sayılan tüm
arazilere;
“orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından
hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar”
bulunduğu ve “halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü
yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar”
olduğu gerekçesiyle tüm
“orman köyü” sayılan yerleşmelerde yaşayanların “kısmen veya tamamen
yerleştirilebilmesi” olanaklı kılınmıştır.
Bu durum, “orman köyü” sayılan tüm yerleşmelerin 6360 sayılı yasayla
yarısına yakın bir kısmı mahalleye dönüştürülmesiyle birlikte
değerlendirildiğinde, özellikle “devlet ormanı” sayılan yerlerin yeni yerleşmelere
yol açılabileceği kolaylıkla kavranabilir.
c) Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satılması
Maliye Bakanlığı’nın
açıklamasına göre, 6292 sayılı yasayla; “Hazineye ait arazi vasıflı 862 893” adet arazi ile bu araziler üzerindeki tarımsal amaçlı yapılar ve konutlar
hissedarlarına, kiracılarına, kullanıcılarına satılacaktır3. Başka
bir söyleyişle, Çizelge 1’den de anımsayacağınız gibi; devlet adına tescil
edilmiş ve şimdilik 114, bin hektarı “bağ-bahçe” ve 1,7 milyon hektarı da
“tarla” olarak kullanılan toplam 1,8 milyon hektar tarım arazisinde, deyim
yerindeyse “parayı veren düdüğü çalacaktır.”
Yasanın 12.
maddesinin 1. fıkrasına göre,
Maliye Bakanı’nın “Çiftçimizi, topraklarına
sahip çıkmaya davet ediyorum. Bu tarihi bir fırsattır, kaçırmasınlar." çağrısıyla başlatılan satışlar
sırasında;
“Hazineye ait tarım arazilerinin; 31/12/2011
tarihi itibarıyla en az üç yıldan beri tarımsal amaçla kiralayan, kira
sözleşmesi halen devam eden kiracıları veya bu arazileri aynı süreyle tarımsal
amaçla kullanan ve kullanımlarının halen devam ettiği idarece belirlenen
kullanıcıları ya da paydaşlarından; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren iki yıl içerisinde bu arazileri bedeli karşılığında doğrudan satın
almak için idareye başvuran ve idarece bu maddede belirtilen şekilde tespit ve
tebliğ edilen satış bedelini itiraz etmeksizin kabul edenler…”
“hak
sahibi” sayılacaktır. Nasıl oluyor da
kimsenin, sözgelimi “anasıyla” “yavrusuyla” muhalefetin; kendilerini hem
“demokratik”, hem “kitle” hem de “örgütü” olarak nitelendiren kuruluşların,
“kamusalcı” geçinen kişilerin aklına;
“- Yahu devletin tarım arazileri nasıl
çiftçinin oluyormuş?”
sorusunu
sormak gelmiyor; inanın, anlayamıyorum.
Maddenin
2. fıkrasına göre “… doğrudan hak
sahiplerine satılacak Hazineye ait tarım arazilerinin satış bedeli rayiç
bedelin yüzde yetmişidir.” Ancak, yasanın 2013 yılında yeniden düzenlenen
6. maddesinin 4. fıkrasına göre;
“Hak sahiplerine doğrudan satılacak olan taşınmazların satış bedeli;
dört yüz metrekareye kadar olan kısmı için rayiç bedelin yüzde ellisi, fazlası
için rayiç bedelin yüzde yetmişi üzerinden hesaplanır. Birden fazla taşınmazda
hak sahibi olunması hâlinde yüzde elli satış bedeli hesaplaması, hak sahibinin
tercih edeceği sadece bir taşınmaz için uygulanır. Bir taşınmazdaki hak sahipliğinin
devredilmesi hâlinde yüzde elli satış bedeli hesaplaması, taşınmazın sadece
dört yüz metre karesi için ve hak sahiplerinin hisselerine oranlanarak uygulanır.”*
Öte yandan, yasanın
12. maddesinin 3. fıkrasına göre;
“Kamu hizmetine tahsis edilmiş veya fiilen bu amaçla
kullanılanlar, belediye ve mücavir alan sınırları içinde bulunan yerler, bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte geçerli olan belediye ve mücavir alan sınırları
içinde kalan yerler, belediye ve mücavir alan sınırları dışında olmakla
birlikte kamu kurum ve kuruluşlarının hazırladıkları planlarda tarım dışı
kullanıma ayrılmış alanlar, denizlerde kıyı kenar çizgisine beş bin metre,
tabii ve suni göllerde kıyı kenar çizgisine beş yüz metreden az mesafede
bulunan alanlar ile içme suyu amaçlı barajların mutlak ve kısa mesafeli koruma
alanları içinde kalan yerler, satış tarihi itibarıyla arazi toplulaştırılması
yapılacak yerler, özel kanunları kapsamında kalan ve özel kanunlarına göre
değerlendirilmesi gerekenler ile diğer sebeplerle satılamayacağı Maliye
Bakanlığınca belirlenecek Hazineye ait tarım arazileri bu madde kapsamında hak
sahiplerine…”
satılamayacaktır.
Buna karşılık; maddenin 12. fıkrasına göre;
“Mülkiyeti Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne ait olan, hâlihazırda
gerçek kişiler tarafından kullanılan Konya ili, Sarayönü ilçesi, Konuklar Tarım
İşletmesi Müdürlüğü ile Adana ili, Ceyhan ilçesi, Çukurova Tarım İşletmesi
Müdürlüğü uhdesinde bulunan ve işletme bütünlüğünü bozmayan arazilerin
kullanıcıları tarafından; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı
ay içinde adı geçen Genel Müdürlüğe başvurulması ve geriye dönük beş yıllık
ecrimisil bedelinin ödenmesi …”
koşuluyla doğrudan
satılabilmesi de olanaklı kılınmıştır.
Devletin
mülkiyetindeki 1,8 milyon hektar tarım arazisinin satılmasından söz ediyorum;
bu, önemsenmeyecek bir durum mudur?
d) 6831 Sayılı Orman Kanunu’nda Yapılan Düzenlemeler*
Benzetme
yerindeyse; özellikle AKePe döneminde, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun “başına
gelenler, deyim yerindeyse, “pişmiş tavuğun başına gelmemiştir”! 1956 yılında
çıkarılan bu yasa, o günden bu yana toplam 24 kez değiştirilmiştir. Ancak, bu
değişikliklerin kaçı AKePe döneminde
gerçekleştirilmiştir, biliyor musunuz; tam 14’ü ! 6292 sayılı yasayla
yapılan, bu değişikliklerin yalnızca birisidir.
6292
sayılı yasayla yapılan düzenlemeler kapsamında 6831 sayılı yasanın 7-12 ve 17,
maddeleri değiştirilmiş; Ek Madde 9’a yeni fıkralar eklenmiş; bir de Geçici
Madde 9 getirilmiştir. Böylece, “orman” sayılabilecek yerlerin
sınırlandırılması ve kadastrosu işlemleri kolaylaştırılmış; “devlet ormanı”
sayılan yerleri ormancılık dışı amaçlarla kullanabilme olanakları artırılmıştır.
Sözgelimi; Ek Madde 9’a;
“Gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri ya da vakıflar tarafından kurulan
yükseköğretim kurumları hariç olmak üzere; yükseköğretim kurumlarına eğitim ve
araştırma maksatlı tesisler yapılması için bu Kanunun 17 nci maddesinin üçüncü
fıkrası esaslarına göre orman sayılan alanlardan bedelli izin verilebilir.
Ayrıca, izin verilen bu alan içinde izin sahibi yükseköğretim kurumuna veya
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne yurt yapılması
maksadıyla bedelli izin verilebilir.”
fıkrası eklenmiştir.
Ek olarak; getirilen Geçici Madde 9’la;
“Tapuda kişiler adına kayıtlı iken, orman sınırları içerisinde kaldığı
gerekçesiyle tapuları iptal edilen yerler üzerinde bulunan ve 31/12/2011
tarihinden önce müsaderesine karar verilen ve Orman Genel Müdürlüğü sabit
kıymetlerine alınan tesislerden 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret
Kanunu kapsamındaki fabrika veya ticarethane niteliğindeki tesisler öncelikle
kullanıcılarına olmak üzere yirmi dokuz yıla kadar kiraya verilebilir.”
Bana kalırsa, bu
düzenlemeler, kamu yönetiminin “doğal” süreç, ortam ve varlıklar üzerindeki
mülkiyet, yönetim ve kullanım yetkisini daraltan bu düzenlemeler, tartışma
konusu üç yasanın kesişme alanlarının bir boyutunu açıklıkla ortaya koyuyor.
2. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun
Bilindiği gibi, 2011 yılında çıkarılan 644 sayılı KHK’yla Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı kurulmuş; aradan yalnızca bir ay geçtikten sonra çıkarılan
648 sayılı KHK’yla görev ve yetkileri büyük ölçüde değiştirilmiş; bu
değişiklikler de yeterli görülmemiş; bir yıl sonra çıkarılan 6306 sayılı
yasayla da 644 sayılı KHK yeniden değiştirilmiştir. Böylece oluşturulan düzende,
daha sonra, 653 ile 664 sayılı KHK’larla, yanı sıra, 2013 yılında çıkarılan
6495 sayılı yasayla da çeşitli değişiklikler yapılmıştır. Sözcüğün tam
anlamıyla, “yap-boz” oyunu anlayacağınız. Gerçekte
6306 sayılı yasayla, çeşitli yasalarda (775, 2876, 2942, 2985, 3194, 5366,
5343, 5543, 6831, 4342) değişiklik yapılmasının yanı sıra çok sayıda yasayla
getirilen kuralların uygulanmaması da olanaklı kılınmıştır. Bu düzenlemelerin
başlıcalarını söyleye özetleyebilirim:
(i)
Yasanın 2. maddesinde “riskli alan” ve “riskli yapı”
tanımları getirilerek, 1959 yılında çıkarılan 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak
Yardımlara Dair Kanun’un “afete maruz
bölge” olarak belirlenecek yerlerde yapılacak uygulamaların kapsamı, tüm
ülkeyi kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Öyle ki, “riskli alanlar”, maddenin 1.
fıkrasının “b” bendine göre;
“Belediye ve mücavir alan sınırları içinde
belediyeleri, bu sınırlar dışında il özel idarelerini, büyükşehirlerde
büyükşehir belediyelerini ve Bakanlık tarafından yetkilendirilmesi hâlinde büyükşehir
belediyesi sınırları içindeki ilçe belediyeleri”
olarak
tanımlanan “İdareler” tarafından da belirlenebilecektir. Aynı fıkranın “c”
bendinde ise, “rezerv yapı alanları”;
“Bu Kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı
olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya
resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanlar”
biçiminde
tanımlanmıştır. Kamu yönetiminin temel ilkelerine tümüyle aykırı olan bu düzenlemeyle
TOKİ gibi bir “inşaat şirketine” (!), özür dilerim, bir “kamu” kuruluşuna, bir
anlamda, “bakanlıklarüstü” bir konum verilmiştir.
(ii)
Yasanın 3. maddesinin 6. fıkrasına göre;
“25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamında olup riskli
alanlarda ve riskli yapılarda yaşayanların nakledilmesi için Bakanlıkça ihtiyaç
duyulan taşınmazlar, 4342 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (g) bendindeki alanlardan sayılarak,
tahsis amaçları aynı maddeye göre değiştirilip tapuda Hazine adına tescil
edilir; bu taşınmazlar hakkında bu Kanuna göre uygulamada bulunulur”
(iii) Yasanın 7. maddesinin 1. fıkrasının “b” bendine göre;
“31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı
Orman Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine göre Hazine
adına orman dışına çıkarılan yerlerin satışından elde edilen gelirlerin yüzde
doksanını geçmemek üzere Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen orana tekabül
eden tutar.”
da öngörülen amaçlar için kullanılmak üzere “dönüşüm
gelirleri” olarak ilgili yıl genel bütçesine gelir olarak kaydedilebilecektir.
Oysa, 6292 sayılı yasanın 10. maddesinin 2. fıkrasıyla;
“Bu Kanunun uygulamasından elde edilen
gelirlerin yüzde üçünü geçmemek üzere Bakanlar Kurulunca belirlenecek miktar,
genel bütçe gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin tahsilini takip
eden ay sonuna kadar yatırım amacıyla kullanılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü
muhasebe birimi hesabına ödenir. Kalan tutarın yüzde doksanını geçmemek üzere
Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenen orana karşılık gelen bölümü, ilgili yıl
genel bütçesinin (B) işaretli cetvelinde özel gelir, kalanı ise gelir olarak
öngörülür ve gelir gerçekleşmesine bağlı olarak özel gelir veya gelir
kaydedilir.”
kuralı
getirilmiştir. Açıktır ki, bu kurallar uygulamada çatışmalı durumların ortaya
çıkmasına yol açabilecektir.
(iv)
Yasanın 9. maddesine göre;
“(1) Bu Kanun uyarınca yapılacak olan planlar, 3/5/1985 tarihli ve 3194
sayılı İmar Kanununda ve imara ilişkin hükümler ihtiva eden özel kanunlar da
dâhil olmak üzere diğer mevzuatta belirtilen kısıtlamalara tabi değildir. Bu
Kanuna tabi riskli yapılar, riskli alanlar ve rezerv yapı alanları hakkında 7269
sayılı Kanunun uygulanıyor olması bu Kanunun uygulanmasına engel teşkil etmez.
(2) Bu Kanun kapsamındaki alanlarda bu Kanunun öngördüğü
uygulamaların zaruri kılması hâlinde, bu uygulamaların gerektirdiği iş ve
işlemler hakkında;
a)
26/1/1939 tarihli ve
3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında
Kanunun,
b)
31/8/1956 tarihli ve
6831 sayılı Orman Kanununun,
c)
Afete maruz bölgeye
ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi
Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara
Dair Kanunun,
ç) 28/12/1960
tarihli ve 189 sayılı Millî Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları İçin Sarfiyat
İcrası ve Bu Bakanlıkça Kullanılan Gayrimenkullerden Lüzumu Kalmayanların Satılmasına
Salâhiyet Verilmesi Hakkında Kanunun,
d)
18/12/1981 tarihli ve
2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun,
e)
12/3/1982 tarihli ve
2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun,
f)
21/7/1983 tarihli ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun,
g)
4/4/1990 tarihli ve
3621 sayılı Kıyı Kanununun,
ğ) 25/2/1998
tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununun,
h)
16/6/2005 tarihli ve
5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması
ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanunun,
ı) 3/7/2005
tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun,
i)
Geri görünüm ve
etkilenme bölgeleri bakımından 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi
Kanununun,
bu Kanunun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer
kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz*.
(3) 2863 sayılı Kanun ve 5366 sayılı Kanun kapsamındaki
alanlarda uygulamada bulunulması hâlinde alanın sit statüsü de gözetilerek
Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşü alınır.”
Görüldüğü gibi, yasayla siyasal iktidara; “afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli
yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına
uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme,
tasfiye ve yenilemeler” yapma gerekçesiyle olağandışı yetkiler
tanınmıştır.
(iv) Yasanın 10.
maddesiyle, 68311 sayılı Orman Kanunu’na getirile Ek Madde 13’le;
“Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanların afetler
öncesinde piknik alanı, mesire yeri ve afet sonrasında geçici barınma yeri
olarak kullanılması için Orman Genel Müdürlüğünce veya bu Genel Müdürlüğün
uygun görmesi hâlinde talepte bulunan idarelerce altyapı hizmetleri verilir.”
kuralı getirilmiştir.
Bu düzenleme, hangileri olduğuna hiçbir açıklama getirilmeyen “talepte bulunan
idareler” tarafından da kentsel yerleşmelerin “içindeki veya yakın çevresinde” bulunan “devlet ormanı” sayılan
yerlerde piknik alanı, mesire yerleri oluşturulabilecektir.
(v)
Yasanın 18. maddesiyle 5543 sayılı İskân Kanunu’na
getirilen Ek Madde 1’in 1. fıkrasıyla;
“Afet riski veya fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırılık sebebiyle
veya Bakanlar Kurulunca belirlenen özel proje alanlarında gerçekleştirilecek
olan yeniden iskân uygulamalarında, buralardaki yerleşim merkezlerinde yaşayan
ailelerin daha elverişli yerlerde iskânları ile köye dönüş projeleri
çerçevesindeki iskân çalışmaları;… Bakanlar Kurulunca tespit edilen orman veya
mera vasıflı alanlardan ve Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan uygun görülen yeni yerleşim
yerlerinde, bu Kanun hükümlerine göre yapılır.”
Anlaşılabileceği gibi, bu düzenlemeyle; çeşitli gerekçelerle yapılacak
“yeniden iskân” uygulamalarının bir yandan gerekçeleri çeşitlendirilmiş (afet
riski, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırılık) bir yandan da uygulama
yapılabilecek yerler; hem “orman” ve “mera” sayılan yerleri hem de “hazinenin
özel mülkiyetinde” ve “devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan” arazileri
kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Ancak; sözü edilen “aykırılıkların”
ölçütlerin neler olacağına ve belirlenme yöntemine hiçbir açıklık
getirilmemiştir. Sözgelimi, düzenlemede geçen “Bakanlar
Kurulunca belirlenen özel proje alanlarının” neler olabileceği belirsizdir.
3. 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
2012 ile 2013
yıllarında Türkiye’deki yerleşme verilerine bakacak bir kimse çok şaşıracaktır:
“Köy” sayılan yerleşme yeri ile bu yerleşmelerde yaşayanların sayısının, söylem
yerindeyse; “bir gece ansızın” neredeyse yarı yarıya azaldığını görecektir
çünkü. Hâlâ; “- Böyle bir şey olabilir mi?”
diyorsanız eğer, AKePe’nin ondört yıldır ülkemizde neler yapmayı hedeflediğini,
bu doğrultuda neleri “becerdiğini” hiç, ama hiç anlamamışsınızdır. Bu bağlamda
bir kez daha söyleyeceğim, bağışlayın:
AKePe dinci temelli
ideolojik bir oluşumdur; ülkemizde yaşamın her alanını bu ideoloji
doğrultusunda dönüştürmeyi amaçlamaktadır ve bu amacını kapitalist üretim
ilişkileri için gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bu sürecin tamamlanmasına çok
az kalmıştır! Bu gerçeklik temelinde bütüncül olarak yaklaşılmadığında
gerçekleştirdiği hiçbir kurumsal, hukuksal, ekonomik, toplumsal ve kültürel
dönüştürümün doğru olarak kavranabilmesi olanaksızdır!
6360 sayılı yasanın
da bu temel gerçeklik göz önünde bulundurularak tartışılması yöntemsel bir
zorunluluktur.
6360 sayılı yasa, kırsal
ile kentsel yerleşmelerin ekolojik, ekonomik, toplumsal, kültürel, dolayısıyla
da siyasal koşullarında hem farklı hem de benzer dönüşümlere yol açabilecektir.
Ne ki, bu bağlamda, yalnızca kırsal, ağırlıkla “köy” ve özellikle de “orman köyü” sayılan yerleşmelerdeki
olası dönüşümleri tartışmaya çalışılacağım.
Bildiğiniz gibi; ülkemizde
“köy” sayılan yerleşme yerleri ile “köylü” sayılan nüfus, hem sayısal hem de
toplumsal ve ekonomik, kimi dönemlerde de siyasal ağırlığını 2010’lu yıllara değin
sürdürebilmiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca bu kesimin kalkındırılmasına, pazara
açılmasına yönelik çeşitli çabalara girildiği; bu doğrultuda önemli boyutlarda
kamusal kaynağın harcandığı, ancak, bu çabaların özellikle 2000’li yıllarda iyiden
iyiye “ulufe” dağıtımına dönüştürüldüğü de bilinen bir başka gerçekliktir. AKePe,
2000’li yıllarda “köy/köylü” sorununu, “kırsal alan/nüfus” olarak görmeye
başlamış; alt yapı yatırımları, destekleme vb uygulamalarına bu doğrultuda
ağırlık vermiştir çünkü: Dünya Bankası, IMF gibi ülkelerarası örgütlerin
yönlendirdiği AKePe döneminde, sözgelimi;
ü 2006 yılında 5488
sayılı Tarım Kanunu çıkarılmış ve Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi
(2007-2013), daha sonra da Ulusal
Kırsal Kalkınma Stratejisi (2014-2020) belgelerini hazırlanmış; bu belgede
“20 bin ve daha fazla nüfusa sahip
kentsel yerleşmeler dışında kalan” yerler “kırsal alan” sayılmış;
ü 2007 yılında; “doğal kaynaklar ve çevrenin korunmasını
dikkate alarak, kırsal alanda gelir düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal üretim ve
tarıma dayalı sanayi entegrasyonunun sağlanması için küçük ve orta ölçekli
işletmelerin desteklenmesi, tarımsal pazarlama altyapısının geliştirilmesi,
gıda güvenliğinin güçlendirilmesi, kırsal alanda alternatif gelir kaynaklarının
oluşturulması, toplu basınçlı sulama sistemlerinin geliştirilmesi, yürütülmekte
olan kırsal kalkınma çalışmalarının etkinliklerinin artırılması ve kırsal
toplumda belirli bir kapasitenin oluşturulması” amacıyla “Kırsal Kalkınma Programı 2007-2013” (IPARD) uygulanmaya konmuş*; bu belge 2014 yılında “Kırsal
Kalkınma Programı 2014-2020) olarak güncellenmiştir;
ü 2007 yılında
çıkarılan 5648 sayılı yasayla, “…ulusal kalkınma plan, program ve stratejilerinde
öngörülen ilke ve hedefler çerçevesinde, Avrupa Birliği ve uluslararası
kuruluşlardan sağlanan kaynakları da kapsayacak şekilde, kırsal kalkınma
programlarının uygulanmasına yönelik faaliyetleri gerçekleştirmek üzere” Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme
Kurumu kurulmuş;
ü 2010 yılında “…ülkemiz kırsalındaki beşeri ve doğal kaynak
potansiyelini sürdürülebilir kalkınma yaklaşımıyla değerlendirmek suretiyle,
kırsal nüfusun iş ve yaşam koşullarının kendi yöresinde iyileştirilmesine”
katkıda bulunmak beklentisiyle Kırsal
Kalkınma Planı (2010-2013) hazırlanmıştır.
Ancak, bir yandan bu düzenlemeler
gerçekleştirilirken bir yandan da, sözgelimi;
ü 2005 yılında Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapatılmış ve
ü 2011 yılında çıkarılan
645 sayılı KHK'yla Orman-Köy İlişkileri Genel Müdürlüğü, Orman Genel
Müdürlüğü’nün bir daire başkanlığına dönüştürülmüş;
ü Orman Köylülerini Kalkındırma Fonu gelirleri, 2012
yılı başından itibaren Orman Genel Müdürlüğü bütçesine gelir kaydedilmeye başlanmış;
ü 2012 yılında da 6292
sayılı yasayla 2924 sayılı Orman
Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun yürürlükten
kaldırılmıştır.
6 Aralık 2012
tarihinde yürürlüğe konulan 6360 sayılı yasayla da büyük ölçüde bu yönelime
koşut düzenlemeler yapılmıştır. 2013 yılında gerçekleştirilen TMMOB 2. İzmir
Kent Sempozyumu’nda TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası adına sunulan bir bildiride
de bu doğrultuda görüşler öne sürülmüştür4:
“Bu yasa; Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı kuruluş
ve görevleri, Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu’nun değiştirilmesi,
Milli parklar Kanunu’nun kaldırılarak
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na
bağlı
Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu oluşturulması
girişimi, Kentsel dönüşüm
yasası olarak da bilinen Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun, Kıyı
Kanunu’nda yapılan değişiklikler,
‘2B Yasası’ olarak bilinen "Orman Köylülerinin
Kalkınmalarının
Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları
Dışına Çıkarılan
Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye ait Tarım
Arazilerinin Satışı Hakkında
Kanun’ TMMOB Yasası değişikliği
girişimi, gibi yasal düzenlemeler ve girişimlerle
birlikte değerlendirilmelidir. Ancak böyle fotoğrafın
tamamını
görebilir ve buna göre bir tutum geliştirebiliriz.”
Öte yandan, bilindiği
gibi, 6360 sayılı yasa 22 Mart 2013 tarihinden çıkarılan 6447 sayılı yasayla
değiştirilerek;
ü 16 olan büyükşehir sayısı 30'a çıkarılmış;
ü 30 ildeki il özel idareleri kaldırılmış;
5302
sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ve diğer hukuksal düzenlemelerle il özel
idarelerine verilmiş olan yetki, görev ve sorumluluklar, il özel idareleri
kaldırılan illerde ilgili bakanlıklara, bakanlıkların bağlı ya da ilgili kuruluşları
ile bunların taşra teşkilatına; Hazineye, valiliklere, büyükşehir belediyelerine
ve bağlı kuruluşlarına veya ilçe belediyelerine devredilmiştir*
ü 1076'sı büyükşehirlerde olmak üzere 1579 belde belediyesi kapatılmış, büyükşehir olan 30 ilde de 16577 köyün köy tüzel kişiliği
kaldırılmıştır.
Böylelikle; gerek
hazırlanışı ve gerekse TBMM’de görüşülmesi sırasında hiçbir demokratik ilkeye
uyulmadan çıkarılan 6360 sayılı yasayla yerel yönetim yapısında, özellikle de
köylerdeki toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkilerde köklü
değişmelere yol açabilecek düzenlemeler yapılmıştır.
Bu bağlamda bu
düzenlemelerin “köy”, ağırlıkla da “orman köyü” sayılan yerleşmeler alanındaki
olası getiri ve götürülerinin başlıcalarını sergilemeye ve tartışmaya
çalışacağım. Ancak, bu tartışma öncesinde ülkemizin kırsal yapısının başlıca
özelliklerinin kısaca anımsanmasını yararlı görüyorum.
Ülkemizin “kırsal” ekonomik, toplumsal ve kültürel yapısı
da değişiyor !
Ulaşım, iletişim,
yaşama beklentileri, tüketim alışkanlıkları dünya ve ülkenin geri kalan yanlarındaki
olup bitenler daha önce görülmedik bir hızda dönüşürken, “kırsal” yaşam da değişmiştir
doğal olarak. Soru, bu değişimin olup olmadığı değil kuşkusuz; bu değişimin
nerelerde, hangi toplumsal sınıf ve katmanlara neler getirdiğidir. Ne var ki,
böyle sorular ülkemizde artık pek sorulmuyor.
Bildiğiniz sanıyorum:
OECD tarafından geliştirilen ve AB tarafından da benimsenen tanımına göre idari
sınırlar içindeki ortalama nüfus yoğunluğu, 150 kişi/Km2 den daha az
olan yerleşmeler, “kırsal” sayılıyor.
TÜİK ise nüfusu 20 binden fazla olan yerleşmelerin “kentsel”, daha az olan yerleşmelerin ise “kırsal” olduğunu varsayıyor5. “Kırsal” sayılan yerleşmeler içinde “köy” sayılan yerleşmeler çok büyük bir çoğunluğu oluşturuyor. TÜİK’in
2015 yılı “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre ülkemizin toplam nüfusu, 78,7 milyondur ve
bu nüfusun 72,5 milyonu il ve ilçe merkezleri, 6,2 milyonu “belde” ve “köy” sayılan
yerlerde yerleşiktir**.
Ancak; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlendiğine göre 2008 yılında, ülkemizde,
47 bin dolayında da köyaltı (mahalle, oba, mezra, vb) yerleşme vardır.
Beldelerde ortalama nüfus 3885 iken, köylerde ortalama 450 kişidir. Ülkemizde
kentsel yerleşmelerdeki “gıda ve gıda dışı yoksulluk oranı” % 17,1 iken
köylerde % 34,6’dır5. Aynı kaynakta belirtildiğine göre; 2008 yılında köylerdeki işlendirmenin % 60,8’ini
tarımsal etkinliklerdedir. Bu veriler, % 19’u ova, % 11’i vadi ve % 24’ü etekte
kurulan “köy” sayılan yerleşmelerdeki nüfusun ve tarımsal etkinliklerin 2000’li
yıllarda da ağırlığını sürdürdüğünü ortaya koyuyor.
Öte
yandan; 2007 yılında ülkemizdeki 2,6 milyon olduğu öne sürülen tarımsal
işletmelerin kullandıkları arazinin % 34,1’i “sürüme uygun”, % 60,1’i “sürüme
uygun olmayan” ve % 5,9’u da “tarıma uygun olmayan” değildir.5
Ülkemizde
yeryüzü biçimleri ve iklim koşulları da hem yatay hem de dikey olarak
çeşitlilik gösteriyor. Sözgelimi; ülkemizde; ortalama denizden yükseklik 1132
metredir ve denizden yüksekliği 2000 metrenin üzerinde olan 107 dağ vardır;
“çok dik ve sarp” arazilerin oranı % 56’dır; toprak derinliği 50 cm’den az olan
arazilerin payı % 75 dolayındadır; ortalama yıllık yağış 504 mm’dir ve 250-2304 mm; ortalama yıllık sıcaklık 4,2-19,6 oC,
oransal nem % 49-77, ortalama güneşlenme
4-8 gün arasında değişiyor6. Ekolojik koşullardaki bu çeşitlilik, kırsal yerleşmelerdeki toplumsal, ekonomik ve
kültürel yaşam üzerinde de büyük ölçüde belirleyici olabiliyor. Gerçekten,
Lloyd’un da vurguladığı gibi, ülkemizde; “Gözlemlenen bir başka olgu, değişik iklimli coğrafi alanlara göre doğal
bölümlere ayrılan ülkenin kültür bölgelerinin bu bölümlemeye uymasıdır. Örneğin, iç bölgelerle kıyılar arasındaki
kültür farkı çok belirgindir.”7 Bu
nedenle, ülkemizde kırsal yerleşmelerin, özellikle de köylerin yalnızca nüfus
büyüklüklerine ve/veya yersel konumları temel alınarak genellemeler yapılması yaşamsal
önemde yanlışlıklara yol açabiliyor.
“Köy” sayılan
yerleşmeler ve bu yerleşmelerde yaşayanların içinde bulundukları toplumsal,
ekonomik, kültürel ilişkiler ülkemizde de hem tarihsel olarak önemli geçmişe
sahiptir hem de yersel olarak çeşitli yönleriyle son derece çeşitlilik gösteriyor.
Bu ilişkilerin, özellikle kapitalist üretim ilişkilerindeki değişme ve
gelişmelere koşut olarak değiştiği; bu değişimin, bir bakıma kaçınılmaz olduğu,
ancak, süreç tümüyle rastlantılara bırakıldığında;
ü
yararı
ve gereği giderek daha iyi kavranan geleneksel kültürün varsıllık sayılabilecek
öğelerinin (beslenme, tarım teknikleri, devletle görece olarak daha
bağımsız ilişkiler, aile yapıları, kendine yeterlilik olanakları, dayanışma,
demokratik karar süreçleri vb) çok daha çabuk yitirilebildiği,
ü
bireysel ve toplumsal hoşnutsuzluklara, kimi koşullarda
da çatışmalara yol açabildiği,
ü
kentlileşme
sürecinin neden olabileceği bireysel ve toplumsal uyumsuzlukları artırabildiği,
ü
kentsel
çevre sorunlarını çoğaltabildiği,
ü
yerel
tarihsel belleğin yitirilme sürecini daha da hızlandırdığı
biliniyor. Böyleyken 6360
sayılı yasa, bu olasılıkları hiçbir boyutuyla göz önünde bulundurmuyor;
dolayısıyla en aza indirilmesine yönelik hiçbir düzenleme içermiyor. Oysa, ülkemizde
kırsal yerleşmelerin yapısal özellikleri plansız, rastgele ve üst yapısal
düzenlemelerle gerçekleştirilen kentleşmelerin sağlıklı biçimde
yapılandırılabilmesini güçleştiriyor. Ek olarak; bu
kırsal koşullar, kapitalist gelişmeyi kısıtlıyor; dolayısıyla, “gerektiğince”
dönüştürülmesini de son derece zorlaştırıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında
“halkçı” sayılabilecek yaklaşımlarla sürdürülen köy ve köylüye ağırlık veren
kalkınmacı düzenleme ve uygulamalar, 1950-1970 döneminde popülist söylemlerle
ancak kırsal yerleşmelerin kapitalist pazara açılması amacıyla sürdürülmüştür.
Sonraki yıllardaysa, özellikle 2000’li yıllarda, her türlü “doğal” süreç, ortam
ve varlığın sermaye birikimine katkılarının artırılması amacı öne çıkarılmış;
bu amaçla da köylülüğün tüm öğeleriyle tasfiye edilmesi önde gelen bir hedef olmuştur.
Öyle ki, söz konu yasanın çıkarılmasıyla, son yıllarda köylülerin HES,
madencilk, enerji vb yatırımların yol açtığı çevre sorunlarına karşı yoğun ve
kararlı karşı çıkışlarının nesnel temellerinin tümüyle ortadan kaldırılmasının
amaçlandığı bile söylenebilir.
6360 sayılı yasanın “köy” sayılan yerleşmelere, “köylü”
yurttaşlarımıza herhangi bir yararı olmayacak !
Olabileceğini
öne sürmek ya “sayı saymasını bilmemek…” ya da kamuoyunu aldatmaktır. Bu
nedenle yasanın yalnızca “idari” değişiklikler getirdiğini sanmak yaşamsal
önemde yanılsamadır.
6360
sayılı yasayla, büyükşehir belediyeli il sayısının artırılması, ülkemizdeki
“köy” sayılan yerleşmelerin yarısına yakın bir kesiminin mahalleye
dönüştürülmesinin yanı sıra yerel yönetim düzenini ilgilendiren 11 yasanın
onlarca maddesinde de son derece önemli değişiklik yapılmıştır.
a)
Kırsal Yerleşmelerin
Geneli İle İlgili Değişiklikler
Kırsal yerleşmelerde,
özellikle de köylerde yaşayanları ilgilendiren değişikliklerin başlıcalarını
şöylece özetleyebilirim:
(i)
Büyükşehir
belediyesi kurulan illerdeki il özel idarelerinin görevleri valilik buyruğunda
kurulacak Yatırım İzleme ve Koordinasyon
Başkanlığı’na devredilmiştir: Bilindiği gibi il özel idarelerinin karar
organı, üyeleri seçmenler tarafından seçilen “İl Genel Meclisi”dir. İlin yönetimi ile doğrudan ilgili kararlar
alabilen, toplantıları halka açık olan meclisin, yönetim, karar süreçleri
göreceli olarak demokratiktir. Vali ancak hukuka uymadığını düşündüğü kararları
yeniden görüşülmek üzere meclise gönderebilir. Oysa, 6360 sayılı yasanın 34.
maddesiyle “Yatırım İzleme ve
Koordinasyon Başkanlığı”nın çalışmalarını tümüyle valilinin buyruğunda,
ilgili birim yöneticileri tarafından yürütmesi sağlanmıştır. 4 Nisan 2014 tarihinde çıkarılan Yatırım İzleme ve
Koordinasyon Başkanlığı Görev, Yetki ve Sorumlulukları İle Çalışma Usul ve
Esaslarına Dair Yönetmeliğin 5. maddesiyle
başkanlığa verilen görevler arasında;
“f) Merkezi idarenin adli ve askeri teşkilatı dışındaki taşra
birimlerinin yürüttükleri hizmet ve faaliyetlerin etkinlik, verimlilik ve
stratejik plan ve performans programlarına uygunluk açısından değerlendirildiği
raporu hazırlamak ve valinin değerlendirmesi ile birlikte Başbakanlığa ve
ilgili bakanlıklara göndermek” ve
“g) Tüzel kişilikleri kaldırılan il özel
idarelerine, 3/6/2007 tarihli ve 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar
ve Doğal Mineralli Sular Kanunu, 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu
ve 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun
ilgili maddeleri kapsamında verilen her türlü görevi yapmak, hak ve yetkileri
6360 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi çerçevesinde kullanmak,”
da sayılmıştır.
Dahası; yasanın 3. maddesinin 7. fıkrasında;
“3213 sayılı Kanuna göre maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere
dayalı ruhsat sahasındaki tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatına
ilişkin yetki ve görevler, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı
illerde valiliklerce yürütülür.”
kuralına yer
verilmiştir. Oysa 5302 sayılı yasanın 6. maddesinde
il özel idarelerinin;
“Gençlik ve spor, sağlık, tarım, sanayi ve ticaret; Belediye sınırları
il sınırı olan Büyükşehir Belediyeleri hariç ilin çevre düzeni plânı,
bayındırlık ve iskân, toprağın korunması, erozyonun önlenmesi, kültür, sanat,
turizm, sosyal hizmet ve yardımlar, yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk
yuvaları ve yetiştirme yurtları; ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini,
binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına
ilişkin hizmetleri il sınırları içinde”;
“İmar, yol, su, kanalizasyon, katı
atık, çevre, acil yardım ve kurtarma (...); orman köylerinin desteklenmesi,
ağaçlandırma, park ve bahçe tesisine ilişkin hizmetleri belediye sınırları dışında”
yapma görevleri de
bulunuyor.
Kısacası; yapılan söz
konusu düzenlemeyle, “büyükşehir” olan illerdeki kırsal yerleşmelerde bu türden
hizmetlerin demokratik bir işleyiş içinde yerine getirilmesi olanağı kaldırılmıştır.
(ii)
Yasanın Geçici Madde
1. maddesinin 5. fıkrasıyla, il özel idarelerinin varlıkları ile kapatılan
köylerde ve beldelerde yaşayanlar, katkılarıyla oluşturulan ve çeşitli
gerekçelerle yararlanmalarına bırakılan varlıklardan yoksun bırakılıyor:
Fıkraya göre;
“Bu
Kanun ile tüzel kişilikleri kaldırılan il özel idarelerinin her türlü taşınır
ve taşınmaz malları, hak, alacak ve borçları, komisyon kararıyla ilgisine göre
bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra
teşkilatına, valiliklere, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığına,
büyükşehir belediyesine ve bağlı kuruluşuna veya ilçe belediyesine
devredilmesine karar verilir.”
Ayrıca
yine aynı fıkraya göre;
“Hazinenin
özel mülkiyetindeki veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan Maliye
Bakanlığınca, bu Kanunun 1 inci maddesiyle tüzel kişilikleri kaldırılan il özel
idarelerine, belediyelere ve köy tüzel
kişiliklerine tahsis edilmiş olanlar; kuruluş kanunlarıyla kendilerine
verilen kamusal nitelikteki görevleri yerine getirmeleri amacıyla ve komisyon
kararıyla; ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili
kuruluşlarına, yatırım izleme ve koordinasyon başkanlıklarına, büyükşehir
belediyelerine, büyükşehir belediyelerinin bağlı kuruluşlarına ve ilçe
belediyelerine tahsis edilmiş sayılır.”
Yöre
halkının da katkılarıyla edinilen bu varlıkların hiçbir karşılığı olmaksızın
“ilgili kuruluşlara” devredilmesi ya da tahsis edilmesi, açıktır ki, hem
antidemokratik hem de kırsal yerleşmelerde yaşayanların yoksunluklarını
artırabilecek bir uygulamadır.
(iii)
Mahalleleştirilen köylerde yaşayanlar da artık
emlâk vergisi, içme ve kullanma suyu bedeli ödeyecektir: Yasanın Geçici Madde 1.
maddesinin 15. fıkrasına göre;
“…tüzel kişiliği kaldırılan köylerde, bu
fıkranın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı
Emlak Vergisi Kanununa göre alınması gereken emlak vergisi ile 26/5/1981
tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca alınması gereken
vergi, harç ve katılım payları beş yıl süreyle alınmaz…”
“Bu yerlerde içme ve kullanma suları için
alınacak ücret beş yıl süreyle en düşük tarifenin % 25’ini geçmeyecek şekilde
belirlenir.”
Başka bir söyleyişle;
mahalleleştirilen köylerde yerleşik olanlar, yasanın yürürlüğe girmesini
izleyen beş yılın sonunda, yani 2018 yılında başlayarak hem emlak vergisini, hem
2464 sayılı yasa uyarınca vergi, harç ve katılım paylarını
hem de içtikleri ve kullandıkları suyun bedelini ödemek durumunda
kalabilecektir.
Ek olarak; yasanın 28. maddesiyle 2464 sayılı Belediye
Gelirleri Kanunu’nun 86. maddesinin birinci fıkrasının birinci tümcesi;
“Belediyelerce veya belediyelere bağlı müesseselerce aşağıdaki
şekillerde inşa, tamir ve genişletilmeye tabi tutulan yolların iki tarafında
bulunan veya başka bir yola çıkışı olmaması dolayısıyla bu yoldan yararlanan
gayrimenkullerin sahiplerinden meclis kararı ile Yol Harcamalarına Katılma Payı
alınabilir.”
biçiminde
değiştirilmiştir. Açıktır ki, mahalleleştirilen köylerde yaşayanlar da “Yol Harcamalarına Katılma Payı” ödemek
zorunda kalabilecektir.
(iv) Yasanın 3. maddesinin 1. fıkrasına göre;
“İlçe belediyeleri veya ilçe belediyelerinin talep etmeleri hâlinde
büyükşehir belediyeleri bu Kanuna göre tüzel kişiliği kaldırılarak mahalleye
dönüşen köylerde yapılacak ticari amaç taşımayan yapılar için yürürlükteki imar
mevzuatı doğrultusunda yörenin geleneksel, kültürel ve mimari özelliklerine
uygun tip mimari projeler yapar veya yaptırır.”
Böylece,
mahalleleştirilen köylerde TOKİ’nin “tarımköyler
projesini” yaygınlaştırması daha da kolaylaştırılmıştır: Bilindiği gibi, TOKİ, “Sosyal
Nitelikli Konut Üretimi, Alt Gelir Grubu ve Yoksul Konutları” kapsamında “tarımköyler” de oluşturuyor.
Belirtildiğine göre;
“Tarımköy Projelerinde köylerde ve kırsal
alanlarda yaşayan insanların geçim kaynaklarının geliştirilmesi, yerel halkın
iş görmede örgütlenmesi, ülke içinde ve dışında pazarlanabilir nitelikte tarımsal
ürünlerin üretilmesi, işlenmesi, değerlendirilmesi, depolanması, bozulmadan saklanması,
oluşturulacak şirket veya kooperatifler aracılığı ile pazarlanması, üretim ve
verimliliği geliştirici bilgi ve yüksek teknoloji yaratılmasına yönelik üreten köylüler oluşturulması* ve
atıl duran veya verimli kullanılamayan köy topraklarının ve kaynaklarının
devletin yönlendirmesi ve kamu imkânları çerçevesinde desteklenerek işler hale
getirilmesi, buna paralel sosyal yaşamlarının iyileştirilmesi ve köy mimarisinin
geliştirilmesi, yöresel mimarinin korunup yenilenmesi, halkın yerinde iskanı,
sağlıklı yaşanabilir konutlara kavuşturulmasına yönelik projeler oluşturularak
şehre göçün önlenmesini sağlamak; kurum ve kuruluşlarının mevcut imkanlarını
bir araya getirmek, iş birliğini geliştirip güçlendirmek, mevcut kaynaklarının
verimli kullanılması amaçlanmaktadır.”8
“Tarımköy” uygulamaları;
“TOKİ ve Afet
İşleri Genel Müdürlüğü’nün işbirliği sonucu baraj ya da benzeri altyapı
projelerinin inşası için arazileri istimlâk edilmiş olan köylüler için yeni
yerleşim alanları” oluşturmak
amacıyla yapıldığı gibi “bir ilin
belediye ya da valilikler düzeyindeki yetkili mercileri(nin), sakinlerinin
geçim kaynaklarını ve olanaklarını iyileştirmek…”
amacıyla başvurmaları üzerine de yapılabiliyor. Böylece TOKİ’ye, “tarımköy” uygulamasını mahalleleştirilen 16,5 bin köyde de daha
kolay yaygınlaştırabilme olanağı sağlanmıştır.
(v) 6306 sayılı yasanın
2. maddesinin “c” bendinde tanımlanan “rezerv
yapı alanı” ayırma uygulaması, özellikle Marmara Bölgesi’ndeki deprem
kuşağında bulunan mahalleştirilmiş köylerin
sınırları içindeki yer alan tarım arazileri ve meralar da “TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen” yeni
yerleşim alanlarına dönüştürülebilecektir.
2000’li yıllarda
yapılan düzenlemeler ve uygulamalar, bu olasılıkların ne denli güçlü olduğunu
açıklıkla ortaya koyuyor bence.
b)
“Orman
Köyleri”
Cumhuriyetin ilk
yıllarından beri çeşitli tanımlar, göndermeler ve uygulamalarla gündemde olan
“orman köyleri”, toplumsal özelliklerinden çok yersel konumları temel alınarak
yapılan hukuksal bir tanımdır. Sözgelimi, ilgili yönetmeliklerde aşağıdaki
tanımlar yapılmıştır:
Orman içi köy: Mülki sınırları içinde orman olması şartıyla evlerin
toplu bulunduğu yerleşim alanından itibaren aralıksız olarak devam eden
arazileri dört yönden ormanla çevrili köyler;
Ormana bitişik köy: Mülki sınırları
içinde orman olması şartıyla evlerin toplu bulunduğu yerleşim alanından
itibaren aralıksız olarak devam eden arazileri herhangi bir yönde ormanlara
bitişik olan köyler.
İkisini birlikte
“orman köyü” başlığı altında toplayan yönetmeliklerde “orman köylüsü” de,
1980’den sonra uzunca bir dönem;
“orman köyü nüfusuna kayıtlı olup, sürekli
olarak bu köylerde oturan halk”
olarak
tanımlanmıştır. 1980’li yıllardan bu yana geçerli olan hukuksal düzenlemelerde
ise;
“mülki hudutları içinde verimli ya da verimsiz devlet ormanı”
bulunup bulunmamasına
göre çeşitli tanımlar yapılmıştır. Örneğin, 2004 yılında hazırlanan “Orman
Köylüleri Kalkınma Hizmetlerine İlişkin Esas ve Usuller” adlı belgede şu tanımlar yapılmıştır:
“Orman içi köyü”;
mülki sınırları içinde orman olması şartı ile evlerin toplu bulunduğu yerleşim
alanından itibaren aralıksız devam eden arazileri dört yönden ormanla çevrili
köyler;
“Ormana bitişik
köyler”; mülki sınırları içinde orman olup da orman içi sayılmayan köyler;
“Orman köyü”; orman içi ve ormana bitişik köyler.
“Orman köylüsü”
sayılanların “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki orman ekosistemlerinden
ayrıcalıklı olarak yararlandırılması amaçlı bu hukuksal tanımlarda “orman
köyü/köylüsü” için belirleyici olan özellik, yerseldir; “orman” sayılan
arazilere göre konumu ile ilişkilidir. Bu tanımlarda kültürel, toplumsal ve
ekonomik herhangi bir ölçüt yoktur. Dolayısıyla, Çizelge 3’de görüldüğü gibi,
hukuksal tanım herhangi bir gerekçeyle değiştirildiğinde “orman köyü/köylüsü”
sayıları da değişmiştir:
Çizelge 3: “Orman
Köyü/Köylüsü” Sayılarındaki Değişmeler
YILLAR
|
“Orman Köylüsü” Nüfus
|
“Orman Köyü”
|
||||
Orman
İçi
|
Orman Bitişiği
|
Toplam
|
Orman
İçi
|
Orman Bitişiği
|
Toplam
|
|
1970
|
3 449
|
4 505
|
7 954
|
7 458
|
8547
|
16 003
|
1975
|
3 571
|
5 761
|
9 332
|
7 519
|
9507
|
17 026
|
1980
|
3 851
|
6 310
|
10 161
|
7 519
|
10 049
|
17 568
|
1985
|
3 850
|
6 311
|
10 161
|
7 506
|
10 058
|
17 564
|
1999
|
3 247
|
5 575
|
8 822
|
7 406
|
11 656
|
19 062
|
1997
|
2 495
|
4 555
|
7 050
|
7 262
|
11 426
|
18 688
|
2000
|
2 529
|
4 850
|
7 379
|
7 328
|
12 249
|
19 577
|
2011*
|
2 154
|
4 918
|
7 072
|
7 184
|
14 173
|
21 357
|
Kaynak: Mustafa
KONUKÇU, Ormanlar ve Ormancılığımız, “Faydaları, İstatistikî Gerçekler” Anayasa,
Kalkınma Planları, Hükümet Programları
ve Yıllık Programlarda Ormancılık, Genişletilmiş İkinci Baskı, DPT,
Ankara 2001, s:175 (* Orman-Köy
İlişkileri Genel Müdürlüğü)
Hukuksal tanımlardaki
bu değişiklere karşın “orman köyü/köylüsü”, ülkemizde artık her dönemde ve
düzlemde genel olarak “ormanlarla içli dışlı”, “geçimini ormandan sağlayan”,
“sefalet koşullarında yaşayan yoksul köylüler” vb söylemlerle anılan bir kesim
olmuştur. Bu yaklaşımın yaşama geçirilmesi
amacıyla çeşitli kurumsal ve hukuksal düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda,
“orman köyü/köylüsü” sayılanlara;
ü
Anayasanın
170. maddesiyle,
ü
6831
sayılı yasanın 2/A, 13, 31, 32, 34, 40 ve 57. maddeleriyle,
ü
1983
yılında çıkarılan ancak 6292 sayılı yasayla yürürlükten kaldırılan 2924 sayılı
yasayla,
ü
2012
yılında çıkarılan 6292 sayılı yasayla
çeşitli ayrıcalıklı
haklar sağlanmış; ilgili bakanlık yapısında Orman-Köy İlişkileri Genel Müdürlüğü
(2011 yılında Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı daire başkanlığı) kurulmuş; “orman
köyü/köylüsü” sayılanlara bu düzenlemelerle 1974-2014 döneminde
ü
455,6
bin birim (dam örtüsü, pişirme, arıcılık, hayvancılık, el ve ev sanatları,
tesis edindirme ve çevirme) için 2014 yılı fiyatlarıyla toplam 2,4 milyar TL;
ü
549
“orman köyü kalkındırma kooperatifinin”
toplam 581 projesine de yine 2014 yılı fiyatlarıyla 376,2 milyon TL düşük faizli
kredi verilmiştir9.
Öte yandan; 6360
sayılı yasayla yapılan düzenlemelerden sonra, “orman köylü/köylüsü” sayılanlara
6831 sayılı yasanın 31, 32, 34 ve 40. maddeleriyle “sağlanan olanaklardan yararlanma
amacı ve koşulları da değiştirilmiştir*: 2014 yılında çıkarılan 6527 sayılı yasayla
6831 sayılı yasanın “31 ve 32. maddelerinin
birinci fıkralarındaki; ‘devamlı oturan’
ifadesinden sonra gelmek üzere ‘veya
burada oturmakta iken yerleşim adresini bu madde kapsamındaki başka bir köye
taşıyan ya da nüfusa kayıtlı olmasa bile yerleşim adresi olarak kesintisiz en
az beş yıl oturan muhtaç’ ibareleri
eklenmiştir.” Ek olarak; Orman Genel Müdürlüğü’nün açıklamasına göre;
“Nüfusa kayıtlı olduğu yere bakılmaksızın Orman Kanunu’nun 31 ve 32.
maddeleri kapsamındaki bir köye adres naklini yaptırıp da aynı köyde kesintisiz
en az beş yıl oturan vatandaşlarımızdan muhtaç hane reisleri de hak sahibi olmuştur.”10
Bu düzenlemeyle
birlikte; (i) “orman köylüsü” sayılmak, uygun bir söyleyişle; “isteğe bağlı”
bir nitelik olmuş; (ii) 31 ve 32. madde uygulamasına konu olan köylerde nüfusa
kayıtlı olma koşulu kaldırılmış, taşındığı köyde “beş yıl oturma” yeterli
sayılmış; dolayısıyla 6831 sayılı yasanın anılan maddeleriyle “orman köylüsü”
sayılanlara sağlanan olanaklardan yararlanabilecek kitlenin büyüklüğü
belirsizleşmiştir.
6360 sayılı yasayla,
“orman köyü” sayılan toplam 21218
yerleşme yerinin % 45,5’ini oluşturan 9652 köy mahalleye dönüştürülmüştür.
Başka bir söyleyişle, mahalleleştirilen köylerin ortalama % 60,1’i “orman köyü”
sayılan yerleşmelerdir. Oysa; Çizelge 4’de açıklıkla görüldüğü gibi, bu sayı ve
oranlar illere göre değişiyor**:
Çizelge
4: 6360 Sayılı Yasayla Mahalleye Dönüştürülen Köyler ile “Orman Köyü”
Sayılan Yerleşmelerin İllere Dağılımı
İL
|
Mahalleleştirilen
Köyler
|
Mahalle
Yapılan Köylerin İllere
Dağılımı
(%)
|
Mahalle
Yapılan Orman Köylerinin İllere
Dağılımı
(%)
|
Mahalle
Yapılan Orman Köylerinin İllerdeki Mahalleye dönüştürülen Köylere Oranı (%)
|
||
Orman
Dışı Köy
|
Orman Köyü
|
TOPLAM
|
||||
Aydın
|
150
|
340
|
490
|
3,1
|
3,5
|
69,4
|
Balıkesir
|
93
|
799
|
892
|
5,6
|
8,3
|
89,6
|
Denizli
|
60
|
299
|
359
|
2,2
|
3,1
|
83,3
|
Hatay
|
215
|
147
|
362
|
2,3
|
1,5
|
40,6
|
Malatya
|
292
|
203
|
495
|
3,1
|
2,1
|
41,0
|
Mardin
|
327
|
260
|
587
|
3,7
|
2,7
|
44,3
|
Manisa
|
132
|
648
|
780
|
4,9
|
6,7
|
83,1
|
K.Maraş
|
178
|
299
|
477
|
3,0
|
3,1
|
62,7
|
Muğla
|
25
|
371
|
396
|
2,5
|
3,8
|
93,7
|
Tekirdağ
|
120
|
137
|
257
|
1,6
|
1,4
|
53,3
|
Trabzon
|
212
|
265
|
477
|
3,0
|
2,7
|
55,6
|
Şanlıurfa
|
1.135
|
17
|
1.152
|
7,2
|
0,2
|
1,5
|
Van
|
558
|
22
|
580
|
3,6
|
0,2
|
3,8
|
Adana
|
152
|
315
|
467
|
2,9
|
3,3
|
67,5
|
Ankara
|
274
|
398
|
672
|
4,2
|
4,1
|
59,2
|
Antalya
|
52
|
487
|
539
|
3,4
|
5,0
|
90,4
|
Bursa
|
73
|
586
|
659
|
4,1
|
6,1
|
88,9
|
Diyarbakır
|
480
|
323
|
803
|
5,0
|
3,3
|
40,2
|
Erzurum
|
618
|
348
|
966
|
6,0
|
3,6
|
36,0
|
Eskişehir
|
156
|
215
|
371
|
2,3
|
2,2
|
58,0
|
Gaziantep
|
257
|
182
|
439
|
2,7
|
1,9
|
41,5
|
İstanbul
|
-
|
151
|
151
|
0,9
|
1,6
|
100,0
|
İzmir
|
54
|
543
|
597
|
3,7
|
5,6
|
91,0
|
Kayseri
|
274
|
121
|
395
|
2,5
|
1,3
|
30,6
|
Kocaeli
|
-
|
232
|
232
|
1,4
|
2,4
|
100,0
|
Konya
|
288
|
296
|
584
|
3,6
|
3,1
|
50,7
|
Mersin
|
80
|
429
|
509
|
3,2
|
4,4
|
84,3
|
Sakarya
|
18
|
410
|
428
|
2,7
|
4,2
|
95,8
|
Samsun
|
137
|
809
|
946
|
5,9
|
8,4
|
85,5
|
TOPLAM
|
6.410
|
9.652
|
16.062
|
100,0
|
100,0
|
60,1 (Ort)
|
Kaynak: www.ogm.gov.tr/ormistatistik/ORKOY/ormankoyleri.xls’den
(1 Ekim 2014) yararlanılarak hazırlanmıştır.
Çizelge 4’de sergilenen verilere göre illerin
mahalle yapılan “orman köylerinin” illerdeki tüm mahalleştirilen köylere oranı,
sözgelimi yüzde 90’dan daha büyük olan iller (İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Muğla
ve İzmir gibi “orman köyü” sayılan yerleşmelerin kentsel yerleşmelere göreceli
olarak yakın, dolayısıyla, arazi rantının göreceli olarak yüksek olduğu köylerden
olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Öte yandan; 6360
sayılı yasanın 16. maddesiyle, 2005 yılında çıkarılan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun
12. maddesine;
“Mevzuatla orman köyleri ve orman köylüsüne tanınan hak, sorumluluk ve
imtiyazlar orman köyü iken mahalleye dönüşen yerler için devam eder. Bir
belediyeye katılarak mahalleye dönüşen köy, köy bağlısı ve belediyelerce
kullanılan mera, yaylak, kışlak gibi yerlerden bu mahalle sakinleri ve varsa
diğer hak sahipleri 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu hükümleri çerçevesinde
yararlanmaya devam eder.”
fıkrası
eklenmiştir. Bu düzenlemenin, bir
yönüyle “hak gözetici” olduğu düşünülebilir. Ancak; 6831 sayılı yasanın 31 ve
32. maddelerinde 2014 yılında yapılan söz konusu değişiklik göz önünde
bulundurulduğunda, bu düzenlemenin gerçekte, “kapsam genişletici” olduğu daha
kolay kavranabilir*.
SONUÇ OLARAK…
2000’li
yıllarda ülkemizde çeşitli yönlerden yaşamsal önemde dönüşümler yapılıyor. Böyle
iken, daha önce de belirttiğim gibi, bu dönüşümlerin gerektiğince sorgulandığı,
ilgili kişi ve kuruluşlar arasında tartışıldığı; daha da önemlisi,
siyasallaştırıldığı söylenemez. Toplumun büyük bir kesimi, bu kapsamda da
siyasal partiler ve demokratik kitle örgütlerinin çoğunluğu, büyük ölçüde
siyasal iktidarın oluşturduğu, sıkça ve sürgit değiştirdiği “suya tirit” gündemlere
odaklanıyor. Dolayısıyla, söz konusu dönüşümler kolaylıkla gerçekleştirilebiliyor.
Ek olarak; AKePe’nin hukuk tanımazlığı, gerektiğinde hukuksal düzenlemeleri de
istediği doğrultuda değiştirebilmesi, “torba yasası” vb hukuk dışı yollara
sıkça başvurması, yasama organındaki sayısal çoğunluğunun verdiği güçle yasama
sürecini antidemokratikleştirip bağımlı durumuna getirmesi, karşı duruş
çabalarının kalıcı sonuçlar vermesini alabildiğine kısıtlıyor. Bu koşullarda
biçimlendirilen ve yaşama geçirilebilen hukuksal ve kurumsal düzenlemeler, ekonomik
ve demokratik hakların yanı sıra “doğal” süreç, ortam ve varlıkların
gerektiğince korunabilmesini, kamu yararına değerlendirilebilmesini daha da güçleştiriyor.
Bu güçlüklerden dolayı olsa gerek; ne 6292, ne 6306 ne de 6360 sayılı yasaların
olası getiri ve götürüleri kamuoyunun en duyarlı olması gereken kesimlerinde bile
gerektiğince tartışılamamıştır. Oysa bu yasalar, siyasal iktidarın kamu
yönetiminde, özellikle de yerel yönetim düzeninde hedeflediği dönüşümün önemli
bir bileşeni olmakla birlikte, tek bileşeni değildir; çok amaçlı bütünsel bir
dönüşüm “projesinin” aracı olarak gündeme getirilmiş ve gerçekleştirilmiştir.
Özellikle;
ü kırsal yerleşmelerin
“kentselleştirilmesinin”; bu amaçla başta “devlet ormanı” sayılan yerler ile
tarım arazileri ve meralar olmak üzere kamu arazilerinin yapılaşmasının;
ü kamunun mülkiyeti,
yönetimi, kullanımı ve gözetimindeki “doğal” süreç, ortam ve varlıkların ticarileştirilmesinin;
ü kentsel
yerleşmelerdeki yoksun, dolayısıyla siyasal iktidara “biat edebilecek”, işgücünü
daha ucuza satmak durumunda kalabilecek kitlenin büyütülmesinin;
ü köy ve beldelerdeki
göreceli olarak daha demokratik, insancıl, dayanışmacı toplumsal ilişkilerin
giderek geçersizleştirilmesinin; bu yerleşmelerde yaşayanların yaşa ortamları ile
doğrudan ilişkili “doğal” süreç ve varlıklara sahip çıkma çabalarını güçsüzleştirilmesinin
daha da
kolaylaştırılması, bu dönüşümün önde gelen amaçlarıdır. Bu nedenle, tartışma konusu
yasaların yüzeysel ve rastlantısal olarak sorgulanabilecek, tartışılabilecek;
dönemlik bir sorunmuşçasına kolaylıkla gündemden çıkarılabilecek türden
düzenlemeler değildir. Bu yasaların, örneğin 644 ve 648 sayılı KHK’larla
ilişkilendirilerek irdelenmesi, çok daha üretken tartışmalar için yol açıcı
olabilecektir.
Öte
yandan; bu ”…Sessiz Tartışmalar”da öne sürdüğüm olasılıkların en aza
indirilebilmesine katkı sağlayabilecek arayışlar sırasında, tüm güçlüklerine
karşın, özellikle iki teknikten ülkemizde de yararlanma olanakları vardır. Bu
nedenle, bu bağlamda, söz konusu tekniklerle ilgili düzenlemelere kısaca değineceğim.
Açıktır ki; bu tartışma sırasında teknikçi yaklaşımlardan özenle kaçınılması;
uygulanabilirliklerinin temelde nesnel koşullara bağlı olduğunun gözden
kaçırılmamasının yöntemsel bir zorunluluk olduğunu bir kez daha belirteyim.
(i) Mekânsal Strateji Planlaması:
ODTÜ
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Melih Ersoy’un kapsamını
ve uygulanma koşullarını;
“1.000.000
ve üstü ölçekte hazırlanan Ülke Mekansal Strateji Planı, Ülke bütününde
bölgesel stratejik değerlendirmeler kapsamında, sektörel ve tematik konularda
vizyon, politika, program ve hedeflerin mekansal stratejilerini katılımcı
süreçlerle belirleyen bir plandır. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nın
eşgüdümünde oluşturulacak bir ulusal plan komisyonu tarafından hazırlanır.
Geniş katılımlı Ülke Mekânsal Strateji Planlama Şurasında tartışılır. Gerekli
düzenlemeler yapılarak DPT tarafından Bakanlar Kuruluna gönderilir. Bakanlar
Kurulu Kararı ile Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer.”
biçiminde
açıkladığı11 mekansal strateji planlama (MSP) yaklaşımı, ülkemizde,
en son 2011 yılında, 644 ve 648 sayılı KHK’larla gündeme gelmiştir: Sözgelimi;
644 sayılı KHK’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının “d” bendiyle;
“Mekânsal strateji planlarını ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği
yapmak suretiyle hazırlamak ve mahalli idarelerin plan kararlarının bu
stratejilere uygunluğunu denetlemek”
yetkileri, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiş; Bakanlıkta bir
de Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü (MPGM)
kurulmuştur. 644 sayılı KHK’nın 7. maddesinin 1. fıkrasında, MPGM’nin
görevleri arasında;
“Yerleşme, yapılaşma ve arazi kullanımına yön veren, her tür ve ölçekte
fiziki planlara ve uygulamalara esas teşkil eden üst ölçekli mekânsal
strateji planlarını ve çevre düzeni planlarını ilgili kurum ve kuruluşlarla
işbirliği yaparak hazırlamak, hazırlatmak, onaylamak ve uygulamanın bu
stratejilere göre yürütülmesini sağlamak.”
da
sayılmıştır. Bakanlığın 18 Kasım 2011 tarihinde başbakan yardımcılıkları ile ilgili
bakanlıklara gönderdiği “Mekânsal
Strateji Planı Hazırlık Çalışmaları” konulu yazıda “Bakanlıkça hazırlanacak Üst Mekânsal Strateji Planı” ile ilgili
olarak aşağıdaki açıklamaya yer verilmiştir12:
“Mekânsal strateji planları ile ulus aşırı bölgesel gelişme, ulusal
kalkınma, bölgesel gelişmişlik, bölgelerarası eşitsizlik, dengeli ve sürdürülebilir büyüme, bölgesel
rekabet, çekim merkezleri, sektörler arası ilişkiler; doğal, tarihsel, kültürel
ve çevresel değerlerin korunması, afet riskleri gibi ülke, havza ve bölge
bütününde mekânsal gelişme senaryolarını yönlendirecek konular, güçlü ve zayıf
yönler, fırsat ve tehditler, olanaklar ve potansiyeller, stratejik amaçlar ve
hedefler çerçevesinde irdelenecek ve değerlendirilecektir. Bu niteliği ile
mekânsal strateji planlar; üst ölçekte işlevsel ve mekânsal yansımalarını
bulduğu, alt ölçek planlama çalışmalarını yönlendiren, genel ve uzun dönemli
ilke ve hedefler ile mekânsal ana yönlendirme kararlarını belirleyen, soyut, grafik
anlatım diline ve şematik gösterim tekniğine sahip mekânsal gelişme
stratejilerini içeren bir plan belgesi olarak hazırlanacaktır.”
Bu doğrultuda Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü’nde “Üst Ölçek Mekânsal Strateji Planlaması
Hazırlama, Uygulama ve İzleme Süreci, Yöntem ve Esaslarının Belirlenmesi
Projesi 2012 – 2014” hazırlanmıştır*.
Belirtildiğine göre;
“Mekânsal Strateji
Planları, sosyo-ekonomik içerikli kalkınma planı ve sektörel planlara mekânsal
bir boyut kazandırmada; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin
gelişme potansiyelini, mekânsal sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapı
yatırımlarının dağılımını belirlemede; ulusal ve bölgesel ölçekte kamu ve özel
sektör yatırımlarının yer seçimlerini yönlendirme ve sektörler arası
ilişkilerde belirsizliklerin giderilmesinde önemli bir katkı sağlayacaktır.”13
Göreceğiz. Yine de şunu söylemeden geçemeyeceğim: Çeşitli çalıştaylarla yürütülen bu çalışmaların yakından izlenmesi; çalışmalara gerektiğince katılma olanaklarının yaratılması gerekiyor bence.
(ii) Stratejik Çevresel Değerlendirmesi:
Bilindiği
gibi, 2872sayılı Çevre Kanunu’nun 2. maddesiyle;
“Onaya tâbi plân ya da programın onayından
önce plânlama veya programlama sürecinin başlangıcından itibaren, çevresel
değerlerin plân ve programa entegre edilmesini sağlamak, plân ya da programın
olası çevresel etkilerini en aza indirmek ve karar vericilere yardımcı olmak
üzere katılımcı bir yaklaşımla sürdürülen ve yazılı bir raporu da içeren çevresel
değerlendirme çalışmaları,”
biçimde tanımlanan
“stratejik çevresel değerlendirme” gündeme getirilmiştir. Yasanın 2006 yılında
yeniden düzenlenen 10. Maddesine göre;
“…stratejik çevresel değerlendirmeye tâbi plân
ve programlar ve konuya ilişkin usul ve esaslar bakanlıkça
çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.”
Ne var ki; hazırlık
çalışmaları AB’nin de destek ve yönlendirmeleriyle yürütülen çalışmalarla bir
“Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği Taslağı” üretilmiş ancak Mayıs
2016 tarihi itibariyle henüz çıkarılamamıştır. Böyle de olsa, “stratejik çevre
değerlendirme” çalışmaları gerektiği gibi yapılabildiğinde, tartışma konusu
yasaların olası getiri ve götürülerinin gerektiği gibi değerlendirilmesi büyük
ölçüde kolaylaşabilecektir.
Görüldüğü gibi;
siyasal iktidarın öngördüğü biçimde ilişkili olduğu hukuksal düzenlemelerle
birlikte, yaşama geçirildiğinde, 6292, 6306 ile 6360 sayılı yasaların ekolojik,
ekonomik, toplumsal ve kültüre, yanı sıra, “devlet mallarının” kamu yararına
yönetiminde çeşitli sorunlara yol açması kaçınılmazdır. Bu nedenle; en azından
ilgili demokratik kitle örgütlerinin, özellikle Anayasanın 135. maddesinde “kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının” bu sorunları de gündemlerine alması
gerekiyor; alırlar mı, bilemiyorum; dilerim alırlar.
***
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
1)
İlhami
Söyler; “Kamu Malları Teorisi Açısından
Devletin Hüküm ve Tasarrufundaki Yerler”, Sayıştay Dergisi, Ekim-Aralık
2011, Sayı 83, Sayıştay Başkanlığı, Ankara, Sayfa 61-63.
2)
İsmet Giritli; Pertev Bilgen, İdare Hukuku Dersleri, Filiz Kitapevi, 1979, İstanbul, Sayfa
120
3)
TC
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü
“Tarım Arazileri İşlem Sayfası, Sn Bakanın Sunuş Metni” (http://88.255.232.18/tarim/sn.-bakan-n-sunu--metni.html;
1 Ekim 2014)
4)
Ferdan ÇİFTÇİ- Ahmet TOMAR; “Büyükşehir Yasasının İzmir
Kırsalı Üzerine Olası Etkileri”, TMMOB 2. İzmir Kent Sempozyumu / 28-30 Kasım 2013, Bildiriler
Kitabı, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği; 2013, Ankara, sayfa
411 ve 413.
5)
Kırsal Kalkınma Programı 2010-2013; TC Tarım ve Köyişleri Bakanlığı,
2011, Ankara, Sayfa 39, 40, 42, 44, 45,
49 ve 50.
6) Yücel Çağlar; Kırsal
Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin “Orman Ekolojisi Ormancılık Okulu” çalışmalarında kullanılan sunum
metni.
7)
LLOYD, Seton); Türkiye’nin Tarihi, Bir Gezginin
Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, (Çeviren Ender VARİNLİOĞLU), TÜBİTAK Popüler
Bilim Kitapları, 4. Basım, 1998, Ankara; Sayfa 3.
8)
http://www.toki.gov.tr/ (12 Ekim 2014)
9)
http://www.ogm.gov.tr/ekutuphane/Sayfalar/Istatistikler.aspx
(Erişim 5 Mayıs 2016).
10) Orman Genel Müdürlüğü’nün birimlerine
gönderdiği 6 Mayıs 2014 tarihli,
15192309.315.01.01/22 Sayılı Yazı.
11) Melih Ersoy; “İmar Mevzuatımızda
Planlama Kademeleri ve Üst Ölçek Planlama Sorunu” başlıklı sunum (2006) (http://www.tepav.org.tr/sempozyum/2006/bildiri/bolum3/3_2_ersoy.pdf;
16 Ocak 2011).
12)
Yücel
Çağlar, Hukuksal Kıskaçtaki Ormanlar ve
Ormancılık, Türkiye Barolar Birliği, Ankara, 2014, Sayfa 275.
13)
http://www.mekansalstrateji.gov.tr/projenin-ortaya-cikisi
(Erişim 12 Mayıs 2016)
* 2014
yılında konunun tüm boyutlarıyla tartışılacağı bir yayın hazırlamak isteyen bir
gönüllü kuruluş benden de katkı istemişti, sağolsunlar. Ben de yaptığım
çalışmayı “Bir Gerçek Üç Yasa” başlığıyla sunmuştum. Bu yayın bugüne değin
gerçekleşemedi ne yazık ki; bana da herhangi bir bilgi verilmedi. Derneğin bir
yöneticisine sorduğumda yakın bir dönemde gündemlerinde olmadığını belirtince “Yazık olmasın, bu ortamda paylaşıma açayım
bari; belki birisinin işine yarar.” diye düşündüm. İncelemede, geçen süre
içinde edinebildiğim yeni bilgi ve verilerin gerektirdiği kimi güncellemeler ve
düzenlemeler yaptım
*
Tartışma konusu üç yasanın Nisan 2012-Nisan 2016 döneminde toplam dokuz
değişikliğe, Anayasa Mahkemesi’nin üç kez iptaline konu olması, bence siyasal
iktidarın hukuksal düzenleme alanında ne denli “ustalaştığını” değil ama ne
denli gözü kara olduğunu açıklıkla ortaya koyuyor bence.
Bu arada, tartışma konusu üç yasayı bundan
sonra yalnızca sayılarıyla anacağımı da belirteyim
* 1985 yılında çıkarılan Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin
Önlenmesi Hakkında Kanunun Uygulama Şekli ve Esaslarına Dair Yönetmeliğin
9. maddesinde de; “Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan taşınmaz mallar,
herkesin istifadesine açık olan denizler, göller, nehirler, tarıma elverişli
olmayan yerler, kayalar, tepeler ve dağlar gibi sahipsiz şeyler ile Devlet veya
bir kamu hukuku tüzel kişisi tarafından umumun yahut bir kısım halkın yararlanmasına
terk ve tahsis edilen umumi yollar, köprüler, parklar, meydanlar, meralar,
yaylak ve kışlaklar gibi menfaati umuma ait olan taşınmaz mallardır.” Aynı Yönetmeliğin
2011 yılında yeniden düzenlenen 5. maddesinde ise; “3091 sayılı Kanuna göre özel kanun durumunda olan 8/9/1983 tarihli ve
2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu,
31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu, 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı
Maden Kanunu ile diğer özel kanunlar kapsamına giren taşınmazlara tecavüz veya
müdahalelerin olması halinde, ilgililerin başvurması ya da vali veya kaymakamın
tecavüz veya müdahaleyi öğrenmeleri halinde 3091 sayılı Kanuna göre soruşturma
yaptırarak tecavüz veya müdahale önlenmekle birlikte, ayrıca ilgili kanunlarına
göre de gereği yapılmak üzere ait olduğu kamu kuruluşlarına bildirir.”
kuralına yer verilmiştir.
* Örneğin; kıyılardan yararlanma (Madde 43),
toprak mülkiyeti (Madde 44), tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı
kullanılmasını ve tahribini önlemek (Madde 45), kamulaştırma (Madde 46), çevrenin
korunması (Madde 56), tabiat varlıklarının korunması (Madde 63), planlama
(Madde 166), doğal servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi (Madde
168), ormanların korunması ve geliştirilmesi (Madde 169).
* Gerçekte, böyle bir tartışmayı 8 Şubat 2013 tarihli “2B Batağı Derinleşiyor!” başlıklı
“…Sessiz Tartışmalar (2)” ile 2 Haziran 2014 tarihli “İkiBeciliğin Böylesi Kimlerin İşine yarıyor?” başlıklı “…Sessiz
Tartışmalar (10)”da yapmıştım; anımsadınız mı?☻
* Bu bağlamda dikkat çekmek için ne
becerebildiysem onu yaptım; koyu yazdım, kırmızıya boyadım; başka ne
yapabilirim, bilmiyorum.
*
Maliye
Bakanı bu düzenlemeyle ilgili olarak kamuoyuna; “Satış bedeli, rayiç bedelin
yüzde 50'si olarak belirlendi. Yani arazileri almak isteyenler, ihalesiz ve
sadece bedelin yarısını ödeyerek bu topraklara sahip olabilecek. Peşin
ödemelerde satış bedeline, ayrıca yüzde 20 oranında indirim uygulanacak.
Taksitli satışlarda; satış bedeline yüzde 10 indirim yapılmasından yararlanmak
istenilmesi halinde, satış bedelinin en az yarısı, en az yarısının peşin
ödenmek istenilmemesi halinde ise satış bedelinin yüzde 10'u peşinat olarak
alınacak. Kalanı ise en fazla 6 yılda 12 eşit taksitle faizsiz olarak ödenecek.
Satış bedelinden, ayrıca başvuru tarihi itibarıyla son 5 yıl için tahsil edilen
ecri misil ve kira bedelleri mahsup edilecek. Yani
vatandaşlarımız isterlerse söz konusu arazilerin bedelini 6 yılda 12 eşit
taksitle ödeyebilecek. Sonuç olarak köylünün yıllarca işlediği ve geçimini
sağladığı, Hazineye ait olan tarım arazileri artık köylünün olacak." açıklamasını yapmıştır. Yine de
kimselerin sesi
çıkmamıştır; çıktı mı? (Kaynak: http://www.konuthaberleri.com/hazineye-ait-tarim-arazileri-ihalesiz-satilacak-41338.htm;
27 Eylül 2013)
* Yasanın 13.
maddesinin 10. fıkrasıyla 1983 yılında çıkarılan 2924 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının
Desteklenmesi Hakkında Kanun ile 1995 yılında çıkarılan 4070 sayılı Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı
Hakkında Kanun’un yürürlükten kaldırıldığı da, bu bağlamda gözden kaçırılmamalıdır.
*
Bu
düzenlemeyle; “6831 sayılı kanuna tabi
alanların kullanılması zaruri olduğu takdirde, başka yerlerde en az bu alanlar
kadar alanın ağaçlandırılması, 3573 sayılı Kanuna tabi alanların kullanılması
zaruri olduğu takdirde de, başka yerlerde en az bu alanlar kadar alanın
zeytinlik alan hâline getirilmesi mecburidir.” kuralı da getirilmiştir. Ancak; tümüyle “görünümü kurtarma”
amacına yönelik olan bu kuralın yerine
getirilmesinden hangi kurum ya da kuruluş sorumlu olacağına herhangi bir açıklama
getirilmemiştir. Oysa aynı maddenin 3. fıkrasında, 2863 ve 5366 sayılar
kapsamındaki yerler söz konusu olduğunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın en
azından görüşünün alınması zorunlu kılınmıştır.
*
Avrupa Birliği Katılım Öncesi Yardım Aracı’nın beş bileşeninden birisi olan
“kırsal kalkınma” (IPARD), Birliğin “Ortak Tarım Politikası”, “Kırsal Kalkınma
Politikası” ve ilgili politikalarının uygulanması ve yönetimi için uyum
hazırlıklarını, bu kapsamda politika geliştirilmesini desteklemek amacıyla
2007-2013 döneminde uygulanmak üzere hazırlanan ve 2014 yılında yenilenen program.
.
* 6360 sayılı yasanın 1. maddesinin 5.
fıkrasıyla 1, 2 ve 4. fıkralarında sayılan; Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay,
Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve
Van; Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep,
İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya, Ordu ve Samsun; İstanbul ve Kocaeli’ndeki
il özel idareleri kaldırılmıştır.
** 6306
sayılı yasa çıkarılmadan, 2012 yılındaki ADNKS sonuçlarına göre ülkemizin
nüfusu 75,6 milyondu. Bunun 54,4 milyonu (%72) il ve ilçe merkezlerinde, 17,2
milyonu da (%22,8) “belde” ve “köy” sayılan yerlerde yaşıyordu.
* Metinde dikkat çektiğim “köylüler oluşturulması” söylemi ne anlama
geliyor; bilmiyorum ancak bir anlatım bozukluğu olduğunu da sanmıyorum. “Hay
dilinize eşekarısı soksun!” mu demeliyim acaba?
*
6831 sayılı yasanın anılan maddeleri farklı uygulamaları
düzenlemektedir: (i) 31.maddeye göre; “Mülki hudutları içinde verimli devlet ormanı bulunan köylerde köy nüfusuna kayıtlı ve
köyde devamlı oturan veya burada oturmakta iken yerleşim adresini bu madde
kapsamındaki başka bir köye taşıyan ya da nüfusa kayıtlı olmasa bile yerleşim
adresi olarak kesintisiz en az beş yıl oturan muhtaç ihtiyaç sahibi hane
reislerine, köyde barınmaları için yapacakları ev, ahır, samanlık, ambar ve
kümes ile köy halkının müşterek ihtiyacı olan okul, cami, sağlıkevi, köyyolu
köprüsü ve köykonağı ihtiyaçları için” yapacak odun düşük fiyatlarla
satılabiliyor. (ii) 32. maddeye göre
ise; “Mülki hudutları içinde verimsiz devlet ormanı bulunan
köylerde, köy nüfusuna kayıtlı ve köyde devamlı oturan veya burada oturmakta
iken yerleşim adresini bu madde kapsamındaki başka bir köye taşıyan ya da nüfusa
kayıtlı olmasa bile yerleşim adresi olarak kesintisiz en az beş yıl oturan
muhtaç hane reisleri ile hudutları içinde verimli
devlet ormanı bulunan ve nüfusu 2500'den aşağı olan kasabaların muhtaç halkına
kendi ihtiyaçlarına sarfetmeleri şartıyla yapacakları, ev, ahır, samanlık,
ambar ve kümes ihtiyaçları için bir defaya mahsus; okul, cami, köyyolu köprüsü
ve köykonağı gibi köy müşterek ihtiyaçları için” yapacak odun, düşük
bedellerle satılabiliyor.
**
Orman Genel Müdürlüğü, Büyükşehir yasası ile 30 büyükşehirde “orman köyü” iken
mahalleye dönüşen, Orman kanununun 31 ve 32.madde hakları devam eden yerlerin
sayısı ile 2013 nüfus sayımına göre nüfuslarını yeniden belirlemiştir. Bu
belirlemeye göre; 30 büyükşehirde 31.madde kapsamında hak sahibi olan mahalle
sayısı 6287 ve son nüfus sayımına göre nüfusu ise 2.308.709 dur. 32.madde
kapsamında hak sahibi olan mahalle sayısı ise 4115 olup nüfusları ise
1618184’tür. Büyükşehir sınırları içerisinde belde iken mahalleye dönüşen ve
32. madde kapsamında olan belde (mahallesi) sayısı 384 olup nüfusları ise
563000’dür.
(Kaynak: http://www.ogm.gov.tr/SitePages/OGM/OGMDuyurular. 10.7.2014 (15 Eylül 2014))
* 5393 sayılı yasanın 12. maddesine 6360 sayılı
yasayla eklenen söz konusu fıkraya, 2014 yılında çıkarılan 6525 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 28. maddesiyle “Bu hüküm, belde iken sakinleri orman köylüsüne tanınan hak, sorumluluk
ve imtiyazlardan yararlanan mahalleye dönüştürülen beldeler için de geçerlidir”
tümcesi eklenmiştir. Orman Genel Müdürlüğü, bu düzenlemeyi; “Bu durumda köy veya belde iken büyükşehir
ili sınırları içerisinde mahalleye dönüşen ve evveliyatı itibariyle mülki
hudutları içerisinde verimli veya verimsiz devlet ormanı bulunan köy ve
beldelerde kurulmuş ve faal olan orman köylerini kalkındırma kooperatifleri 34.
madde kapsamında orman köyü kalkındırma kooperatifi sayılırlar ve hakları aynen
devam eder. Büyükşehir sınırları içerisinde kalan ilçelerin ise haklarının
devamı yönünde kanuni bir düzenleme yapılmadığı için ilçe merkezinde kurulan ve
çalışma alanları ilçe merkezleri ile sınırlı olan orman kooperatifleri orman
köyleri kalkındırma kooperatifi sayılmaz ve 34. madde haklarından yararlanamazlar.” biçiminde yorumlamıştır. (Orman Genel
Müdürlüğü’nün 12 Mayıs 2014 tarih ve “35192309.315.” sayılı emri.
* Konuyla ilgili ayrıntılı bilgileri Bakanlığın http://www.mekansalstrateji.gov.tr/projenin-ortaya-cikisi
ile http://msp.csb.gov.tr/uploads/articles/matris.pdf
adreslerinde bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder