EROZYON KONTROLÜ ve İZMİR SEL DERELERİNİN ISLAHI
Erozyon konusu yalnız ülkemizin
sorunu olmayıp özellikle kaynakları hor kullanan ve gelecek kuşakların hakkını
yok eden tüm ülkelerin sorunudur.
Toprağın değişik etkenlerle bir
yerden başka bir yere taşınması olarak tanımladığımız erozyon yurdumuzda her yıl
1.4 milyar ton toprağın değişik nedenlerle denizlere göllere ve ovalara
taşınmasına neden olmaktadır. Yüzeysel akışa geçen, su veya rüzgar etkisi ile
yerinden ayrılan toprağın yerine yenisini koymanın hemen hemen olanaksız
olduğunu; bunun için milyarlarca yıl gerektiğini göz önüne alarak bir başka
olumsuzluğunda bunu izleyeceğini göz ardı etmememiz gerekmektedir. O da yeraltı
su kaynaklarına geçmeden yüzeysel akışla kaybedilen su olup, küresel ısınma
sonucu giderek stratejik bir silah konumuna geleceği ileri sürülen ve bir takım
zorlama yasalarla özelleştirilmesi gündemde olan su….
Su konusunda gelecek yıllarda
sıkıntı çekileceği BOP projelerinden anlaşılmakta olup, su kaynaklarımızı -tüm
kaynaklar gibi- devamlılığını sağlayacak şekilde kullanmamız, devamlılığı
sağlayacak önlemlerin başında toprağın bitki örtüsü ile kaplanması ve yağan
yağışların yeraltı su kaynaklarına intikal ettirilmesi gerekmektedir.
Tarım alanlarında, meralarda ve
ormanlarda kaynak kullanımını bilmeyen insanımız, ne yazık ki, her geçen gün
üretim kaybını yaşamasına karşın bunu gübre, farklı sürüm, genetik dokusu
değiştirilmiş tohum gibi yapay önlemlerle artırma uğraşı içindedir. Özellikle
tarımda kontur sürüm ve meralarda otlatma planına ve meranın kapasitesine göre
otlatılma konusunda halkımızın mutlaka aydınlatılması ve bilinçlendirilmesi, bu
konuda eğitilmesi, kamu kuruluşları tarafından yeniden bir yapılanma ile
gerçekleştirilmelidir.
GİRİŞ
Kaynakların cazibeye göre el
değiştirdiği, dün ön planda olan bir kaynağın bugün ilgi görmemesi,
yanıltmamalı bizleri. Kaynak her zaman yararlanıldığında kaynaktır ve
yararlanma koşulları ortadan kalktığında çok da önemli değildir.
İnsan topluluklarının oluşumu ve
örgütlenmesi ile birlikte başlangıçta bireysel olan kaynaklara sahip olma bencilliği,
zamanla klanın daha sonra kabilenin ve giderek oluşan devletin hakkı olarak
görülmüş ve bu uğurda yapılanlar, yapıla gelenler ve yapılmakta olanlar tüm
evrenin önünde tam anlamı ile güçlünün haklı olduğu bir konumda
gerçekleşmiştir.
Tüketim çılgınlığının bize daha
ne kadar hizmet edebileceğini ne yazık ki pek azımız düşünüyoruz. Bu düşünce
eksikliğimizdir ki kaynakların sürgit bizle devam edeceği varsayımını da
yaratmıştır ve bundan en ufak kuşkumuz yoktur. Oysa bilim, kaynakların daha ne
kadar kullanılabilir olduğunu çok küçük sapmalarla belirlemiş durumdadır ve
insanlık, bu yok oluşa gidişi yavaşlatmak elinde iken, hızlandırmakta adeta
birbiri ile yarışmaktadır.
Kaynaklar içerisinde en hızlı yok
edilen topraklar olup her şeyi üreten yapısı ile ölümle pençeleştiği alanlar
her halde artık milyonlarla ifade edilen hektarlara varmıştır. Bir taraftan
endüstrinin, bir taraftan sanayileşen tarımın kirletmesi ile üretimden düşen
toprak miktarı hiçte azımsanacak gibi değildir. Globalleşen yapısı ile küresel
kirlilik yalnız ürediği yerde kalmamakta büyük yıkım bulutları halinde bir
ülkeden diğerine her hangi bir engelle karşılaşmadan serbestçe geçebilmektedir.
Böylece kaynak kirliliği de yöresellikten küreselliğe doğru hızla yol
almaktadır. Toprağın kirlenmesi onun tüm üretici gücünü alıp götürür ve
değerini, hangi değerlendirme ile değerlendirirseniz değerlendirin, değersiz
seviyesine indirir.
Hızla geliştiğimiz son 50 yıl
içersinde, aldığımız gelişmişlik yolu incelendiğinde hiç de kolay olmadığı,
birçok yasa, kural, yönetmeliğe karşın ilerlemenin, önündeki her türlü engeli
heyelan ve taşkın yaparak aştığını görüyoruz.
Nedir Taşkın:
Her hangi bir şeyin normal olarak
bulunması gereken yere sığmayarak taşması.
Nedir Heyelan:
Sağlam bir zemin üzerine oturmuş
bir kitlenin çeşitli etmenlerle eğim yönünde hareket ederek yer değiştirmesi.
Bir bakalım ülkemize nasıl
taşkınlar nasıl toplumsal heyelanlar yaşandı ve yaşanıyor. Bulunduğu ekosistemi
terk edip, hiç de kendisine uygun olmayan bir yaşam ortamında, o ortamı
kendisine benzeten ve bunu yasa koyucuların, kaynak koruyucuların koruması
altında yapması nasıl bir arkalama sağlar, zayıf ve yaşam ortamı dışından
gelmiş olana. Evet doğa kanunları eş anlayışla işlemiş, işliyor, işleyecek.
Kaynaklar değişik havzalarda
değişik isimlerde bulunabilir. Havzaları tehdit etmesi nedeni ile kaynakları da
tehdit eden etmenler çok değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır.
Havzalar :
Küçük Havzalar
|
S<100 hektar
|
Orta Büyüklükte Havzalar
|
100>S<1000 hektar
|
Büyük Havzalar
|
1000>S<10000 hektar
|
Çok Büyük Havzalar
|
S>10000 hektar
|
(Alpay-okutan 1966)
Havzalar bu büyüklükleri oranında
değişik coğrafi, sosyolojik, ekonomik, ekolojik kaynakları içlerinde
taşımaktadır. Bu kaynakların uygun ve devamlı kullanılmasının sağlanması kaynak
kullanımının geleceği açısından önemlidir. Kaynakların devamlılığını tehdit
eden en önemli etmen kaynağın bilinçsiz ve hor kullanımıdır. Şimdilerde
ülkemizde en sık rastladığımız olgu budur ve kaynak çok hor kullanılmaktadır.
Bunda çok farklı nedenler bulunabilir ancak sosyolojik olarak devamlılığı olan bir
kaynağın ulusumuzu rahatsız ettiği, gerek yurt içi gerekse yurt dışı
göçlerimizden anlaşılmaktadır.
Havzaları korumak, kaynakların
korunmasını sağlayacaktır. Bu anlamda havzaların problemlerinin belirlenmesi
çözümlerinin saptanması ve havzanın insanı ile bunun önlemlerinin
gerçekleştirilmesi ve giderek kaynakların sahiplenilmesinin sağlanması
geleceğimizin sigortası olacaktır.
Erozyonla mücadele konusunda
geçmişte ülkemizde önemli iki örgüt görev yapmıştır. Ziraat Vekaletine bağlı Toprak-Su
teşkilatı tüm yurt sathındaki örgütlenmesi ile tarım alanlarındaki kaynakların
devamlılığını sağlayacak gerekli çalışmaları yaparken orman alanlarında benzer
çalışmaları yapmak üzere Toprak Muhafaza Grup Müdürlükleri havza bazında
örgütlenmiştir. Sosyal bakış açısında kaynak kullanımının önemini çalıştıkları
yörelere eylemli olarak anlatan bu iki örgüt kamu sektörleri içerisinde köylüye
ve kaynaklara en yakın örgütler olarak yöre insanlarınca “Kalkınmacı” olarak
adlandırılmışlardır. 1970 li yıllarda yapılmış olan arazi sınıflandırmasının
üzerine halen bir şey konulmadığı gibi ormancılık kesiminde Havza Etüt Avan
Projelerinin de yerine yeni bir şeyler ne yazık ki konulmamıştır.
Deneyimlerden ders çıkarmak
gerekir. Erozyon tedbirlerini bazı yerlerde alırken, asıl bundan yararlanacak
olan havza sosyal yapısı olayın dışında tutulur ise başarılı olmak mümkün
değildir ve uygulayıcı oradan çıkınca havza problemi aynen yaşamaya devam
edecektir. Bu nedenle çalışmalara başlanılmadan önce çalışma yapılacak havzanın
insanının da katılımı ile ön proje çalışması yapılmalı, değişik yöntemlerle
onların beklentileri saptanmalı, öncelikle bu beklentilerinin karşılanması
yanında kaynağın akılcı ve devamlı kullanımını sağlayacak çalışmalar
programlanmalıdır. Toprak-Su ve Toprak Muhafaza Grup Müdürlüklerinin çalışmalar
yaptığı yerlerin bazılarında çalışmaların bu gün bile izleri devam ederken,
yöre insanının katılımının göz ardı edildiği yerlerde yapılmış olanların
sahiplenilmediği ve yıkılmış olduğu görülebilmektedir.
Ülkemizin ilk bilinçli sulama
sisteminin kurulmuş olduğu Konya’nın Çumra İlçesinin etkilerinin Karapınar
İlçesi tarım alanlarında görülmesi ve Toprak Su teşkilatının burada oluşan
rüzgar erozyonunu önleyici tedbirleri gerek tarım alanlarında ürün desen planları
gerekse en etkili olduğu kısımda rüzgar erozyonunu önleyecek tedbirleri alması
ve kumul hareketini durdurması unutulmuş ve bugün söz konusu alanda rüzgar
erozyonu yine etkili olmaya başlamıştır. Aynı şekilde Iğdır İlinin Aralık
İlçesinde 9 köyü ve Devlet Üretme Çiftliğini tehdit eden kumul hareketi Toprak
Su teşkilatının kapatılmasından sonra yöre insanının çalışma sahalarını
otlatması ve kumulu bağlayıcı olarak kullanılan bitkilerin yakma amaçlı
kesilmesi nedeni ile yeniden kumul hareketleri başlamış ve yeniden sahada
uygulama çalışması yapılması gerekmiştir.
Aynı şekilde orman rejimine giren
yerlerde Toprak Muhafaza Grup Müdürlüklerince havza başından başlatılmış olan
çalışmalar ne yazık ki bugün özellikle üst havzada yer alan alanlara üçüncü
konutların yapılması nedeni ile çok büyük tehdit altında olup, gerek Karadeniz,
gerekse Akdeniz ardı yaylalara lüks villalar yapımı nedeni ile her hangi bir
disipline gelmeyecek durumdadır. Toprak Muhafaza Grup Müdürlüklerinin önemli
projelerinden Çakıt, Erzincan, Tokat, Kızılcahamam, Salihli, Çankırı, Oltu, Elazığ
ve bunun gibi birçoğu uygulama birimlerinin kapanması ile birlikte adeta durmuş
ve yöresel destekten de yoksun olduğu için her geçen gün daha kötü duruma
düşmüştür.
Bütün yukarıdakilere ek olarak
kamu örgütleri arasındaki koordinasyon noksanlığı kaynakların kullanımında ve
geleceğinde önemli roller üstlenmektedir. Bir kuruluşun büyük özverilerle
korumaya çalıştığı çalışmasını bir başka kamu kuruluşu yaptığı alt yapı
yatırımları ile tehlikenin içine atabilmektedir. Bunun en güzel örneğini toprak
koruma alanlarında gecekondu tipi yapılaşmada gözlemlemekteyiz. Önce yol sonra
su ve elektrik daha sonra okul, belediye otobüsü hep kamu kuruluşları
tarafından gerçekleştirilmektedir.
1937 yılında çıkarılan 3116
sayılı yasanın sağladığı olanaklarla başlatılmış olan ağaçlandırma çalışmaları,
planlı döneme girilen 1963 yılından sonra Toprak Muhafaza Grup Müdürlüklerinin
kurulması ile orman içi ağaçlandırmalar yanında orman dışı ağaçlandırmalar ve
erozyon kontrol çalışmaları hız kazanarak 2006 yılı sonuna kadar 1 milyon 935
bin hektar alanda ağaçlandırma, 653 bin hektar alanda erozyon kontrolü, 138 bin
hektar yeşil kuşak ağaçlandırması, 724 bin hektar suni gençleştirme, 623 bin
hektar enerji ormanı tesisi, 110 bin hektar mera ıslahı ve son dört yılın ürünü
olan rehabilitasyon çalışmaları ile 428 bin hektar alanda toprak korunmaya
çalışılmıştır. Bozulmuş olan bitki, toprak ve su arasındaki dengeyi yeniden
tesis etmenin yolu öncelikle yukarıda sıralanan çalışmalardan geçmekte olup
Toprak-Su ve Toprak Muhafaza Grup Müdürlüklerinin kapatıldığı 1983 yılından
sonra bazı çalışmaların sahibi kalmamıştır. Yapılmış olan 110 bin hektar mera
ıslahının bugünkü durumu içler acısıdır. Çünkü havza insanına konu
benimsetilememiştir. Kaynağın gözü önünde yok olduğunu gören ve onu sömürmeye
devam eden bir yapının düzeltilmesi ancak onunla beraber yapılacak plan ve
programlarla gerçekleşebilir.
Yurdumuzun ortalama yüksekliği 1132 metre olup büyük
bölümü genç dağlarla kaplı % 46 sı % 40 eğimden fazla eğimde bir yapıya
sahiptir. Bu engebeli yapının arazi sınıflandırmasına sahip olmamasını da göz
önüne alarak tarım alanlarının % 59 unda, Meraların % 64 ünde ve Ormanların %
54 ünde erozyon vardır.
Erozyon’u:
ü
Su Erozyonu,
ü
Rüzgar Erozyonu,
ü
Çığ Erozyonu ,
ü
Yerçekimi Erozyonu,
ü
Buzul Erozyonu
olarak beş başlık altında
toplamak mümkündür. Erozyon yüzey veya oyuntu şeklinde olabilir ve zamanında
müdahale edilmemesi nedeni ile yüzeysel erozyon çizgi erozyonuna, o da oyuntu
erozyonuna dönüşebilir. Başlangıçta alınacak önlemler hem ucuz hem kolay iken
erozyonunun ilerlemesi durumunda çalışmalar hem çok zor hem de çok pahalı
olmaktadır. Ağaçlandırma ve Erozyon
Kontrolü Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan havza bazında avan projelerde
sel ve taşkınlarla mücadele etmek için yapılması gerekenler konusunda detaylı
öneri ve çalışma pratikleri konulmuştur. Ekosistem olarak orman kurmaya uygun
yerlerde yine detaylı etütlere dayalı olarak ağaçlandırmalar önerilmiştir.
Gerek ağaçlandırma, gerek toprak muhafaza ve gerekse mera ıslahı konusunda
verilmiş öneriler doğrultusunda 1974 yılından beri çalışmalar yapılmaktadır.
Ormancı teknik elemanların
özverili çalışmaları sonucu 2 milyon hektarlık bir alan geçen sürede
ağaçlandırılmış ve ormanlık alanlarımıza katılmıştır. Yapılan ağaçlandırmaların
çok büyük bölümü tapulama harici alanlar ile orman içi açıklıklarda
gerçekleştirilmiş, gerek avan projelerde gerekse uygulama projelerinde tescilli
meralara ekolojik olarak saygı gösterilmiş ve yine bir çok yerde başarılı orman
içi ve orman üstü mera iyileştirme çalışmaları zor koşullara karşın
gerçekleştirilmiştir.
Yurdumuzun büyük bölümünde kaynak
yetersizliği sonucu iç ve dış göçlerle tamamen boşalmış veya birkaç hane kalmış
olan köyler özellikle İç ve Doğu Anadolu’da çok fazladır. Bu gibi boşalmış
köylerin arazilerinde doğa kendi kendini onarmakta ve gerek yüzey, gerekse
oyuntu ve rüzgar erozyonları asgari düzeye inmektedir. Bu gibi yerlerde doğa
onarımına yardımcı olabilecek çalışmaları kamu örgütleri rahatlıkla
yapabilecektir önemli olan deneyimli elemanların işlendirilmesinin
sağlanmasıdır. Uygun türlerle erozyona maruz alanlarda gerek ağaçlandırma
gerekse bitkilendirme çalışmaları gerçekleştirilerek doğaya yardımcı
olunabilir.
Dere Islahı:
Dere ıslahı başlı başına bir
uzmanlık işi olup, nerede neyin nasıl yapılacağının belirlenmesi ve bunun
projelendirilmesi ile uygulanmasını belli disiplinlere bağlamak zorundadır.
Yüzeyi bitki örtüsü ile kaplı alanlarda yüzeysel akışa geçen su miktarı veya
etkili olan rüzgar toprağı kolay kolay taşıyamaz. Yüzeyi tahrip edilmiş
alanlarda ise hafif olarak başlayan yüzeysel erozyon çizgi erozyonuna daha
sonra da oyuntu erozyonuna dönüşerek, eğime bağlı olarak, alt havzaları tehdit
eden afet haline gelebilmektedir. Dere ıslahında havzanın üstünden başlayacak
çalışmalarla yüzeysel akışa geçen suyun tutulmasına veya süratinin
yavaşlatılmasına neden olacak yapıların yapılması sağlanacaktır. Bu çalışmaları,
yamaçlarda alınacak önlemler ve dere içlerinde alınacak önlemler olarak iki
grupta toplamak mümkündür. Yamaçlarda yapılacak önlemler ağaçlandırma, teraslandırma,
otlandırma olarak anılabilir. Derelerde alınacak önlemler ise çevirme
hendekleri, boşaltma kanalları, kuru duvar eşikler, miks eşikler, harçlı ıslah
sekileri, örme canlı eşikler, toprak ve çeşitli malzemeler ile oluşturulan seddeler,
kafes tel eşikler, kıyı tahkimatları, taş dolgular, mahmuzlar ve buna benzer
önlemler olarak işin disiplininde ve tekniğinde vardır ve bu sayılanların büyük
bölümü İzmir derelerinde uygulanmıştır.
İzmir’in son yıllarda aldığı
göçlere bağlı olarak yeşil alanları yok olurken bitki örtüsü ile kaplı yeraltı
su kaynaklarıi besleyen alanları yanında, dere yataklarını da kaybetmiş, birçok
dere yatağı yol olurken bazı derelerin yatakları, hiçbir tekniğe bağlı
kalınmadan, okla yön gösterir gibi şuradan gitmelisin denmiş ve dere oradan
gitmemekte ısrarlı olmuştur.
3 Kasım Cuma gününü 4 Kasım 1995 Cumartesi gününe bağlayan gece İzmir’in
üzerini kaplayan kapkara bulutlar, neon lambaların ışıltılarının ve kıyıya
paralel uzanan görkemli binaların üzerinden geçip, saatteki hızı 120 km’yi
bulan kasırga ile beraber, özellikle yokluğun ve yoksulluğun üzerine, sabah
saat üç sıralarında indi. Aradan geçen üç hafta sonunda olayın hemen hemen
unutulduğu, seçim ortamına girilen günlerde aynı yerlerdeki gecekondulaşmanın
hızla sürmesinden anlaşılmakta.
Benzer doğal yıkımlar belli periyotlara yinelenecektir. Yıkımdan gereken
dersi çıkaran toplumlar bir sonraki yıkımı daha az hasarla atlatırken, Marmaris’i,
İstanbul’u, Senirkent’i ve İzmir’i unutanların nasıl bir yıkımla
karşılaşacağını ancak yıkımdan sonra görebileceğiz.
Karşıyaka’da büyük ederlerle el değiştiren lüks konutlar, arkalarında ne
olup bittiğinden habersiz körfeze bakabilme uğraşında. Aynı şey Narlıdere,
Balçova, Güzelbahçe ve Üçkuyular için de söylenebilir. Yamanlar, Örnekköy ve
Narlıdere kamu görevlilerinin gözetim ve denetiminden her nasılsa uzak!..
Yağmanın ne denli büyük olduğunu belki bu yıkım olmasaydı kimse bilmeyecekti.
Üzerinde hazineye ait olduğunu belirten kocaman levhalar dikerek gecekonducuya
gecekondusunu yapması gereken yerleri gösterenlerin bu acı olaydan üzüntü ve
sorumluluk duyduklarını söylemek mümkün olmasa gerek.
Toplum, ülkenin bir yanını sarmış olan yangından kaçıp sığınacak köşe
arayan milyonlarca insanın dramına akıl almaz bir vurdumduymazlık içindeyken, yıkımın
yalnız onları vuracağını düşünmedi şüphesiz. Daha doğrusu birden iniverenin ne
olduğunun ayırdına varamadı insanlar.
Işıl ışıl şehir bir anda lağımların pisliklerini de taşıyan bir çamurla
kucaklaştı. Toplum, toplumsal kirlenmenin aynasında kendisini gördü.
Hazine arazileri yağmalanırken bir takım karanlık güçlerle beraber
yağmayı hızlandıran politikacı ne kadar suçlu ise, yaşam alanı üzerinde oyunlar
oynanırken seyirci kalan, örgütlenip mücadele etmeyen yöre insanı da o kadar
suçludur veya suç ortağıdır. Kavgadan kurtardığı üç-beş eşyası ile batıya
kaçanların önüne birileri düştü. Geldikleri yerlere benzer yerler kurmaları
için büyük bedeller aldılar, yerler gösterildi, tohumlar atıldı, çimlendi,
büyüdü, daha da büyüyecek.
Ancak gelenler 15–20 cm. üst toprağa sahip büyük alanlar üzerindeki bitki
örtüsünü hayvanlarına yem, kendilerine yakacak diye kullanınca, uygun şartlar
oluşmuş oldu.
Benzer doğal yıkımlar belli periyotlara yinelenecektir. Yıkımdan gereken
dersi çıkaran toplumlar bir sonraki yıkımı daha az hasarla atlatırken, Marmaris’i,
İstanbul’u, Senirkent’i ve İzmir’i unutanların nasıl bir yıkımla karşılaşacağını
ancak yıkımdan sonra görebileceğiz.
4 Kasım sabahı saat 3 civarında yağan yağış 36.5 mm. şiddetinde idi ve
etkisini ve hırçınlığını artıran, 120 km. süratinde esen kasırgaydı. Bilimsel
verilere göre 61 mm.
Şiddetindeki yağış olabileceğini ve bunun 120 km. süratindeki kasırga
ile birleşebileceğini düşünürsek olayın nasıl bir yıkım yaratacağını kestirmek
bile mümkün değil.
Sel suları, özellikle yol üzerindeki menfez ve köprülerin, gelen moloz ve
gecekondu artıkları ile tıkanması sonucu yataklarına sığmayarak toplandı, enerjisini
yenileyip önüne geleni yıkarak, taşan ve en kolayı cadde boyunca denize koşan
sel suları önüne gelen her şeyi evirip çevirerek zengin semtlere geldiğinde
getirdiklerini yarı sakinleşmiş şekilde dağıttı ve pisliği ile her yanı kapladı.
Aşınıp taşınmaya çok olanaklı toprak yapısı üzerine, bitki örtüsünü
kaldırıp arsa edinenin, eğimli yamaçta briket zemin hazırlayıp, beton temel
attığı ev benzerinin bir yağışta dereye inmesinden daha doğal ne olabilir? Bu
ve benzer o kadar çok gecekondu var ki İzmir’in dört bir yanını sarmış.
Olayın ertesi günü devlet büyükleri olay yerlerini gezdi. Yaraların
sarılacağı, kayıpların karşılanacağı söylendi. Gereken yapılacaktır dendiğinde
olayın zamana ve unutulmaya havale edildiğini hepimiz anladık. Söylenen, “Yanlışı,
yanlışla onaracağım” demekti.
Yamanlar’da, Örnekköy’de, Narlıdere’de ve Emiralem’de yanlış yerleşimler
var. Doğrusu, tüm gecekonduların eski-yeni, dündü-daha önceydi denmeden
kaldırılması, burada yaşayanlar için devletin uygun yerlerde konut üretmesi. Şüphesiz
bu yağma ve talanı gizli-açık özendirip örgütleyenlerin sorgulanıp adam
öldürmeye tam teşebbüsten yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekirdi. Bu
olmayacağına göre, bir daha ki şiddetli yağışa kadar konu kapanmıştır.
Ülkemizde olmaz olmaz denilerek gelinen noktalardan daha ilerisinin yok
oluş olduğunu görmek için ille de o günün yaşanması mı gerekir? Toplumsal
intiharı çıkarlarını pekiştirme peşinde koşanların tezgahladıklarını bilmek ve
toplumsal dayanışma ve birliktelik olgusundan yoksunluk nedeni ile korkmak ve
bir şey yapamamak.
Bu gün mahkeme kararları ile yıkılması kesinleşmiş binlerce gecekondu
veya lüks villalar yıkılmıyor, politik baskı bunu sağlıyor ise doğa yarın bir
gün yeni bir yıkımla karşımıza yine çıkacaktır. Ve o zaman yine suçluyu
oralarda arar isek en büyük suçlu biziz.
SORUNLAR
Şehirleşmedeki hatalarının
yıkımı getirdiği göz ardı edilmeden, hiçbir derenin, havzasında toplanan suyu
denize sağlıklı bir şekilde aktaracak durumda olmadığı da akıldan çıkarılmadan saatlik
maksimum yağışlarda gerçekten 61
mm. olasılığı 50 yılda bir her zaman var. 2001 Ağustos
ve 17 Aralık sellerindeki rakamın bu maksimuma ulaşmamış olduğunu biliyoruz.
Bize ulaştırılan günlük yağış yıkımın ölçümünü belirlemede yeterli olmuyor. Çünkü
kısa süreli şiddetli yağışta yüzeysel akışa geçen su miktarının zaman içindeki
miktarı yıkıcı etkiyi, ne kadar kısalır ise o kadar büyütüyor.
Taşıntıya etki eden faktörler
a-Yağışın Yoğunluğu (Şiddeti)
b-Yağışın Süresi
c-Yağışın Toplam Miktarı
d-Damla Büyüklüğü ve Hızı
e-Mevsimlere Göre Dağılımı
Yağışın Şiddeti
(mm)
|
Erozyon Şidddeti
|
0-6
|
Hafif erozyon
|
6-12
|
Orta şiddette erozyon
|
12-50
|
Şiddetli
|
50>
|
Çok şiddetli
|
Yukarıda taşıntıyı etkileyen faktörler içerisinde yüzey örtüsüne yer
verilmemesi mutlaka dikkati çekecektir. Kısa süreli şiddetli yağışlarda saha ne
kadar yoğun olarak bitki örtüsü ile kaplı olursa olsun taşınmalarla karşılaşmak
olasıdır. Bitki örtüsünün yüzde yüz
kapalı olduğu yerlerde bile zaman zaman yağan yağışın yarısına yakını şiddete
bağlı olarak yüzeysel akışa geçebilmektedir.
Karşıyaka arkasında yer alan dağlar, ana kayanın andezit olduğu, toprak
yapısı olarak kaba bünyeli, su tutma kapasitesi düşük topraklar veren bir
jeolojik yapıya sahiptir. Derin toprak yapısına sahip kısımlarda bitkiler,
toprak derinliğine, yer altı su kaynaklarına inen sulardan yeterince
yararlanamazlar. Sığ toprak yapısına sahip yerlerde ise mevsimlik bitki
türlerine kış ve erken ilkbahar mevsimlerinde rastlanır, bu bitkiler yaz
başında kurur ve işlevsel olarak kısa süreli yağışları önleyebilecek yapı
göstermezler.
Bitkilendirme çalışmaları çok pahalı, çok zor ve uzun zaman isteyen
uğraşlardır. Çalışma halkalarından her hangi birinde yapılacak en küçük ihmal
yapılanların sona ermesine sebep olabilecektir. Ayrıca bu gün başlanan bir
bitkilendirme çalışmasının sonuçlarını almak için geçmesi gereken zaman hiç de
kısa olmayacaktır.
Atatürk ormanının kuruluşunun üzerinden geçen zaman ve süren sorunlar
yapılacak çalışmada tüm kuruluşlara görev verilmesini gerekli kılmaktadır. Ayrıca yaşam ortamına uygun bitki türlerini
kullanmak zorundasınız, maki ve çalı formasyonlarından azami derecede
yararlanmak özellikle andezit ana kaya olan yerlerde maki formasyonlarını tohum
atılmak sureti ile çoğaltmak gerekmektedir. Bütün bunlar yapılırken bilinmesi
gereken en önemli olgu, yağan yağışı tüm bu çalışmalara karşın belli oranda
tutup, yer altı su kaynaklarına aktarmaktır.
Yapılacak en önemli şey ise derelerden sağlıklı bir şekilde yağan yağışı
denize ulaştırabilmektir. Ya dere yataklarında ki engeller kaldırılacak veya
yeni yollar bulunarak derelerin denize ulaşımı sağlanacaktır. Yerleşim alanları
içerisinde kaybolmuş dere yataklarını yeniden tesis etmenin ne denli zor
olduğunu Büyükçiğli Deresinde gözlemlemek olası. Dereyi sağa sola taşımışız
olamadık yerlerden geçmesini istemişiz, isteğimize uymayınca yıkımla
karşılaşmışız.
Yaptığımız yapay engeller ile suyollarını daraltmışız, yok etmişiz ve
geçmişi unutmuşuz. Tehlikenin büyüklüğünü bilerek olacakları beklemişiz.
Üzerimize gelecek olan gücü hafife almışız, havza yukarısında doğayı hoyratça
kullanan ve yok edenlere engel olamamışız.
Dere ıslahının sorunu çözmeyeceğini Belediyeler ve İz-Su yetkilileri de
biliyor. Girne Bulvarı dere yatağı iken şimdi bulvar, havzaların üst kısımları
beton yığınları,... Yağacak yağmur denize nasıl ulaşacak? Öyle yerler var ki
körfeze 20 metre
kala taşkın olmuş. Yapılmış olan yollar menfezler, köprüler, evler, parklar
suyun yoluna engel olsun diye yapılmış sanki. Yani taşkın olması adına ne kadar
hata varsa hemen hepsi eksiksiz gerçekleştirilmiş. Toplu konutları yaparken
havzada oluşacak değişimi hesaba katılmamış. Tüm
felaketzedelerin çarpık yapılaşma ve planlamadan sorumlu olanları mahkemeye
vermesini önermenin dışında ne yazık ki elimizden hiçbir şey gelmiyor ve bir
daha ki yıkıma kadar unutmayın bir daha olacak diyoruz.
Orman Bakanlığı Ege Bölge Müdürlüğü teknik elemanlarınca yapılan rapora
göre taşkın yapan derelerin kapsadığı alan 64687,5 hektardır. Bu alanın 20822,0
hektarı ormanlık alan (%32.19), 6968,5 hektarı ağaçlandırma yapılmış alan (%
10,77), 1141,5 hektarı erozyon kontrolü çalışması yapılmış alan olmak üzere
toplam alan içerisinde Orman rejiminde sayabileceğimiz alan 28932 hektardır (%
44,73). Tarım yerleşme 33663,5
hektar (% 52.04), 547 hektar
projelendirilmiş ancak uygulaması değişik nedenlerle yapılmamış alan (% 0.85), 1127 hektar orman dışı
olup erozyon kontrol çalışması yapılması gereken alan (% 1,74) ve 418 hektar tapulu mera (%0,65)
alanıdır. Bu veriler incelendiğinde ortalamanın oldukça üstünde bir sonuçla
karşılaşmaktayız.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Taşkın olan havzalar değişik disiplinlerin katılımı ile belirlenmeli,
yapılması gerekenler konusunda uyum sağlandıktan sonra kamu yararı ön plana
alınarak tüm alanlarda erozyon kontrol tedbirlerinin alınması zorunlu
kılınmalıdır. Gerekiyorsa, tarım alanlarında erozyon kontrol tedbirleri bu işte
uzman kuruluşlarca gerçekleştirilmeli ve bedeli mal sahiplerinden alınmalıdır.
Eğimin tarıma uygun olmadığı yerlerde meyvecilik özendirilmeli, var olan zeytin
ağaçları mutlaka ay teraslar yapılmak sureti ile korunmalıdır.
Havzalarda yapılmakta olan hayvancılıktan vazgeçilmelidir.
Havzadaki tüm ormanlar muhafaza ormanı statüsüne alınmalı, erozyon
kontrolü ve ağaçlandırılmış alanlar da aynı şekilde muhafaza ormanı olarak
değerlendirilmelidir. Muhafaza altına alınacak bu alanlarda bitki örtüsü
kendiliğinden gelişerek sahayı kaplayacaktır. Yüzeysel akışın durdurulmasında
başarılı olunamayacak yerler belirlendikten sonra bu yerlerde ne yapılabileceği
geniş katılımlı tartışılıp sonuçlandırılmalıdır.
Şehre çok yakın olan bu alanların başka amaçla kullanılması her an gündemde olup bunun şehrin ölümüne neden olacağı unutulmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder