5 Mayıs 2023 Cuma

Ormancılık Üzerine SessizTartışmalar Doç.Dr. Yücel Çağlar

 Gündemdışı bir soru: Temel sorun yalnızca 6831 sayılı Orman Kanunu’nun

değiştirilmesi midir sizce?

26 Nisan 2023

Merhabalar;

“- Seçimlere “beş kala” sorulacak bir soru mu bu?” dediğinizi duyar gibiyim. Kimbilir belki de hak-

lısınız. Ancak ben siyasal partilerin, “ittifakların”, adayların, ilgili meslek örgütleri ile çev-

re/doğa/orman korumacısı gönüllü kişi ve kuruluşların açıklamalarından hareketle öyle düşünmü-

yorum. Bırakın 6831 sayılı Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikleri bir yana deprem bölgesinde

yaşanan bireysel, toplumsal, ekolojik vb yaşamsal sorunların bile giderek gündemden çıkması

karşısında üzülüyor; siyasetin bu denli ayağa düşürülmesinden “fena halde” kaygılanıyorum çün-

kü. Ne yazık ki böylesi bir iklimde uğraşı alanımdaki gelişmelerin de gündemde kalmasına karınca

kararınca katkıda bulunabileceğini sandığım “sessiz tartışmalar” yapmaktan başka bir şey gelmiyor.


***


6831 sayılı Orman Kanunu, tam da seçimler öncesinde bir kez daha değiştirildi. Bu, yasada son

yirmibir yılda otuz, çıkarıldığı 1956 yılından bu yana da tam kırkbeşinci değişiklik ! Böylece yasa


tutarlılığını büyük ölçüde yitirdi; kendi içinde çelişkili, çoğu maddesiyle “ormanlarımıza” ve or-

mancılığımıza zarar veren bir “yamalı bohçaya” dönüştürüldü. En son 5 Nisan 2023’de yürürlüğe


giren 7442 sayılı Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ise 6831

sayılı yasanın bu durumuna, deyim yerindeyse, “tüy dikilmiş” oldu. Ne var ki bu yasanın ne

ormancılığa ve “ormanlara” ne de tarıma getirdikleri gerektiğince tartışıldı. “İsteyenin bir yüzü

kara...” düşüncesiyle bunlar da tartışılsın istiyorum

Selamlarımla.


Yücel Çağlar


Ormancılıkla ilgili hukuksal düzenlemelerde temel amacın “orman” sayılan yerler ile bu yerlerdeki eko-

sistemlerin korunması olması beklenir. Söz konusu olan geniş anlamda kamusal* oluşumlardır çünkü.


Ancak sizce ülkemizde bu beklentinin gerçekçi olduğu söylenebilir mi? Belki başlangıçta söylenebilirdi

ama artık söylenemez bence. Bu durumun pek de yadırganmaması gerektiğini düşünüyorum: Hem

*

“Geniş anlamda kamusal” söylemini yalnızca insanları değil gezegenimizdeki tüm doğal süreçler, ekosistemler ile


varlıklar anlamında kullanıyorum. Kullanıyorum da, tıpkı “sorgulamalar, tartışmalar sırasında, orman sayılan yer-

orman ekosistemi ayrımı yapılmalı” önermem gibi bu da pek ciddiye alınmıyor; N’apayım; “kader utansın” .


Egemen

Sınıflar

Siyasal

İktidarlar


İçindekiler

• Hukuksal düzenlemeleri tartışmak...

• Siyasal iktidarın akılalmaz bir “icadı”: “Torba yasalar”...

• 6831 sayılı Orman Kanunu’nu ve yapılan değişiklikler nasıl tartışılmalı?

• Yasak savmak mı isteniyor acaba?*

• 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı Orman Kanunu’na “tüy dikilmiştir!”*

• Peki, artık neyin tartışılması gerekiyor ?


2


dünyada hem de ülkemizde egemen üretim ilişkilerinin niteliği, buna bağlı olarak da toplumsal ve kültü-

rel değerler ile öncelikler büyük ölçüde değişti çünkü. Ek olarak, başta iklimsel değişikler olmak üzere


gezegenimizin ekolojik koşullarında “gözle görülebilir elle tutulabilir” değişmelerin yol açtığı olumsuz-

lukların ayırdına varıldı. Dolayısıyla, bu olumsuzlukların aşılabilmesine yönelik ülkelerarası ve ülkesel


çeşitli çabalara girildi. Bu çabalardan birisi de ülkelerarası ve ülkesel hukuksal düzenlemelerdir. Ancak

bu çok boyutlu değişim sürecinde Efesli bilge Herakleitos’un yaklaşık ikibinaltıyüz yıl önce dile getirdiği

öne sürülen “Halk yasayı kentin surlarını savunur gibi mücadele ederek savunmalıdır” önermesi bile

her durumda ve koşulsuz olarak gözetilmesi gereken bir ilke olmaktan çıktı. Çok uzun bir zamandır

yasalar da masumiyetini büyük ölçüde yitirdi çünkü

Öte yandan, bilirsiniz: Özellikle devlet mülkiyetinde ya da tekelinde olan her türden varlık ve etkinlik

alanında uygulamaların hukuksal düzenlemelere dayandırılması, en azından “hukuk devletlerinde”

öteden beri temel ilkedir. Örneğin, ülkemizde “orman” sayılan yerler tarihin tüm dönemlerinde devlet


mülkiyetinde ve gözetiminde olmuştur. Bu nedenle de “orman” sayılan yerlerden yararlanılması, özel-

likle 19. yüzyıldan günümüze değin çeşitli hukuksal düzenlemelere dayandırılmıştır. Bu düzenlemeler-

le, en azından başlangıçta, ağırlıkla “orman” sayılan yerlerin korunması amaçlanmıştı. Ne var ki, bu


amaç giderek ikincilleşti. Öyle ki, hukuksal düzenlenmeler artık bu yerler ile bu yerlerdeki varlıkları me-

talaştırıp ticarileştirme araçlarına dönüştürüldü –“dönüştü” değil, dö-nüş-tü-rül-dü”- Üstelik bu dönüştürüm


doğa/orman korumacı duyarlılık ve çabalarının yaygınlaşmasına karşın gerçekleştirilebildi; üstelik şim-

dilerde de değiştiriliyor. Bu gerçeklik karşısında aklıma şu sorular geliyor:


✓ Söz konusu dönüştürümün temel nedenleri nedir?


✓ Doğa/orman korumacı duyarlılık ve çabaların giderek toplumsallaşıp yaygınlaşmasına kar-

şın bu dönüştürüm neden engellenemedi, engellenemiyor?


İlk sorunun yanıtı bence çok açık: Temelde siyasal iktidarların sınıfsal niteliği ve ağırlıkla buna göre

biçimlenen ekonomi politikalar ! Böylesi bir yanıtın çoğu kişiye soyut ya da genellemeci gelebileceğinin

ayırdındayım kuşkusuz. Ancak böyle düşünenlere sormak isterim:

Peki; örneğin eğitim-öğretim, sağlık vb yaşamsal önemde kamusal alanlarda ya da 2021 yılında


büyük yıkımlara yol açan orman yangınları ile son deprem öncesi, sırası ve sonrasında yaşa-

nanlar sizce yalnızca şu ya da bu kişinin –“bakanın” ya da moda söylemle “liyakatsiz kadroların” -


beceriksizliği ya da kötücül amaçlarından mı kaynaklanıyor?

2000’li yıllarda, kamu yönetiminde çokça örneğini gördüğümüz gibi, beceriksizlik ya da kötücül amaçlar

da bu sonuçlara yol açan koşulların oluşmasına katkıda bulundu kuşkusuz. Ancak, ülkemizde özellikle

kamusal alanlarda yaşanan tüm olumsuzlukların bu türden öznel –“subjektif”- nedenlerle açıklanması,


en hafif söylemiyle gerçekçi bir tutum değildir. Çok açık: İnsancıl, yetkin ve etkin bir kamuculuk ege-

men sınıflar, dolayısıyla güdümündeki siyasal iktidarlar için en istenmedik, kaçınılması ve önlenmesi


gereken bir yönelimdir. Bu yönelim çoğu zaman, özellikle de 1980’den sonra her alanda yaygınlaşıp

egemenleşmedi mi?


Doğa/orman korumacı duyarlılık ve eylemlerin söz konusu dönüştürümü neden engelleyemediği soru-

suna gelince... Bence bu sorunun da nedeni çok açık: Bu duyarlık ve eylemler içinde bulunan kişi ya


da kuruluşların, sıkça söylediğim gibi, çoğu durumda “tek ağaca bakmaktan ormanı görememeleri”,


görebilenlerin ise çoğunlukla popülist söylem ve eylemlerle yetinmeleri; kısacası, “işin kolayına kaçma-

larıdır”! Onların çoğunluğunu “dana pirzolası yemekten vaz geçmeyip de danaların kesilmesine karşı


çıkanlara” benzetiyorum Anlayamıyorum: Onca özverili uğraşılara karşın çoğunlukla alınabilen -ya

da alınamayan- sonuçlar bu kişi ya da kuruluşlarda neden yaklaşım, tutum değişikliğine yol açmıyor

acaba?

• Hukuksal düzenlemeleri tartışmak...


“Çok zor bir zanaat” bence... Bir kez, neredeyse özel bir dilsel alandır hukuk. Öyle ki, bu alanla gerek-

tiğince tanışık olmayan birisi kolaylıkla “sapla samanı karıştırabiliyor”. Açık söyleyeyim, böylesi yanılgı-

lara ben de çokça düşebiliyorum; oysa çok da özen gösteriyorum. Bu yanılgıların, yabancıl dil kökenli


sözcüklerin çokluğunun yanı sıra hukuksal düzenlemelerin yazımında Türkçemizin en yalın kurallarına


bile uyulmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle son yıllarda yapılan hukuksal düzenleme-

lerin noktalama yanlışlıkları bile o denli çok ki, anlam kaymaları kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla da bitmez


tükenmez tartışmalarla, başta zaman ve enerji olmak üzere akıl almaz boyutta kaynak harcanıyor.


3


Öte yandan, böylesi yanılgılara yol açan nedenlerin bir başkası ise hukuksal düzenlemelerin neredey-

se göksel bir varlık tarafından “bir gece ansızın” gündeme getirildiği, yansız ya da nesnel olduğu sanı-

sıdır. Oysa çok açık ve tarihsel olarak da kanıtlanmıştır: Hukuksal düzenlemeler;


✓ egemen üretim biçiminin bir gereği olarak, egemen sınıfların doğrudan ya da dolaylı, üstü ör-

tük ya da açık istemleriyle gündeme getiriliyor, gerektiğinde de gerektiği gibi değiştiriliyor;


✓ dolayısıyla da yansız ya da nesnel değildir, çoğunlukla da olmamıştır !


Bu nedenlerle, hukuksal düzenlemeler ya da yapılan değişiklikler tartışılırken gündeme getirildiği dö-

nemlerdeki


✓ sınıfsal ilişkilerin niteliği ile

✓ ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarının gözden kaçırılmaması


göz önünde bulundurulması yöntemsel bir zorunluluktur. Ancak, çoğunlukla, bu zorunluluk yerine geti-

rilmiyor. Getirilmediği içindir ki getirilen öneriler temelsiz oluyor; benzetme yerindeyse “buz üzerine


yazılmışçasına” çok daha kısa sürede siliniyor. İlginçtir bu tutum, yol açtığı onca yanılgıya ve olumsuz-

luğa karşın şimdilerde de yaygın olarak sürdürülüyor. Oysa, Albert Einstein mi ya da Mark Twain mi,


kim söylediyse artık, bilmiyorum: “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” Bu

tutumun sonuçları ise ortada: 6831 sayılı Orman Kanunu’nda* otuzu 2003-Mart 2023 döneminde olmak

üzere yapılan tam kırkbeş değişiklik, dolayısıyla “ormanlarımız” ile ormancılığımızın içinde bulunduğu

durum... Söz konusu tutum, bir bakıma “aptal puma belirtisi” değil midir sizce?

• Siyasal iktidarın akılalmaz bir “icadı”: “Torba yasalar”...

Siyasal iktidar TBMM’siz yasa yapmanın ya da değiştirmenin çok kolay bir yolunu bulmuştur: Deyim


yerindeyse, “bir gece ansızın” gündeme getirdiği “torbalanmış yasa” önerileri ! Birbirleriyle ilgilisi olma-

yan çok sayıda yasa değişikliği önerisini bir “torbaya atarak” milletvekillerinin imzasıyla TBMM’ye su-

nuyor. TBMM’deki ilgili komisyonlar ile genel kuruldaki muhalefet milletve-

killeri ne derse desin, sayısal çoğunluğuna dayanarak hemen hemen hiç


değişiklik yapmadan da yasalaştırıyor. Böylece milletvekilleri, deyim yerin-

deyse, “ağızlarıyla kuş tutabilecek” denli becerili olsa bile yasama görevle-

rini gerektiğince yapamıyor. Bu, kimin işe yarıyor sizce? Bence TBMM’nin


yoksanmasına ya da işlevsizleştirilmesine; dolayısıyla siyasal iktidarın

“ben yaparım, olur...” pervasızlığına! Ülkemizde “milletin iradesinin” tek


adam ile onun “kapıkullarına” bu denli kolay teslim edilmiş olmasına mı yanayım bu sürecin geniş an-

lamda kamuya verdiği zararlara mı?


Uygulamanın son örneği, birbiriyle ilişkisiz on yasada değişikliği öneren ve çoğunluğu siyasal iktidar-

dan 203 milletvekilinin imzasıyla TBMM’ye sunulan Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik


Yapılmasına Dair Kanun Teklifi idi. İnanıyorum ki milletvekilleri her zaman yaptıkları (!) gibi bu “torba-

lanmış” yasa önerisini da ayrıntılı olarak incelemiş, gereksinme duydukları uzman kişiler ile ilgili meslek


örgütlerine danışarak gerektiğince bilgilendikten sonra imzalamıştır . İlginçtir siyasal iktidarın bu

“uyanıklığı” da kanıksandı artık. Bu “torbayla”

✓ 6831 sayılı Orman Kanunu,

✓ 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanun,

✓ 5488 sayılı Tarım Kanunu,

✓ 6132 sayılı At Yarışları Hakkında Kanun,

✓ 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun,

✓ 3402 sayılı Kadastro Kanunu,

✓ 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu,

✓ 5648 sayılı Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Hizmetleri Hakkında Kanun ile


✓ 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırla-

rı Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkın-

da Kanun’unun


* 6831 sayılı Orman Kanunu’nu bundan sonra yalnız “6831 sayılı yasa” olarak anacağım.

7442 sayılı Yasa

6831 6292

3

1

5488 3402

3 2


5403


4


çeşitli maddelerinde çok sayıda değişik yapılması “önerilmişti”. TBMM’de, tam da deprem yıkımlarının


gündemde olduğu günlerde yapılan “gündem dışı” konuşmalar, onlarca önergeyle ilgili tartışmalar, mil-

letvekillerinin birbirlerine sataşmaları ve yanıtları arasında gerçekleşen görüşmelerin şu trafiğine bakar


mısınız:

Yasa önerisinin TBMM’ye sunulması: 1 Mart 2023

Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’na gönderilmesi: 2 Mart 2023

Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda görüşmeler: 8-9 Mart 2023

TBMM’de görüşmeler: 20-23 Mart 2023 !


Nedense depremlerin yol açtığı büyük yıkımlar ile siyasal iktidarın akıl almaz beceriksizlik ve aymazlık-

ları –gerçekten de “beceriksizlik” ve “aymazlık” mı acaba?- karşısında yoğun toplumsal tepkiler yaşanırken


gündeme getirilen yasa önerisi, 277 “kabul” ve 33 “ret” oyuyla benimsenmiş, Cumhurbaşkanı tara-

fından onaylanarak 5 Nisan 2023 günü yürürlüğe girmiştir.


TBMM Komisyonları ile Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeleri inceleyince hem çok şaşırdım hem de

çok kızdım: Çünkü

✓ görüşmelere katılım yine çok düşük olmuş*

,


✓ bilgi içeriği son derece zayıf tartışmalar yine ağırlıkla “orman” ya da “orman köylüsü popülizmi”

düzeyinde kalmış;

✓ 6831 sayılı yasadaki orman ekosistemlerine onarılmaz zarar verebilen, “devlet ormanı” sayılan

yerleri “yol geçen hanına” dönüştüren, ormancılık düzeninin çöktürülmesine dayanak olan

maddelerine herhangi bir gönderme yapılmamış;

✓ muhalefet partilerinin eleştiri ve önerileri hiç dikkate alınmamış;


✓ görüşmeler sırasında iktidar ile destekçisi partilerden milletvekillerinin çok azı tartışmalara kat-

kıda bulunmuş;


✓ özellikle tarım ve kırsal sorunlarla ilgili 5488, 3402, 540 ile 5648 sayılı yasalarda yapılacak de-

ğişiklikler hemen hemen hiç tartışılmamış;


✓ Tarım ve Orman Bakanı ise “zahmet edip” de görüşmelere katılmamıştır.

Peki; 7442 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinin gerek öncesinde gerekse sonrasında en duyarlı olması


beklenen kişiler ile kuruluşların sergiledikleri sessizliğe, tepkisizliğe ne demeli?** Yahu -bağışlayın lüt-

fen!- iyiden iyiye çöktürülen iki kesimde, tarım ve ormancılıkta yaşamsal önemde değişikliklere yol aça-

bilecek bu yasanın tarım, ormancılık, doğa korumacılığı vb alanlarının hiç olmazsa duyarlı kesimlerinde


çok daha kapsamlı tartışılması gerekmez miydi? Delirmek bir yana, “çıldırmama az kaldı” artık ...

• 6831 sayılı Orman Kanunu’nu ve yapılan değişiklikler nasıl tartışılmalı?


“... yapılan çok sayıda ilave değişiklikler nedeniyle

yasalardaki bütünlük kaybolmuştur.”


(Türkiye Ulusal Ormancılık Programı 2004-2023)

Bu bağlamda önce şunları anımsatmama izin verin lütfen: Doğal süreçler, ortamlar ile varlıkların temel


özelliklerinden birisi oluşumları için emek ve sermaye harcanmamış olmasıdır. Böyleyken egemen bi-

reyler, sonra da sınıflar egemenliklerini, önce bunlardan yararlanmayı tekellerine alarak, çok daha son-

ralarıysa mülk edinerek oluşturmuştur. Bu süreç giderek karmaşıklaşmış, yanı sıra, kurumsallaşmış;


“özel mülkiyetin kutsallığı” söylemi altında günümüzdeki yaygın toplumsal, ekonomik ve kültürel yapılar

ile ilişkilere yol açmıştır. Öyle ki, böylesi ilişkiler içinde doğal süreç, ortam ve varlıklar üzerinde de özel

* Komisyondaki görüşmelere Tarım ve Orman Bakanı Yardımcısı, Orman Genel Müdürü ile OGM Kadastro ve


Mülkiyet Dairesi Başkanı vb “memurlar”, TMMOB Orman Mühendisleri Odası Genel Başkanı ile SS Türkiye Or-

mancılık Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Müdürü de katılmıştır.


**Örneğin TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın web sitesini taradım. Hiçbir açıklama bulamayınca bir yazıyla

başvurup “ne düşünüyorsunuz” diye sordum ancak hiçbir yanıt alamadım. Türkiye Ormancılar Derneği’nin ise


yasalaşmadan sonra (25 Nisan 2023) herhangi bir açıklaması olmadı. OMO’nun da bolca ihale duyurusu yapı-

lan web sitesinde herhangi bir bilgiye, açıklamaya yer verilmedi.


5


mülkiyetin bir hak olarak görülmesi olağanlaşmıştır. Böyle bir şey; doğal süreç, ortam ve varlıklar üze-

rinde özel mülkiyet olabilir mi, olmalı mı? Bu soruya olumlu yanıt verebileceklerin toprakların, doğal


olarak oluşmuş orman ekosistemlerinin, bozkırların, akarsuların, göller ve denizlerin, şimdilik kimsenin

aklına pek gelmiyor ama evrenin -yalnızca gezegenimizin değil !- korunması gereğinden söz etmesi bana

pek de içtenlikli gelmiyor doğrusu. Sözgelimi, iklimsel değişikliklere ilişkin, deyim yerindeyse “ne şiş ne

de kebap yansın” benzeri tutumlar size anlamlı geliyor mu? Şu gerçek artık görülmeli; görülmesiyle de

yetinilmemeli aşılmasına yönelik daha etkin çabalara girilmelidir:


Kapitalizm insanları emeğinin ürününün yanı sıra doğal süreçler, ortamlar ile varlıklara da ya-

bancılaştırmıştır!


Doğa korumacı duyarlılıklar ile çabaların varlığı ve günümüzde ulaştığı yaygınlık düzeyi sizi yanıltma-

sın: Bu yabancılaşma, insanın benliğine öylesine içselleşmiştir ki izlerini –“kalıntılarını”?- böylesi çaba-

lar sırasında sergilenen yaklaşımlarda, söylemler ile eylemlerde bile görebiliyoruz. Dolayısıyla egemen


sınıflar da emeğin yanı sıra araziler ile doğal süreçler, ortamlar ile varlıkların metalaştırılmasına yönelik

çabalarını her koşulda sürdürebilmiş; doğrusu, bu doğrultuda önemli “kazanımlar” elde edebilmiştir.

Egemen sınıfların bu “başarısında” görece en önemli aracı ise hukuksal düzenlemeler olmuştur. Şimdi

aşağıda dikkatinize sunduğum Çizelge 1’e “alıcı gözle” bakmanızı öneriyorum:

Çizelge 1: Doğa, Arazi Temelli Etkinliklerle İlgili Yasaların Başlıcalarında Yapılan Değişikliklerin Sayısı


Gördüğünüz gibi, egemen sınıfların ülkemizde de arazi, doğa temelli etkinlik alanlarında amaçlarına


uygun hukuksal çok sayıda hukuksal düzenleme yapılmasını, gerekli gördüğü durumlarda sıkça değişti-

rilmesini sağlayabilmiştir.


Çizelge 1’deki görünüm, ayrık –“istisna- sayılabilecek durumlar dışında temelde, egemen üretim ilişkile-

rinin bir sonucudur.* Ormancılığımızda, dolayısıyla “ormanlarımızda” yaşanan olumsuzlukların neden-

lerinin de temelde bu gerçeklik göz ardı edilmeden sorgulanması gerekiyor. Böylesi sonuçları yalnızca


siyasal iktidarların, somut olarak da ilgili bakanların yahut ilgili kurum ve kuruluş yöneticilerin becerik-

sizlikleriyle -“ehliyetsizlikleriyle”- ya da aymazlıklarıyla açıklanması, yaşamsal önemde yanılsamalara


yol açıyor. Günümüzde özellikle kamusal alanda sürekli biçimde yaşanan onca olumsuzluğa karşın bu

yanılsamaların sürdürülmesini, üstelik de bu denli yaygın olmasını anlayamıyor ve açıklayamıyorum

doğrusu.

Öte yandan, tüm ekosistemleri gibi orman ekosistemleri de


✓ olası getirileri ile götürüleri kişilere ya da kuruluşlara özgülenemeyecek, özgülenmemesi gere-

ken, “geniş anlamda kamusal”;


✓ uzunca bir zamandır ekonomik, dolayısıyla değişim değerinin, çok daha yakın zamanlardaysa

ekolojik işlevlerinin de ayırdına varılmış olmasına karşın daha çok ekonomik getirili “kaynak”

olarak değerlendirilen, bundan sonra da uzunca bir zaman yine böyle değerlendirilecek olan;


* Umarım ukalalık saymazsınız: Marx onlarca yıl önce şunu da söylemişti: “Varlıklarının toplumsal üretiminde, in-

sanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi


üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını,

belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli


oluşturur.” (Kaynak: Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, (Çeviren Sevim Belli), Sol Yayınları, 1979 An-

kara, sayfa 24) Yasalar Toplam 2003-2023


6831 Sayılı Orman Kanunu (1956) 45 30

2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu (1983) 20 18

2872 sayılı Çevre Kanunu (1983) 16 9

2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu (1983) 8 7

3621 Sayılı Kıyı Kanunu (1990) 14 13

4342 Sayılı Mera Kanunu (1998) 23 21

5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı

Kullanımına İlişkin Kanun (2005) 15 15

5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi İyileştirme Kanunu (2005 9 9

5488 Sayılı Tarım Kanunu (2006) 7 7

6292 Sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine

Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile

Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun (2012)


12 12

TOPLAM 169 141


6


✓ yönetimiyle ilgili etkinliklerin uzun dönemli ve bütüncül olarak tasarlanması, planlanması ve yürü-

tülmesi; bu amaçla, ilgili hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin sıkça değiştirilmemesi gereken


oluşumlardır –“varlıklardır”?-. Ama egemen sınıflar, dolayısıyla siyasal iktidarlar günümüzde de orman


ekosistemlerini daha çok ekonomik getirili “kaynak” olarak değerlendirmeye çabalamıştır. Kimbilir ka-

çıncı kezdir yineliyorum ve şimdi bir kez daha söylüyorum: 6831 sayılı yasanın da çıkarılış amacı ile


sonraki yıllar yapılan değişikliklerin bu gerçekler göz önünde bulundurularak tartışılması; genel olarak

doğa, özel olarak da “orman popülizmden” kurtulmak gerekiyor. Çizelge 2/a ile Çizelge 2/b’yi özellikle

bu gereği yerine getirmek için içtenlikle uğraş verenlerin bilgisine sunuyorum:


Çizelge 2/a: 6831 Sayılı Yasada 1956-2002 Döneminde Yapılan Değişiklikler


Gördüğünüz gibi, 6831 sayılı yasada özellikle 1983 yılında çıkarılan 2896 sayılı yasayla yapılan deği-

şikliklerle


✓ tam 59 maddesi yeniden düzenlenmiş, birer de ek ve geçici madde getirilmiştir;


✓ 2. maddesi,1982 Anayasasının 169 ile 170. maddeleri uyarınca hukuksal olarak “orman” sayıl-

mayabilecek yerlerin kapsamını daha da genişletecek biçimde değiştirilmiştir;


✓ 17. maddesi uyarınca “devlet ormanı” sayılan yerlerden, başta turizm olmak üzere ormancılık

dışı amaçlarla yararlanma izinlerinin kapsamı genişletilmiştir!


✓ “sınırları içinde verimli orman” bulunması koşulu getirilerek “orman köylüsü” sayılanlara sağla-

dığı kimi haklar kısıtlanmıştır!


Bu değişiklikleri sizce dönemin ormancılığındaki “liyakatsiz kadrolar” mı yaptı? Bu soruya yanıt verirken

1980’li yılların özellikle ilk yarısında ülkemizde yaşanan baskıcı siyasal ve ekonomik koşullarını, yanı

sıra, dönemin DPT Müsteşarı Turgut Özal’ın yönetiminde uygulanan IMF destekli ünlü “24 Ocak 1980

İstikrar Programı” uygulamalarını anımsamanızı öneririm.

Şimdi bir de 2003-2023 döneminde yapılan değişikliklere bakalım:


7


Çizelge 2/b: 6831 Sayılı Yasada 2003-Nisan 2023 Döneminde Yapılan Değişiklikler


2003- Nisan 2023 DÖNEMİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

Değiştiren

Kanunun,

KHK’nin

Numarası


Değiştirilen Maddeler Yürürlüğe

Giriş Tarihi

16) 4915 1) 77. madde 11.07.2003

17) 4999 2) 1/H, 2, 7, 9, 10, 11, 12, 27, 41, 42, 58, 100 ile 116.


maddeler; +Ek Madde 7, +Ek Madde 8 18.11.2003

18) 5177 3) 16. madde 05.06.2004

19) 5192 4) 17, 71 ile 108. Maddeler; Ek Madde 8 ve

İşlenemeyen Hüküm Geçici Madde 1


03.07.2004

20) 5218 5) 110. madde 21.07.2004

21) 5728


6) 70, 77, 78, 79, 80, 83, 84, 85, 88, 91, 92, 93, 94,

95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105,

106, 107, 108, 109,110, 111/a, 112, 113, 114 ile

116. Maddeler; Ek madde 7


23.01.2008

22) 5801 7) +Ek Madde 9 13.08.2008

23) 5831 8) 7, 9 ile 45. maddeler; +Ek Madde 10 27.01.2009

24) 5995 9) 16. madde 24.06.2010

25) 6001 10) 17. Madde; Ek Madde 9, +Ek Madde 11 ve


+Geçici Madde 8 13.07.2010

26) 6111 11) 19, +Ek Madde 12 25.02.2011

27) 6217 12) 91, İşlenemeyen Hüküm 14.04.2011

28) KHK/657 13) 7. Madde 02.11.2011

29) KHK/666 14) 12 ile 71. maddeler 31.12.2011

30) 6292 15) 7, 8, 9, 10, 11, 12 ile 17. maddeler; Ek Madde 9, 26.04.2012

31) 6306 16) +Ek Madde 13 31/05/2012

32) 6444 17) +Ek Madde 11 15.03.2013

33) 6462 18) 71. madde 03.05.2013

Anayasa Mahkemesi 22/5/2013 tarihli, E: 2012/108, K: 2013/64 sayılı Kararı

Anayasa Mahkemesi 27/12/2012 tarihli, E: 2011/139, K: 2012/205 sayılı Kararı

34) 6527 19) 31 ile 32. Maddeler; Ek Madde 9 01.03.2014

35) 6552 20) 11+Ek Madde 14 11.09.2014

36) 6745 21) +Geçici Madde 10, +Geçici Madde 11 07.09.2016

37) KHK/694 22) 17. madde 25.08.2017

38) 7078 23) 17. madde 08.03.2018

39) 7139


24) 7, 9, 18, 30, 40, 69, 70, 72 ile 73. maddeler;

Ek Madde 5, +Ek Madde 15, +Ek Madde 16,

+Ek Madde 17


28.04.2018


40) KHK/700 25) 3, 13, 17, 24, 28, 35, 68 ile 77. maddeler;


Ek Madde 16


09.07/2018

41) 7201 26) Ek Madde 8 ile Ek Madde 16; +Geçici Madde 12 24.12.2019

42) 7255 27) 1, 18, 94, 116 ile Ek Madde 9 28.11.2020

43) 7333 28) 17 28.7. 2021

44) 7346 29) 18 25/12/2021

45) 7442


30) 4, 16, 17, 27, 31, 33, 34, 41, 42, 54, 71, 75, 89, 94,

97, 100, 105, 109, 110, Ek Madde 6,

+Ek Madde 18, +Ek Madde 19, +Ek Madde 20,

+Geçici Madde 13


5/4/2023


21 yılda toplam 30 değişiklik ! (Yıllık Ortalama Değişiklik: 30/21 = 1,429)


İki Anayasa Mahkemesi İptal Kararı var !


8


Çizelge 2/a ile Çizelge 2/b’yi topluca değerlendirildiğindeyse ortaya şöyle bir görünüm çıkıyor:


Bu noktada yasanın özellikle en çok değiştirilen üç maddesine dikkat etmenize öneririm. Anımsaya-

caksınız; 6831 sayılı yasanın


16. maddesi

“Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile madencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol,

enerji, su, haberleşme ve altyapı tesislerine...”;

17. maddesi

“Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, hava ayrıştırma, altyapı, katı atık

bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların;

Devlete ait sağlık, eğitim, adli hizmet ve spor tesisleri ile ceza infaz kurumlarının ve bunlarla ilgili her

türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret

olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde ...” ile

18. maddesi ise

“Devlet ormanlarında; arkeolojik kazı ve restorasyon yapılmasına ve bu alanların kullanımına, tarihi

eserlerin restorasyonu ve korunması için gerekli tesislere, odun kömürü, terebentin, katran, sakız gibi

işletilmesinde ağaç kullanılan ocakların açılmasına, orman içi su kaynakları kullanılarak balık üretim


yerleri kurulmasına ve göl, baraj ve deniz yüzeyinde yapılan balık, midye ve istiridye üretimi için ka-

rada yapılması mecburi tesislere ve yeraltında depolama alanı kurulmasına; bozuk orman alanlarında


orman bitkisi fidanlıkları kurulmasına, mantar ve tıbbi aromatik bitki yetiştiriciliğine, orman alanlarından

üretilen odun dışı ürünlerin mamul ya da yarı mamul olarak işlenmesi amacıyla tesis kurulmasına...”

izin verilmesine ilişkin kurallar içeriyor. Bunlara, başta Ek Madde 11, Ek Madde 12 ile Ek Madde 16

olmak üzere 6831 sayılı yasaya getirilen 15 ek maddenin eklenmesini gerekiyor. Bu düzenlemelerin

ülkemizde özellikle son yirmibir yılda, başta inşaat olmak üzere izlenen arazi temelli ekonomik gelişme

politikalarının egemen olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiş olması rastlantı mıdır sizce? Yahut şöyle

sorayım: Çizelge 2/a ile Çizelge 2/b’de sergilenen görünümlere karşın aklınıza hâlâ, sözgelimi,


6831 sayılı yasada 115’i 1956-2002 (47 yıl !) ve 113’ü 2003-2023 (21 yıl !)

döneminde olmak üzere toplam 228 madde değişikliği yapılmıştır !

Madde değişikliği katsayısı 1956-2002 döneminde 2,447 iken

2003-2023 döneminde 5,381 olmuştur (2,2 kat daha fazla !)

2003-2023 dönemindeki 21 yılda toplam 30 değişiklik yapılmıştır !


(Yıllık Ortalama Değişiklik: 30/21 = 1,429)

Üç de Anayasa Mahkemesi iptal kararı var !

1956-2023 dönemindeki yıllık ortalama değişiklik: 45/66 = 0,682

1956-2002 dönemindeki yıllık ortalama değişiklik: 15/47 = 0,349

2003-2023 dönemindeki yıllık ortalama değişiklik: 30/21 = 1,429

2003-2023 dönemindeki Yıllık Ortalama Değişiklik;

1956-2002 dönemindekinin 4,48 katı !

1956-2023 dönemindekinin 2,095 katı !

Toplam 20 Ek Maddenin 15’i 13 geçici maddenin de 6'sı


2002’den sonra getirilmiştir !

Yapılan değişiklikler kapsamında;

16. madde 3

17. madde 8

18. madde 3

kez değiştirilmiştir !


5 Nisan 2023 günü yürürlükte olan 6831 sayılı yasa 1973-2023 döneminde değişik

yıllarda çıkarılmış tam 26 yasadan oluşuyor ! Bu yasaları 19’u 2003-2023


döneminde çıkarılmıştır.


9


“- Siyasal iktidarları 6831 sayılı yasayla ne derdi var?” ya da

“- Bu değişiklikler de yine “liyakatsiz kadroların işi” mi?

vb anlamsız sorular gelmiyordur umarım.

Kısacası, demem o ki;

✓ 6831 sayılı yasada yapılan değişikliklerin temel nedenlerinden birisi uzun yıllar “orman köylüsü

popülizmi” olmuş, son yirmibir yıldaysa bu yönelime bir de başta inşaat, turizm, madencilik,

enerji olmak üzere arazi temelli yatırım politikaları eklenmiş; bu yönelim giderek başat duruma

gelmiştir.


✓ 6831 sayılı yasa yapılan onlarca değişiklik ve eklemelerle artık bütüncül bir “orman kanunu” ol-

maktan çıkarılmıştır.


6831 sayılı yasada bitmez tükenmez değişiklikler, temel nedenleri göz önünde bulundurmadan tartı-

şılması, deyim yerindeyse “işin kolayına kaçmaktır”, “havanda su dövmektir”, yasak savmadır”!


• Yasak savmak mı isteniyor acaba?*


Bu bağlamda OMO’dan (TMMOB Orman Mühendisleri Odası) söz edemiyorum ne yazık ki: Anayasa-

nın 135. Maddesinde sözü edilen “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu” özelliğini büyük ölçüde


yitirmiş, ormancılık alanında “uzmanlık eğitimleri” verdiğini öne süren bir tür “dershaneye” dönüşmüştür

çünkü. 1924 yılında kurulmuş, 1951 yılından bu yana “kamu yararına çalışan cemiyet” olarak etkinlikte

bulunan TOD (Türkiye Ormancılar Derneği) ise daha çok ormancı teknokratların üyesi olabildikleri bir

“meslektaş” örgütüdür. Geçmişte “ormanlarımıza” ve ormancılığımıza sahip çıkmak amacıyla görkemli


savaşımlar verebilmiş, bu süreçte siyasal iktidarların baskılarını göğüsleyebilmiş TOD 6831 sayılı Or-

man Kanunu’nu değiştirecek “son” yasa önerisi karşısında da duyarsız kalmamıştır. Ne var ki, TOD,


yasa önerisi gündeme geldiği günlerde önerinin gerekçesinden hareketle yaptığı basın açıklamasında

nasıl oluyor da şu görüşleri öne sürebilmiştir**:


“...Bu tespitlerin, ormanlarımızın geleceğine yönelik tedbirlerin alınacağını -en azından iyimser bir baş-

langıç olabileceğini- düşünmek isterken; teklifin bütününe baktığımızda, çok ciddi tutarsızlıkların olduğu-

nu görmek, bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır.”


“...izin irtifak konusunda; tahsisteki kamu yararının, zorunluluk ve önceliklerin neler olduğu çok net ve an-

laşılır kriterlerle ortaya konulmalı ve ciddi kısıtlamalar getirileceği kamuoyuna açıklanmalıdır.”


İyi de, uzman bir kuruluşun bugüne değin yaptıkları ile hiç yahut gerektiğince yapmadıkları ortada olan

bir siyasal iktidara bu türden soyut göndermeler yapmak yerine “ortaya konulması” beklenen

“...izin irtifak konusunda; tahsisteki kamu yararının, zorunluluk ve öncelikler...”

ile “kamuoyuna açıklanması” istenen

“...çok net ve anlaşılır kriterler(in)”

neler olabileceğine ilişkin somut öneriler getirmesi gerekmez miydi?

Öte yandan, TOD’un aynı açıklamasında, siyasal iktidarın yasa önerisinin 6831 sayılı yasanın 17.

Maddesinin değiştirilmesine ilişkin 11. maddesin gerekçesi bile bakın nasıl değerlendirilmiştir; olduğu

gibi aktarıyorum:


*Bu bağlamda böylesine “derin” konularla pek de ilgilenmeyen çevre, doğa, orman korumacısı kişi ve kuruluş-

lara ise en azından şimdilik “dokunmak” istemiyorum.


**TOD, “1 Mart 2023 Tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekilleri Tarafından Türkiye Büyük Millet Mecli-

si’ne Sunulan “Tarım Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Hakkında Ba-

sın Açıklaması”, https://ormancilardernegi.org/HaberDetay?Id=158&t=1; 17 Mart 2023, Erişim 1 Nisan 2023)


Ayrıca TOD’un yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği Bilim Kurulu Üyesi ve ormancılık politikaları uzmanı Prof.


Dr. Erdoğan Atmış, (“Prof. Dr. Atmış Orman Kanununu Eleştirdi”, https://www.korfezgazete.com/prof-dr-atmis-

orman-kanununu-elestirdi/, 27 Mart 2023), İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi


Prof.Dr. Doğanay Tolunay, “Özel ormanları imara açacaklar”, https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/ozel-

ormanlari-imara-acacaklar-2068620, 6 Nisan 2023). Ancak, bu değerlendirmelerde ülkemizde, özellikle de or-

mancılığımızda pek yaygın olan yaklaşım korunmuş; yine yapılan düzenlemelerin yol açabileceği olumsuzluklar,


yapılması gerekenlerle ilişkilendirilerek tartışılmamıştır.


10


“Teklifin 11’insi maddesine ait gerekçede; “Ormanların kanun dışı müdahalelerden korunması için sınır-

ları kesinleşmiş orman alanlarında devam eden her türlü bina ve tesis inşaatlarının suç tutanağı düzen-

lenmesi aşamasında durdurulamaması veya yıkılamaması sonucu inşaatlara devam edilmesi ne-

deniyle kovuşturma sonucunda verilecek kararların infazı güçleşmekte, halk ile zaman zaman karşı


karşıya gelinmektedir.” denilmektedir. Burada son 21 yıldır orman alanlarımızda yapılagelen bilinçli

yanlışların sonucu açık bir şekilde itiraf edilmektedir.”

Açıklamada “Burada son 21 yıldır orman alanlarımızda yapılagelen bilinçli yanlışların sonucu açık bir şekilde

itiraf edilmektedir.” derken sorulması da gerekmiyor muydu:


“...orman alanlarında devam eden her türlü bina ve tesis inşaatlarının suç tutanağı düzenlenmesi aşa-

masında...”


neden “durdurulamıyor” ya da “yıkılamıyor”? Ayrıca, “bilinçli yanlış” ne demektir; çok daha önemlisi, bu

söylem siyasal iktidarın yaptıklarını yanlışlıkla –“sehven yanlışlık” - yaptığı anlamına da gelmiyor mu?

Ek olarak, nasıl oluyor da

“... inşaatlara devam...”

edilebiliyor? Sonra,

“... kovuşturma sonucunda verilecek kararların infazı...”


“güçse” (!), bu “güçlüğün” nereden kaynaklandığının, yanı sıra, aşılması için gereğinin neden yapıla-

madığının da sorulması ya da sorgulanması gerekmiyor muydu?


Kaldı ki; ki sormak, sorgulamak da yeterli değildir bence; TOD gerek yasa önerisi TBMM’de görüşülür-

ken de bu doğrultuda kamuoyunu uyarma çabasına girmesi gerekirdi. Ancak, TOD ne yasa önerisi


TBMM’de görüşülürken ne de yasa yürürlüğe girdikten sonra böyle bir çabaya girmiştir.


Bu soruları salt TOD’u eleştirmek için söylemiyorum kuşkusuz; derdim, bir alan uzmanı, üstelik de gö-

nüllü bir kuruluşun açıklamasına egemen olan yaklaşım biçimidir. Ne yazık ki böylesi yaklaşımlar yal-

nızca TOD’da değil çoğu meslek örgütü, sendika, gönüllü kişi ile kuruluş arasında da son derece yay-

gındır: Olumsuzlanan bir gelişme gündeme geldiğinde basın açıklaması yap, gerekirse söyleşi, açık


oturum vb bir etkinlik düzenle, sonra; sonrası yok !

Anlayamıyorum: Özellikle kamusal alanlardaki olumsuzlukların önlenmesi ve çözümlenmesine yönelik

çabalar sırasında “tek ağacın yanı sıra ormanı da görmemekte”, yanı sıra, göstermelik sayılabilecek

etkinliklerle yetinmekte neden bu denli ısrar ediliyor ki?

• 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı Orman Kanunu’na “tüy dikilmiştir!”


“... Orman Kanunu'ndaki değişiklikler ile orman köylülerimiz ve vatandaşla-

rımız için pek çok sorun çözüme kavuşturulmuş, bununla birlikte ormanla-

rımız ve ormancılığımız için de önemli kazanımlar elde edilmiştir.”


(OGM, “Orman Kanunu Resmi Gazete’de”,


https://www.ogm.gov.tr/tr/haberler/orman-kanunu-

resmi-gazete’de 1, 15 Nisan 2023


7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın 20 maddesi değiştirildi; 3 ek madde ve 1 geçici madde getiril-

di*


. Görünüşe bakılırsa yasa önerisi ve gerekçeleri tümüyle OGM tarafından hazırlanmış. Yasa öneri-

sinde kimi ormancılık işlemlerinin daha etkin yapılabilmesi, bu kapsamda başta orman yangınlarının ve


zararların en aza indirilmesi olmak üzere “orman koruma” önlemlerinin pekiştirilmesi vb ilk bakışta

olumlanabilecek değişikliklerin yapılması hedeflenmiş sanki. Ancak anlaşılan OGM yöneticilerinin

✓ 2019 yılında Ege ile 2021 yılında Akdeniz Bölgesi’nde çıkan ve son 80 yılda görülmedik denli


büyük yıkımlara yol açan orman yangınlarını söndürmekte sergiledikleri “asrın başarısızlığın-

dan” gereken dersleri çıkaramamış;


✓ özellikle 6831 sayılı yasanın ormancılığımızda, dolayısıyla “ormanlarımızda” yol açtığı yıkımları

önlemek ve onarmak gibi bir “dertleri” olmamış.;


✓ genel seçimlerde siyasal iktidarın, daha doğru bir söyleyişle Cumhurbaşkanı adayının “şirinliği-

nin” artırılmasına katkıda bulunulması amaçlanmıştır.


*14, 16, 17, 27, 41, 31, 33, 34, 42, 54, 71, 75, 89, 94, 97, 100, 105, 109, 110, Ek Madde 6, Ek Madde 18, Ek

Madde 19, Ek Madde 20, Geçici Madde 13. Bunlardan 31, 33 ile 34. maddelerdeki değişikliklerin uygulanması

ise 5 Ekim 2023 tarihinden sonrasına bırakıldı. Nedeni açıklanmamıştır.


11


OGM’nin web sitesinde 5 Nisan 2023 günü yer verilen şu görselin altında yapılan açıklamalar böyle


olasılıkları da akla getiriyor çünkü.* Açıklamada yapılan değerlendirmeler şu başlıklar altında sunul-

muş; olduğu gibi aktarıyorum:


ORMAN KÖYLÜMÜZE DESTEK

Sigortalı Olma Teşviki

Ormanlarımızın bakımında** çalışan köylülerimizden

sigortalı olanlara ek ödeme yapılacak.

Ucuz yakacak odun ve kereste**


Orman köylümüz yakacak odunlarını ve ihtiyaç duy-

dukları keresteyi %70 daha ucuza alacak.


Mülkiyet sorunlarının çözümü

Kadastro ile 2/B çalışmaları eş zamanlı ve tek elden

yapılacak. Ayrıca pek çok kadastro problemi çözüme

kavuşturulacak.

Üretimden pay verilmesi


Ormanlarımızda üretilen emvalin satışından elde edi-

len kârın %10'u çalışan orman köylümüze verilecek.


Şehitlik

Orman yangınları ile mücadele sırasında hayatını kaybeden Orman Teşkilatı mensupları, kamu

çalışanları ve gönüllüler şehit sayılacak.

ORMANCILIK FAALİYETLERİ DÜZENLEMELERİ

Ormancılık Faaliyetleri kapsamında kanunlaşan içeriklerden bazıları şu şekilde:

Orman yangınları ile mücadele


Fiili olarak 7/24 yürütülen orman yangınları ile mücadele çalışmaları yasal olarak tüm yıla yayı-

lacak. Orman yangınlarına sebep olanlara verilecek cezalar arttırılacak.


Ormancılıkta dijitalleşme

Kesilecek ağaçların belirlenmesinden, nakledilmesine kadar tüm iş ve işlemler dijitalleşecek.

Ormanların daha etkin korunması


Ormanlık alana hafriyat, çöp vb dökmek orman suçu haline gelecek. İşgal neticesinde inşa edi-

len tesisler idare tarafından yıkılabilecek. Ormanda işlenen suçlara anında müdahale edilerek


ormanlarımız daha etkin şekilde korunacak.


Bu vesileyle belirteyim: Ben “başkaları gibi” siyasal iktidardan 6831 sayılı yasadaki, sözgelimi;


✓ “devlet ormanı” sayılan yerlerde, bu kapsamda “devlet ormanları sınırları içindeki to-

hum meşcereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, verimli orman alanları, orman


parkları, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda maden

aranması ve işletilmesi” için izin verilmesi;


✓ “ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, hava ayrıştırma, altyapı, katı atık ber-

taraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların;


devlete ait sağlık, eğitim, adli hizmet ve spor tesisleri ile ceza infaz kurumlarının ve bunlarla il-

gili her türlü yer ve binanın devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılması”;


✓ “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki maki ve “bozuk” –“düşük kapalılıkta- sayılan orman ekosistem-

lerinin özel meyve bahçeleri ile “odun tarlalarına” dönüştürülmesi;


* Görsel ve açıklama: OGM “Orman Kanunu Resmi Gazete’de”, https://www.ogm.gov.tr/tr/haberler/orman-

kanunu-resmi-gazete 1, 5 Nisan 2023, Erişim 7 Nisan 2023.


**Neden “orman ürünleri hasadında” çalışanlar da değil? Sonra, ne “kerestesi” ya? Yapılan düzenlemelerin hiçbir

yerinde “keresteden” söz edilmiyor ki; “yapacak emval”, “kerestelik emval”, “endüstriyel emval”den söz ediliyor.

Özensizliğin, işbilmezliğin “daniskası” bu olsa gerek


12


✓ “devlet ormanı” sayılan yerlerin içinde ve bitişiğinde bulunan yaylalardaki kaçak yapılaşmaların

yasal duruma getirilmesi;


✓ orman kadastrosu çalışmalarını 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca “kadast-

ro ekiplerinin” de yapabilmesi;


✓ kesilebilecek ağaçların dikili durumdayken ihalelerle satılması;


✓ başta orman amenajman planlarının yapımı olmak üzere temel ormancılık çalışmalarının özel-

leştirilmesi


vb uygulamalara dayanak olan kuralları yürürlükten kaldıracak değişiklikler yapmasını beklemiyordum

kuşkusuz. Tamam, pek hayalciyimdir ama o denli de değil... Ayrıca, yapılan açıklamada yer verilen


“...Orman Kanunu’ndaki değişiklikler ile orman köylülerimiz ve vatandaşlarımız için pek çok sorun çö-

züme kavuşturulmuş, bununla birlikte ormanlarımız ve ormancılığımız için de önemli kazanımlar el-

de edilmiştir.”


savını, bağışlayın lütfen, “yiyebilecek” denli saf da sayılmam.


Şimdi 7442 sayılı yasayla, başta 6831 sayılı yasa olmak üzere ilgili yasalarda yapılan değişiklikleri “tar-

tışabiliriz” sanırım.


(1) 6831 sayılı yasanın “Ormanların muhafazası” başlığı altında yer verilen 14. maddesi, “devlet or-

manlarına” -neden yalnızca “devlet ormanlarına”?- zarar verebileceği düşünülen eylemler sayılmıştır.


7442 sayılı yasayla bunlara bir de “F” bendi olarak

“Nakil vasıtaları ile ormanlara yıkıntı veya inşaat artığı atmak” da

eklenmiştir. Bu tam anlamıyla göstermelik düzenleme ile


✓ 6831 sayılı yasanın 16. maddesindeki, ağaçlandırmaya uygun duruma getirilmesi (!) ama-

cıyla da olsa belediyelere, yanı sıra, gerçek ve tüzel kişilere bedeli karşılığında izin verile-

bilmesi,


✓ 126 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2. maddesinin 13. bendindeki “Afet alanların-

dan çıkan yıkıntı atıklarının dökümü çevrenin korunmasına ilişkin önlemler alınmak kaydıyla


ilgili valilikçe belirlenen alanlara...” yapılması yapılır”

kuralları nasıl bağdaştırılabilecek?

(2) 6831 sayılı yasanın 16. maddesindeki “Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile


madencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesisleri...” için izin veri-

lebilecek yerler kapsamına “verimli orman alanları”*


ile “orman parkları” da alındı; sanki daha önce

izin verilmiyormuş gibi... Ne yasanın en son 2010 yılında değiştirilen 16. maddesinde ne de Orman


Kanununun 16 ncı Maddesinin Uygulama Yönetmeliği’nde “verimli/verimsiz orman” ayrımı yapılı-

yordu. Anlaşılıyor ki, 16. Madde ile Yönetmeliğin uygulanması sürecinde namuslu yöneticiler “ve-

rimli orman” sayılan yerlerde madencilik yapılmaması için özen gösteriyor, belki de engellemeye


kalkışıyordu (!) Artık bunu da yapamayacaklar. 7442 sayılı yasayla yapılan değişiklikle “yol” ma-

dencilerin ayaklarına takılabilecek bu türden engellemelerden de tümüyle temizlenmiştir çünkü.


Öte yandan, 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın 16. maddesine göre madencilik etkinliklerine

izin verilebilecek yerler arasında “orman parkları”** da sayılmıştır. OGM’nin genel olarak benim de

*

İlginç mi gülünç mü, bilemedim: Ormancılığımızda uzunca bir zamandır “verimli orman” yerine artık “normal


kapalı orman” terimi kullanılıyor. Başta “orman envanteri” olmak üzere pek çok veri bu ad altında üretilerek ka-

muoyuna sunuluyor.


**Daha önce uzun yıllar “orman içi dinlenme yerleri”, daha sonra “mesire yerleri” olarak anılan yerlere belki de


“fiyakalı” olduğu (!) düşünülen “orman parkı” adı verilmiştir. 2022 yılında yürürlüğe konulan Orman Parkları Yö-

netmeliği’nin 3. maddesine göre “orman parkları” da;


“Devlet ormanlarında, toplumun çeşitli dinlenme, eğlenme ve spor ihtiyaçlarını karşılamak, yurdun güzelliğine katkı

sağlamak ve turistik hareketlere imkân vermek maksadıyla kullanıma ayrılan...”

yerlerdir. Nisan 2023 itibariyle ülkemizde 1842 alan “orman parkı” olarak ayrılmıştır. OGM’nin benzer amaçlarla


bir de “şehir ormanları” uygulaması olduğunu anımsatayım. Ek olarak, böylesi uygulamaların artık “devlet orma-

nı” sayılan yerlerden yararlanmanın ticarileştirilmesine yönelik olduğunu belirteyim


13


olumladığım bu uygulamasıyla en azından ödeme gücü olan yurttaşlarımız söz konusu yerlerden

yararlanabiliyordu. 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın 16. maddesi yapılan değişiklikle bu gibi

yerlerde de madencilik etkinliklerine izin verme uygulaması sürdürülmüştür. “İnsafınız kurusun”;

başka ne söyleyebilirim ki?

(3) 2010 yılında


“Madencilik faaliyetlerinin sona ermesi neticesinde idareye teslim edilen veya terk edilen doğal yapısı bo-

zulmuş orman alanları rehabilite edilir. Rehabilite maksadı ile bu alanların orman yetiştirilmek üzere in-

şaat, yıkıntı ve hafriyat atıkları ile doldurularak ağaçlandırmaya hazır hale getirilmesi için büyükşehir mü-

cavir alanlarında...”


yalnızca “büyükşehir belediyelerine, diğer yerlerde ise il ve ilçe belediyelerine bedeli karşılığında


izin” verme olanağı getirilmişti. İlginçtir, bu düzenlemenin yol açabileceği ekolojik sorunlar da ka-

muoyunda gerektiğince tartışılmamıştı: Oysa madencilik etkinlikleriyle özel yapısal özelliklere sahip


olan orman toprağı tümüyle kaldırılabiliyor. Oluşan çukurların “inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıkları ile


doldurularak ağaçlandırmaya hazır hale getirilebilmesi” olanaksız olmasa da, öncelikle ekolojik ola-

rak son derece güçtür. Bu güçlük taşınacak “inşaat, yıkıntı ve hafriyat atıklarının” fiziksel ve kimya-

sal özelliklerinin yanı sıra “doldurma” işleminin gerektiğince yapılıp yapılmamasına bağlı olarak da-

ha da artıp, olanaksızlığa dönüşebiliyor. Uygulama, artık belediyelere “bedeli karşılığında” izin ve-

rilmesinin yanı sıra “ihale” yöntemiyle de yaptırılabilecek. Bu uygulamanın sonucu ne olabilir; söz-

gelimi, bu düzenleme kayırmacı siyasal iktidarlarca nasıl kullanılabilir sizce? Bence orman ve maki


ekosistemlerimizi parası olan daha çok kirletecektir; başka bir söyleyişle, böylesi alanlarda da “pa-

rası olan düdüğü kafasına göre çalabilecektir.”


Öte yandan, Sayıştay “Orman Genel Müdürlüğü’nün Denetim Raporlarında” sürekli olarak “rehabilitasyon” çalış-

malarının gerektiğince yapılmadığını belirtiliyor. Örneğin:


“Mevzuatta yer alan rehabilitasyona ilişkin hükümlerin etkin bir şekilde uygulanmamasından ötürü yıllardır

orman arazileri üzerinde rehabilitesi (çevre ile uyum çalışması) hiç yapılmamış veya kısmen yapılmış


maden alanları bulunmaktadır... Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü muhasebe birimi hesabına yatı-

rılan çevre ile uyum bedelinin (teminatın) şimdiye kadar Orman Genel Müdürlüğü tarafından anılan ku-

rumdan talep edilmemesi de mevzuata uygun görülmemektedir.” (Kaynak: TC Sayıştay Başkanlığı Or-

man Genel Müdürlüğü 2021 Yılı Sayıştay Denetim Raporu, Eylül 2022, Ankara, Sayfa 21)


OGM ise, öncelikle “rehabilitasyon” çalışmalarının gerektiğince yapılması için çaba göstereceğine,

üç-beş kuruş daha fazla kazanmak için böyle bir uygulamayı sürdürüyor; “ört ki ölem”!

(4) Birisi kalkıp da “- Cumhuriyet dönemi ormancılığının en övünç verici başarımlarından biri nedir?”

diye sorsa, duraksamaksızın;


“ –‘Devlet ormanı” sayılan yerlerin içinde ya da bitişiğinde yaşayan, çok uzun zamandır da “or-

man köylüsü” olarak anılan görece daha yoksul yurttaşlarımızın yaşama koşullarını dert edin-

mesidir!”


yanıtını verirdim. Bu uygulama o yurttaşlarımızın, deyim yerindeyse “kara kaşı gözü” için yapılmı-

yordu; daha çok “orman” sayılan yerler ile buralardaki orman ekosistemlerinin korunmasıydı. Ger-

çekten; henüz 1920 yılındayken 39 sayılı Baltalık Kanunu ile 1924 yılında 484 sayılı Devlet Orman-

larından Köylülerin İntifa Hakkı Kanunu çıkarılmış; 1937 yılında çıkarılan geniş kapsamlı 3116 ve


1956 yılında çıkarılan 6831 sayılı Orman Kanunları ile Anayasalarımızda bu yurttaşlarımıza yönelik

çok sayıda kurallara yer verilmiş; ilgili bakanlıklarda özel birimler oluşturulmuş, azımsanmayacak

boyutlarda kaynak aktarılmıştır. Artık giderek “orman köylüsü popülizmine” dönüşen bu çabaların

“ormanlarımıza” yanı sıra, ormancılığımıza “getirileri” ile “götürülerinin” ne olduğunun sorgulanması

gerektiğini düşünüyordum. Ancak 7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın konuyla ilgili 31, 33 ile


34. maddeleri ile 6292 sayılı “Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve...” Kanu-

nu’nun 10. maddesinde yapılan değişiklikleri, sözgelimi, Anayasanın 170. maddesindeki kuralların


yaşama geçirilmesinin yine “bir başka bahara kaldığını” düşünüyorum. Peki şaşırdım mı; kesinlikle

hayır, hiç şaşırmadım. OGM bu düzenlemesiyle de bir kez daha “asil azmaz, bal kokmaz, kokarsa

yağ kokar, onun da aslı ayrandır” atasözünün ne denli gerçekçi olduğunu açıklıkla ortaya koydu

çünkü. Neydi o “Orman köylüsünün korunması” başlıklı 170. maddesindeki kurallar, anımsadınız

mı? Anımsatayım:


14


“Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması

bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirler (in)...”

alınması;


“... bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sı-

nırları dışına” çıkarılması...”;


“...orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi...”;

“...anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi...”;

“... bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı tedbirler...” alması;


“...Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler(in), Devlet ormanı olarak derhal...” ağaçlandırıl-

ması...”


Bu kurallar, Anayasanın yürürlüğe girdiği 1982 yılından bu yana hiçbir siyasal iktidar tarafından ya-

şama geçirilmemiştir. 7442 sayılı yasayla gerek 6831 gerekse 6292 sayılı yasanın söz konusu


maddelerinde yapılan değişiklikler kapsamında da bu doğrultuda herhangi bir düzenleme yapılma-

mıştır. Böyleyken, sözgelimi, “orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın varlık gerekçesi


“Orman köylüsünün yaşam koşullarını iyileştirmek, ekonomik ve sosyal yönden kalkınmalarını sağlamak...”

olarak açıklanan OR-KOOP (Türkiye Ormancılık Kooperatifleri Merkez Birliği) vb örgütler bile bu

doğrultuda etkin bir çaba içinde olmamış ya da olamamıştır.*

Devlet orman işletmelerinin vahidi fiyat düzeniyle -bir tür parça başına götürü bedel ödeme - yaptırdığı

ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerinde onlarca yıldır gerçekten de “çağdışı” sayılabilecek

ilişkiler yaşanıyor. Örneğin, bu bedel ödeme düzeninde


✓ işi yapanların – işi “üstlenenlerin”- grevli, toplu sözleşmeli sendikalarda örgütlenmesi olanak-

sızlaşıyor; toplumsal güvence haklarından yoksun kalması kısıtlanıyor;


✓ özellikle ağaç kesme, tomruklama ve taşıma çalışmaları sırasında orman ekosistemlerine

onarılamayacak zararlar verilebiliyor.


Yapılması gereken bu düzenin değiştirilmesidir; benzetmek yerindeyse “ulufe dağıtırcasına” öde-

meler yapılması değildir. Üstelik böylesi ödemeler çoğunlukla söz konusu işleri yapanların eline


geçmiyor.


Kısacası, 7442 sayılı yasayla 6831 ile 6292 sayılı yasaların söz konusu maddelerinde yapılan dü-

zenlemelerle, özellikle ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerini vahidi fiyat düzeniyle üstlenen


“orman köylüsü” sayılan yurttaşlarımızın temel sorunlarına hiçbir çözüm getirilmemiştir. Ayrıca,

OGM’nin web sitesinde “Orman köylüsüne destek” söylemi altında yer verilen

“Ormanlarımızda üretilen emvalin satışından elde edilen kârın %10'u çalışan orman köylümüze verilecek.”


açıklamasının da gerçekle herhangi bir ilişkisi yoktur; üstüne üstlük uygulanabilir de değildir. Söz-

gelimi; %10’u ödenecek “kâr”, işin yapıldığı orman işletmesinin mi yoksa OGM’nin “kârı” mıdır. Or-

man işletmelerinin ise çoğu zarar ediyor. Söz konusu uygulama bu işletmelerde nasıl yapılacaktır?


* Örneğin OR-KOOP’un kuruluş amacı “...orman ürünlerinin üretim, değerlendirme ve pazarlama konularındaki


müşterek menfaatlerini korumak, bu hususta iktisadi faaliyetlerde bulunmak...” olarak belirlenmiştir (Anasöz-

leşme Madde 2). Yasa önerisinin TBMM Tarım, Orman ve Köy İşleri Komisyonu’nda görüşmeler sırasın ise ör-

gütün üst düzey yöneticisinin tek somut talebi, “isteyenin bir yüzü kara...” yaklaşımıyla; “...kooperatiflerin şim-

diye kadar aldıkları yüzde 25 emval yerine öngörülen yüzde 10 istihkakın, fazla olarak verilen yüzde 10’un artı-

rılması gerektiğini düşünüyorum.” olmuştur. O öyle düşüne dursun, yasa önerisindeki düzenleme, TBMM Genel


Kurulunda da onaylanmıştır. Ayrıca, bu vesileyle belirteyim: Orman Genel Müdürü ise verdiği yanıtta, gerçekte

OR-KOOP ve bağlı birlikler ile kooperatifler için çok vahim bir suçlama olarak da değerlendirilebilecek bir sav

da öne sürmüştür:

“...mevcut hâlinde kooperatif başkanları bu ürünleri sattığında maalesef bu üreten köylünün cebine aynen

yansımıyor.”

Ne yazık ki bu sava bile karşı çıkılmamıştır. Kaldı ki, “açık itiraf” niteliğindeki bu sav doğruysa eğer bundan OGM

de sorumludur.


15


Bence bu düzenleme, OGM’nin, deyim yerindeyse “topu taca atma çabasıdır” ! Yiyenler, yiyebilir

ama ben yemiyorum


(5) 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 19, deyimin tam anlamıyla “minareye kılıf hazırlama” düzen-

lemesidir. Bu artık hiç de yadırganacak bir durum değildir. Şimdi yadırganacak olan ise OGM’nin


de bu sürece katkıda bulunma çabasıdır. Durum özetle şöyle*


: Kocaeli’nin Kartepe ilçesindeki “tu-

ristik” Nusretiye Mahallesi’nde 1993 yılında orman kadastro çalışması yapılmış. Orman kadastro


komisyonu söz konusu yerin yangın sonucu ormansızlaştığından ve böyle yerlerde “2B” uygulama-

sı yapılmayacağından hareketle hukuksal olarak “orman” sayılması gereken yerlerden olduğu kara-

rını vermiş ve karar kesinleşmiştir. Ancak 7442 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 19’a göre


“Kocaeli ili, Kartepe ilçesi, Nusretiye Mahallesinde 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından

orman niteliğini kaybettiği belirlenen alanlarda bu Kanunun 2 nci maddesi (B) bendi uygulaması yeniden

yapılır. Yapılacak uygulamada sınırları Orman Genel Müdürlüğünce tespit edilemeyen yanan orman

alanlarına ilişkin değerlendirme yapılmaz.

Bu maddeye göre yapılacak kadastro çalışmaları ikinci kadastro sayılmaz.”

Neden sayılmazmış; deyim yerindeyse “bal gibi sayılır” ! Orman Genel Müdürü’nün açıklamasına

göreyse;

“...yapılan incelemede ne vatandaşlardan alınan bir bilgi ne de yazı kayıtlara geçmiş, burada orma n

yangını olduğuna dair hiçbir kayıt yok bilgi de yok... Yapılan araştırmada yazılı, sözlü hiç böyle bir bilgi

olmadığı için bu köyde 2 -B çalışmasının yapılabilmesiyle ilgili bir düzenleme bu. Yani gidilip komisyon

görevlendirilecek ve 2 -B tespiti yapılacak her köyde olduğu gibi...”


Görüşmelere katılan OMO (TMMOB Orman Mühendisleri Odası) Genel Başkanı da şöyle buyur-

muş (!):


“... o zamanki Kadastro Komisyonumuzun mahalli bilirkişinin beyanı üzerinden yapmış olduğu hatalı bir

işlemin ceremesini ödüyor vatandaş.”

Bu bağlamda Orman Genel Müdürü ile OMO Genel Başkanı’nın gözleri yaşartacak denli “vatandaş

sevgisi” örneği açıklamalarının yanı sıra

✓ Nusretiye’de ve çevresinde arazi değerinin son derece yüksek olduğunun;


✓ 1993’te OGM de onayladığına göre orman kadastrosu iş ve işlemlerinde herhangi bir eksik-

lik ya da yanlışlık bulunmadığının;


✓ 6831 sayılı yasanın 11. maddesi gereği olarak ne OGM’nin ne de yöre halkının süresi içinde

komisyon kararına itiraz etmediğinin;

✓ Orman kadastro komisyonundaki bilirkişinin “burada orman yangını olmuştur” açıklamasının

yanı sıra OGM’nin yöredeki orman yangınlarıyla ilgili kayıtlarının dikkate alınmadığının da

anımsanması gerekiyor. Peki anımsanmış mıdır; hayır: Ne Orman Genel Müdürü ne OMO Genel

Başkanı ne de muhalefet milletvekilleri bu gereği yerine getirmiştir. Öyle ki, TOD’un yasa önerisine

ilişkin basın açıklamasında bile bu gerçekliklere herhangi bir gönderme yapılmamıştır.

Kısacası, 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 19;

✓ Kocaeli’nin Kartepe ilçesindeki Nusretiye Mahallesi’ndeki doğrudan ya da dolaylı işgalcilerin

işgallerinin yasallaşmasına, yanı sıra,


✓ “emsal olarak” örnek alınabileceğinden özellikle arazi değerinin yüksek olduğu başka yöre-

lerde de kesinleşmiş kadastro kararlarıyla hukuksal olarak “orman” sayılmış yerlerin hukuk-

sal olarak “orman” sayılmaması için baskılara


yol açabilecektir


* Bu bağlamdaki bilgileri Yasa Önerisi TBMM’nin ilgili Komisyonunda 9 Mart 2023 günü görüşülürken Orman Ge-

nel Müdürü’nün yaptığı açıklamalardan aldım


16


(6) 7442 sayılı yasanın Ek Madde 20’ye ilişkin gerekçesine belirtildiğine göre ülkemizde


“Sakarya, Trabzon, Kocaeli, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere yaklaşık 47 ilde 800 adet hususi or-

man mevcut olup alanı 25.400 hektardır. Bu ormanların 15.000 maliki bulunmaktadır ve yaklaşık 15.000


parsele bölündüğü tahmin edilmektedir...”**

Başta Denizli’nin Çal ilçesindekiler dışında bu “ormanların” neredeyse tümü doğal olarak oluşmuş;


çeşitli tarihlerde de çeşitli yol ve yöntemlerle “mülk edinilmiştir.” “Mülk edinilmiş” de olsa bu “orman-

ların” geniş anlamda kamusal oluşumlar olarak değerlendirilmesi gerekir.


✓ Anayasanın 169. Maddesindeki “Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.” kuralı ile

✓ 6831 sayılı yasanın “hususi ormanlara” ilişkim 50-54. maddeleri


bile, en azından başlangıçta, bu gerek göz önünde bulundurularak düzenlenmiştir. 7442 sayılı ya-

sa önerisini, bu kapsamda 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 20’yi hazırlayanların bu gereği


yerine getirmek gibi bir “derdinin” olmadığı anlaşılıyor.

Öte yandan, 6831 sayılı yasanın 1987 yılında yeniden düzenlenen 52. maddesine göre;

“Ekim ve dikim suretiyle meydana getirilen hususi ormanlar hariç, hususi ormanlar 500 hektardan küçük

parçalar teşkil edecek şekilde parçalanıp başkalarına temlik ve mirasçılar arasında ifrazen taksim edilemez.

Ancak, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerdeki hususi orman alanlarında bu

Kanunun 17 nci maddesine göre izin almak ve yatay alanın yüzde altısını (% 6) geçmemek üzere imar


planlamasına uygun inşaat yapılabilir. İnşaatların yapılmasında orman alanlarının tabii vasıflarının ko-

runmasına özen gösterilir.


7442 sayılı yasayla 6831 sayılı yasaya getirilen Ek Madde 20’ye göre ise


“... tesis edilen ve tapuda halen farklı malikler adına kayıtlı olan hususi ormanlar; orman bölge müdürlü-

ğünün talebi ile Orman Genel Müdürlüğünce görevlendirilen orman kadastro komisyonlarınca... parsel


bazında yeniden değerlendirilir. Bu parseller üzerinde evvelce hususi orman olarak sınırlandırılan alanlar,

farklı malikler adına kayıtlı ve üç hektardan küçük ise orman sayılmayan yer, üç hektar veya daha büyük

ise hususi orman olarak yeniden sınırlandırılarak 10 uncu maddeye göre ilan edilir...”

Bu, bence tam da “Eyvah eyvah...” denebilecek bir düzenlemedir ! Düşünebiliyor musunuz;

OGM, kendisinin bile kaç parsele bölünmüş olduğunu bilemediği ancak “tahmin edebildiği” özel

“ormanların” yapılaşmasına yeni boyutlar kazandırabilecek bir düzenlemeyi gündeme getirebiliyor !

Dahası, özel orman sahiplerine ya da mirasçılarına bir de yol gösterebiliyor: Diyor ki,

“- Eyyy orman sahipleri ormanınızı 3 hektardan küçük parsellere bölün ki, biz de o parselleri

6831 sayılı yasanın 1. Maddesinin “G” bendi uyarınca hukuksal olarak orman saymayalım; siz

de oraları arsa olarak değerlendirin !”

Ek olarak belirteyim: Ek Madde 20’de parselleme için herhangi bir tarihsel sınır bile getirilmemiştir.


OGM hiç olmazsa bunu akıl edebilseydi ! Edememiş, daha doğrusu etmemiştir; böyle bir derdi ol-

mamıştır çünkü. Yasa önerisinin Ek Madde 20’ye ilişkin gerekçesinde belirtildiğine göre;


“Düzenleme ile hususi orman statüsüne alınmaması gerekirken orman kadastrosu çalışmaları sonucunda

hususi orman olarak sınırlandırılan veya hükmen hususi orman statüsüne kavuşan taşınmazların orman

kadastro komisyonları marifetiyle yeniden incelenmesi neticesinde yaklaşık 12.000 kişinin mağduriyetinin


giderilmesi sağlanacak olup, önemli bir ormancılık sorunu giderilerek ülke ekonomisine değer kazandı-

rılması hedeflenmektedir.”


İşte OGM’nin derdi budur !


Çok merak ediyorum; “mağduriyeti giderilecek” olan 12 bin kişi arasında kimler var acaba? Söyle-

yeyim, ben yokum; peki siz var mısınız?


**OGM, 5000 hektarın yapılaştığını ancak “tahmin edebiliyor” ama “mağduriyeti giderileceklerin” sayısını verebiliyor;

“Ört ki ölem”!


17


(7) Belki anımsarsınız: 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4. maddesinin üçüncü fıkrası 2005 yılında

değiştirilerek


“Çalışma alanında orman bulunması ve 6831 sayılı Orman Kanununa göre orman kadastrosuna başla-

nılmamış olması halinde, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit taşınmaz


malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti kadastro ekibi tarafından yapılır.”

kuralı getirilmişti. Böylece, hukuksal olarak “orman” sayılabilecek yerlerin sınırlarının belirlenmesi

çalışmalarının ormancılık bilgisinin gerekleri doğrultusunda yapılabilmesi büyük ölçüde rastlantılara

bırakılmıştı. OGM ya da 7442 sayılı yasa önerisini hazırlayanlar, 3402 sayılı yasanın 4. maddesinin

üçüncü fıkrasını yürürlükten kaldırmak yerine durumu pekiştirilerek kalıcılaştırmak amacıyla 3402

sayılı yasaya da Ek Madde 7’yi getirmiştir.

(8) 7442 sayılı yasayla 2012 yılında Anayasanın 170. maddesine çeşitli yönlerden aykırı olan 6292

sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına


Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi... Hakkında Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasına da aşa-

ğıdaki cümleler eklenmiştir.


“Orman köylülerinden ormancılık faaliyetlerinde vahidi fiyatla çalışanlara kendi mülki hudutları içerisin-

de istihsali yapılan oduna dayalı orman ürünlerinin satış gelirlerinden üretim giderleri düşüldükten sonra


kalan tutarın yüzde onuna kadarı ayni veya nakdi olarak dağıtılır...”

Bu düzenleme uygulamada çeşitli sorunlara yol açabilecektir:

✓ hangi “ormancılık faaliyetlerinde” vahidi fiyatla çalışanlara mı ödeme yapılacak;

✓ söz konusu ödeme neden yalnızca vahidi fiyatla çalışanlara yapılacak;

✓ ödemeye hak kazanabilmek için gereken çalışma süresi nedir;

✓ ödenecek miktar neden yalnızca “oduna dayalı orman ürünlerinin satış gelirleri” üzerinden

hesaplanacak;


✓ “oduna dayalı orman ürünlerinin” hangi yöntemle –“açık artırmalı”, “tahsisli”, “pazarlık” vb- ya-

pılacak satışlardan elde edilecek gelirleri temel alınacaktır?


Bu sorular OGM’nin hazırlayacağı genelgede –“tamimde”- ya da bildirgede de –“tebliğde”- yanıtla-

nabilir kuşkusuz. Ancak, düzenlemenin uygulamada bitmez tükenmez anlaşmazlıklara yol açabi-

leceği açıktır.


Anlaşılan siyasal iktidar ya da OGM, Anayasanın söz konusu maddesindeki zorlu kurallarını yeri-

ne getirmek yerine, tam da seçimler öncesinde yine işin kolayına kaçmıştır. Oysa, en son 2020 yı-

lında yeniden düzenlenen Orman Köylülerinin Kalkındırılmalarının Desteklenmesi Faaliyetlerine


İlişkin Yönetmelik ile 6831 sayılı yasanın 7442 sayılı yasayla büyük ölçüde yeniden düzenlenen ve


uygulanması 5 Ekim 2023’e ertelenen 34. maddesinde de benzer amaçlarla kullanılabilecek dü-

zenlemelere yer verilmiştir.*


(9) 7442 sayılı yasayla kimileri ormancılık yönünden olumlanabilecek düzenlemeler de yapılmıştır.

Bunların başlıcaları şunlardır:


✓ Gerektiğince caydırıcı olmasa da “orman suçu” sayılabilecek eylemlerde bulunanlara verilebile-

cek para cezaları “güncellenmiştir”.


✓ Orman yangınlarının daha çok söndürme önlemlerinin alınacağı “yangın mevsimi” dönemi kal-

dırılmış, önlemlerin tüm yıla yaygınlaştırılması kuralı getirilmiştir!


✓ Bilerek orman yangını çıkaranlara ilişkin “suçun” kapsamı, bir de

“Suçun, yangına müdahalenin geciktirilmesi veya yangının söndürülmesinin zorlaştırılması amacıyla


ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak yer, zaman veya şartlarda işlenmesi halinde faile veri-

lecek ceza yarı oranında artırılır.”


kuralı getirilerek genişletilmiştir!

* Bir kez daha anımsatayım: 34. maddede, şöyle bir kurala da yer verilmişti:


“Devlet ormanlarında üretim işlerinin vahidi fiyat usulü ile orman idaresince yaptırılması durumunda; üretim işinde ça-

lışan gerçek kişilerin kesip, satış istif yerine taşıdıkları endüstriyel ve yakacak emvale ait istihkak tutarı yüzde on, or-

man köylerini kalkındırma kooperatiflerine ise yüzde yirmi fazlasıyla ödenir.”


18


✓ 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde değişiklik

yapılarak yasanın amacına

“... orman yangınlarını söndürme çalışmalarında fiilen görevli olanlar ile yetkililerce kendilerine bu

kapsamda görev verilen kamu görevlileri ve gönüllüler bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona

ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya


hastalık sonucu ölmeleri veya engelli hâle gelmeleri hâlinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağ-

lanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları hâlinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemleri-

nin düzenlenmesi...” de


eklenmiştir. Ayrıca, bu yasanın 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında


“ı) Orman yangınlarını söndürme çalışmalarında Orman Genel Müdürlüğü tarafından fiilen görevlen-

dirilen personel ve gönüllüler ile bu kapsamda görev verilen diğer kamu görevlileri...” de


sayılmıştır. Ayrıca, yasaya Geçici Madde 5 eklenerek orman yangınlarıyla mücadele” çalışma-

larında görevlendirilen “gönüllülere” de belirli durumlarda tazminat ödenmesi sağlanmıştır.


***


6831 sayılı yasada 7441 sayılı yasayla yapılan bu değişiklikler son değildir. Böyle giderse 6831 sayılı

yasada daha pek çok değişiklik yapılabilecektir. Yine “böyle giderse”, yapılabilecek değişikliklerin geniş


anlamda kamusal yararı ençoklayabilecek doğrultuda olması, deyim yerindeyse “balığın kavağa çık-

ması” denli olanaksızdır; en iyimser söylemle de rastlantısaldır.


Yineleme pahasına bir kez daha söylüyorum: Ülkemizdeki egemen sınıflar

✓ kolaycıdır –“beleşçidir”?-, fırsatçıdır, kapkaççıdır;

✓ devleti işine geldiği gibi örgütleyebilmiştir;

✓ kamusal varsıllıklar ile hizmet alanlarını tüketme pahasına kullanabilmede uzmanlaşmıştır;


✓ hiçbir zaman demokrat olamamıştır; gerek gördüklerinde her türlü baskıcı yöntemi uygulayabi-

lecek siyasal iktidarların açık ya da gizli destekçisi olabilmiş; siyasal kültürü ve kurumları bu


doğrultuda biçimlendirmiştir;


✓ özellikle 1940’dan sonra yabancı sermayeyle de işbirliği yaparak doğal süreç, ortam ve varlıkla-

rı, bu kapsamda “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki her türlü varsıllık ile insanlarının emeğini


olabildiğince kolay yoldan sömürme çabası içinde olmuştur;

Ülkemizde de her alanda uzunca bir zamandır, özellikle de 2000’li yıllarda egemen olan yaklaşım sizce

de aşağıdaki görsellerin yansıttığı gibi değil midir?

“Kapitalistler, doğrudan doğruya kâr

için üretim ve değişim

yaptıklarından, ilk planda yalnızca

en yakın, en dolaysız sonuçlar

hesaba katılmalıdır. Bir fabrikatör

ya da tüccar, ürettiği ya da satın

aldığı metaı normal bir kârla

satarsa, durumdan hoşnuttur ve

metaın ve alıcısının sonradan ne

olacağı onu ilgilendirmez. Bu

faaliyetlerin doğal etkileri için de

aynı şey geçerlidir.”

(Friedrich Engels, “Maymundan

İnsana Geçişte Emeğin Rolü”,

Doğanın Diyalektiği, (Çeviren Arif

Gelen), Sol Yayınları, 1979,

Ankara; Sayfa 232


19


Buna karşılık, bu düzene “muhalefet etmesi” gerekenlerin –“beklenenlerin”?-

✓ çoğunluğu, sudaki balıklar örneği içinde yaşadıkları bu toplumsal ve siyasal düzeneklerin -

“mekanizmaların”- ayırdına varamamış;


✓ kimileri bu düzeneklere canları pahasına direnmeyi göze alabilmiş ancak çeşitli nedenlerle ge-

rektiğince etkili olamamış;


✓ kimileri deyimin tam anlamıyla “arazi olmayı” yeğlemiş;

✓ kimileri de gerektiğince bilgilenmek yerine internetten derlediği son derece yüzeysel bilgilerle

yetinip ahkam kesmeyi yeterli görmüştür.

Bu nedenledir ki, genel olarak ormancılığımızda olup bitenlere de “fena halde” kızıyor ama artık hiç

şaşırmıyorum.

Adım gibi biliyorum; buraya değin gelebilmiş kimi okurlar


“- Tüm bunların 6831 sayılı yasayla, “ormanlar” ve ormancılıkla, son olarak da 7442 sayılı ya-

sayla yapılan düzenlemelerle ne ilgisi var?”


diyebilecektir. Aşılması gereken birisi de bu türden düşüncelerdir. “- Peki, aşılabilir mi?” derseniz, evet,

zor da olsa kesinlikle aşılabilir bence.

Artık yapılması gereken...


"Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde

yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir."


(Karl Marks, 1845, “Feuerbach Üzerine Tezler”)


Karl Marks’a kesinlikle katılıyorum ve diyorum ki; artık ülkemizdeki ormancılık düzeninin de tümüy-

le değiştirilmesi gerekiyor. Ülkemizdeki felsefecileri bilmiyorum ama teknokratların, bilim insanlarının


çoğunun yaptığı olup bitenleri sergilemek, yanı sıra, yorumlamaktan öteye geçemiyor ne yazık ki.

Sergileme çabalarını anlayabiliyorum da yorumlar nasıl, daha doğrusu neye göre yapılabiliyorlar


acaba? Yorumlama, bir durumu herhangi bir görüşten, anlayıştan –“bakış açısından”- hareketle yapı-

lan bilgi –“haber” değil !- temelli bir açıklama eylemidir çünkü. Bu eylemin doğru ya da en azından


yorumlayanın amaçladığı biçimde anlaşılabilmesi için hareket edilen görüşün, anlayışın göz önünde

bulundurulması gerekiyor. Ne var ki çoğu yorum çabasında bu gereğin yerine getirilmesine katkıda

bulunabilecek bir açıklık yapılmıyor.

Öte yandan; “sorun” sayılan oluşumlar çoğu durumda ancak “yumurta kapıya dayanınca”, çoğunlukla


da sergilemek ya da sorumlusunu eleştirmek için gündeme alınıyor. Peki alınıp da ne yapılıyor? Ço-

ğunlukla ya kızılıyor ya da övülüyor yahut nesnel – “bilimsel” - davranma “ayağına”, deyim yerin-

deyse “ne şiş ne de kebap yansın” vb havalara giriliyor. Kimi okurlar kızacak ama yine çok açık ola-

rak söyleyeceğim: Çoğunluğu gerektiğince bilgili değil, dolayısıyla uygun çözümleme yöntem ve tek-

niklerden yararlanma ve öngörebilme yetisinden yoksun çünkü. Bu nedenle de, benzetmek gibi ol-

masın, Portekizli yazar Jose Saramago’nun “Körlük” başlıklı ünlü romanında betimlediği türden


“bembeyaz” bir görmezlik evreninde yaşıyoruz sanki. Bu, kesinlikle içinden çıkılması gereken bir du-

rum bence. Bunun için emek vermek, yeterince bilgilenmek, gerektiğinde özveriyi de göze almak


zorunlu. Bu zorunluluğun yerine getirilmesi için yeterince özen ve çaba gösterildiği söylenebilir mi

sizce? Söylenebilirse eğer, tüm bu yaşadıklarımız nedendir?

Ben ormancılığımızda olup bitenler, bu kapsamda başta 6831 sayılı yasa olmak üzere ilgili hukuksal


düzenlemelerde yapılan değişiklikler tartışılırken de çoğunlukla böylesi tutumlara girildiğini düşünü-

yorum. Düşünme dizgemizde –“sistemimizde”- bir yetmezlik sorunu ya da gizil amaçlar mı var acaba;


yoksa korkuluyor ya da çekiniliyor mu? Baksanıza, üniversitelerde bile “korku dağları bekliyor”. Yine


de ben diyorum ki olup bitenlerin tüm boyutlarıyla tartışılması gerekiyor. Çok açık: “Tartışılması ge-

rekiyor” derken “sen, ben bir de bizim çocuk” deyimi anımsatacak denli dar birlikteliklerde yapılan


rastlantısal söyleşilerden söz etmiyorum*


. Bu bağlamda özünü ettiğim


* Nasıl edebilirim ki; aksine, yaşadığımız günlerde bu türden birlikteliklerin öneminin giderek artığını düşünüyor,

böylesi söyleşileri özlüyorum.


20


✓ konusu,

✓ amacı,

✓ yöntemi,

✓ katılımcıları,

✓ zamanlaması


önceden belirlenmiş, örgütlü demokratik tartışmalar... “- Peki böylesi tartışmalar kime ne yarar sağla-

yacak?” diyecek olursanız verebileceğim kısa yanıt “- Ortak aklın oluşmasına ve varsıllaşmasına katkı”


olacaktır. Bununsa ormancılığımızın, dolayısıyla “ormanlarımızın” içinde bulunduğu olumsuzlukların


aşılmasının öncelikle koşullarından birisinin de bu olduğunu düşünüyorum. TOD, bu zorlu “işin” üste-

sinden gelinebilmesine katkıda bulunabilecek donanıma sahip görünüyor. Yeter ki TOD’da bu tarihsel


sorumluluğun ayırdına varılsın; bu sorumluluğunun gereğini yapmak yerine

✓ işin kolayına kaçıp güncele, “orman popülizmine” teslim olunmasın;

✓ sorumluluk tekil gelişmelerle ilgili kamuoyu açıklamalarına, uzmanlık yazanaklarının –“raporlarının”-

yayımlamasına indirgenmesin;

✓ “üzerine vazife olmayan” etkinliklerle avunulmasın

✓ gerektiğince demokratik katılımcı –“katılmacı” değil !- olunabilsin

Peki, neyin tartışılması gerekiyor ?

Çok açık: Ormancılığımızda ne yapılmalı ?

Çünkü, ormancılığımız, dolayısıyla “ormanlarımız” da hızla dönüştürülüyor ve bu dönüştürüm kesinlikle


geniş anlamda kamusal yararı ençoklama doğrultusunda değil çünkü. Bu gerçeklik karşısında ülkemiz-

deki ekolojik koşulların üretkenliğine teşekkür etmemiz gerekiyor.


Bir kez daha yineliyorum; çokça göz ardı ediliyor çünkü: Emeği, yanı sıra, doğal süreç, ortam ve varlık-

lar ile değerleri ve ülkeleri sömürmek, kapitalizmin doğası gereğidir! Ülkemizdeyse egemen sınıflar


daha çok kendi ülkesinin her türden varsıllığını tüketme pahasına sömüren işgalcilere dönüşmüş du-

rumda. Ormancılığımızda, dolayısıyla “ormanlarımızda” olup bitenler ise bu sürecin önemli boyutların-

dan birisidir. Cumhuriyet döneminin ilk kapsamlı ormancılık –bence “orman” değil!- yasası olarak 1937


yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu, “kerim devlet” yaklaşımının egemenliğinde hazırlanmış;

“ormancıca” sayılabilecek bir yasaydı. 6831 sayılı Orman Kanunu ise, 1956 yılında, Demokrat Parti gibi

görece “liberal” sayılabilecek bir siyasal parti tarafından, ormancı teknokratların da dönemin “havasına”


uygun katkılarıyla hazırlanıp yürürlüğe konulmuştur. Kimi dönemlerde gündeme gelen “orman köylü-

sü”, “ağaçlandırma”, en son olarak da “doğa” popülizmi esintileri 6831 sayılı yasanın bu temel özellikle-

rini değiştirememiştir. Özellikle Temmuz 2003-Nisan 2023 döneminde yapılan otuz değişiklik, 6831


sayılı yasayı, siyasal iktidarın popülist yönelimlerinin yanı sıra “devlet ormanı rantını” egemen sınıflara


aktarmanın çok daha kolay ve “maliyetsiz” araçlarından birine dönüştürülmüştür. Ormancılık ideolojisi-

nin metalaştırıcı ve özelleştirmeci doğrultuda dönüşmesi –“dönüştürülmesi”?- ise bu süreci büyük öl-

çüde kolaylaştırmıştır. Bu gerçeklik karşısında tüm zorluğuna karşın yapılması gereken, geniş anlamda


kamusalcı bir ormancılığın tasarlanması, bu tasarımın yaşama geçirilmesine yönelik örgütlü ve ısrarlı


çabalara girilmesidir. Bu kapsamda Anayasanın ilgili maddelerinin, dolayısıyla ilgili tüm hukuksal dü-

zenlemelerin bu doğrultuda tümüyle yeni düzenlenmesidir. Doğaldır ki, bu süreçte, 6831 sayılı yasanın


yerine yine geniş anlamda kamusalcı bir ormancılık yasası –“orman yasası” değil !- hazırlanması da ge-

rekecektir.


Açıktır ki böylesi bir dönüştürüm, temelde, siyasaldır –“ideolojiktir”- Ancak, görünüşe bakılırsa, böylesi


dönüştürümleri göze alabilecek herhangi bir siyasal oluşum da, en azından günümüzde yoktur ne ya-

zık ki. Bence çok daha kötüsü, en duyarlı kamuoyunda bile böylesi bir istem oluşmamıştır. Genel se-

çimler öncesinde siyasal partilerin, “ittifakların” yayımladıkları “seçim bildirgeleri”, yanı sıra, çevre/doğa


korumacısı kişiler ile kuruluşların, ilgili meslek örgütlerinin bu bildirgeler karşısında sergiledikleri edilgen-

likler bu gerçekliği açıklıkla orta koyuyor. Yine de yapılması gereken, yürürlükteki çöktürülmüş ormancılık


düzeninin tümüyle değiştirilmesine yönelik bir toplumsal istem oluşturmak için örgütlü, yaratıcı –“ezber

bozucu”?-, kararlı ve etkili bir çabaya girilmesidir. “- Peki, girilebilir mi?” derseniz, evet, bence girilebilir !


***


21


Ne denli düşsel –“ütopik”- önermeler değil mi? Evet, son derece düşsel ! Ne ki, Ernesto Che Gueva-

ra’nın sıkça aktardığım ünlü önermesini dönüştürerek söyleyeyim: “Gerçekçi olup olanaksızın istenme-

si” gereken günlerden geçtiğimizin ayrımındayım çünkü. Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerini


şimdilerde değil de ne zaman anımsayacağız:

“Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”

“Hayal ettim, hayalimin önündeki manileri tespit ettim. Manileri kaldırdığımda, hayalim kendiliğinden gerçekleşti.”

“Benim kahramanlarım hayallerini hiçbir şeye satmayan kişilerdir”

“Eğer ülkeni kurtaracak bir lider beklemekteysen, ben size hiçbir şey öğretememişim demektir.”


Böylesi önermeleri, sözleri şimdilerde de anımsamayacak, daha da önemlisi gereğini yapmaktan kaçı-

nacak mıyız? Artık önümüzde aşağıdaki gibi bir orkestraya katılmak ya da katkıda bulunmak


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder