Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için ormancılık* önerileri (4):
12 Mart 2025
Merhaba;
Bunlar, en azından benim için, yanıtlanması çok zor sorular… “Uzmanları” için de zor geliyor
olsa gerek; baksanıza pek soran yok. Ama “doğa korumacılığı” günümüzün yükselen değerlerinden birisi ya, bir “korunan alan” muhabbetidir gidiyor… Ne var ki, yurttaşlarımız bir yana,
doğrudan ya da dolaylı olarak etkinlikler yürüten ilgili kuruluşların özellikle uygulamacı birim
lerinin çoğunluğu bu alanların ne neden ayrıldığının ne de geçirdiği dönüşümlerin tam anla
mıyla ayırdında. Bu koşullarda doğrudan ilgili/sorumlu kuruluşlarda “ayakta kalmaya” direnen
deneyimli ve bilgili teknokratların çoğunluğu ne yapacağını şaşırmış durumda sanırım. Oysa
çoğunluğu bu alanda büyük umutlarla çalışmaya başlamış, nasıl da güzel çalışmalar yapmıştı…
Öte yandan, “korunan alanlar” da korunmalı kuşkusuz ! Ancak egemen “doğa”, “koruma”,
“doğa koruma” yaklaşımları ve ilgili hukuksal, yanı sıra, kurumsal düzenlemeler yürürlükteyken
bu olanaklı mı sizce ? Bence değil. Öyleyse Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında ne yapılmalı ?
Tartışalım.
Selamlarımla.
Yücel ÇAĞLAR
“- Artık ne denli kurtarılabilirse…”
vb düşünceler iyi niyetli “doğa korumacıların” içinde bulundukları durumu çok iyi betimliyor bence.
Çünkü onların da en azından çoğunluğu kimi sınıfların egemen olduğu toplumsal düzenlerde daha
fazlasının gerçekleştirilemeyeceğinin ayırdında. Yine de bu çabaların da katkısıyla gezegenimizde
1962 yılında toplam 240 milyon hektar genişliğinde 9,2 bin “korunan alan”** ayrılmışken bu sayılar
2018 verilerine göre 464,1 milyon hektar ve 238,6 bin olmuştur.1 Görünüşe bakılırsa gezegenimizi
şimdilerdeki duruma getiren ülkeler ile onların egemenliğindeki ülkelerarası kuruluşlar bile artık böy
lesi çabalar içinde ve bu çabalara “dünyanın kaynağını” aktarıyor. Ülkemizdeyse, azımsanıyor ama
bence az da değil: Ek 2’de gördüğünüz gibi, 2000’li yılların başında 2,5 milyon genişliğinde 1100
dolayında KA varken bu sayılar 2023 yılında 9,5 milyon hektara ve 6,3 bine çıkmıştır.2
* Gerçekte “korunan alanların” yalnızca ormancılığın konusu olmadığını düşünüyorum. Ancak, yine de hem
sayıca hem de genişlikçe büyük bir çoğunluğunun “orman” sayılan yerlerde bulunsa, yanı sıra, bir kısmı
Orman Genel Müdürlüğü tarafından ayrılmışsa, korunuyor ve “yönetiliyorsa” da konunun çok bileşenli oldu
ğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor.
** Bundan sonra “korunan alanlar” yerine yalnızca KA kısaltmasını kullanacağım. Bu vesileyle değerli “Edi
dörüm” , sevgili meslektaşım Günal Şahin’e de teşekkür ediyorum. Yazdıklarım Onun düzeltmeleriyle olmasa
hatasız oluyor.
Tamam, “korunan alanlar” da korunsun !
Ancak öncelikle
✓ nerelerdeki
✓ hangi “korunan alanları”
✓ “korunan alanların” neleri
✓ nelere karşı
✓ kimlerin hangi eylemlerinden,
✓ hangi amaçlarla,
✓ kimler için,
✓ kimler tarafından
✓ nasıl
“korunacak” ?
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Neden acaba? Sözgelimi, siyasal iktidarlar pek “doğaperest” olduklarından ya da “kafalarına tuğla
düştüğünden” yahut “vicdan azabı” çektiklerinden” mi? Sonra; bu çabalar neden çoğunlukla “az gelişmiş” sayılan ülkelerde yoğunlaşıyor ve bu ülkelerde nelere yol açıyor? Bu ülkelerdeki doğal süreç
ler, ortamlar ile varlıklarda daha büyük yıkımlar yaşanıyorsa eğer (!), bunun nedeni ekolojik midir
yoksa ekonomik, toplumsal, kültürel midir ? Eğer ekonomik ve toplumsalsa, bunun nedenleri neler
dir? vb. Yanıtlanması zor sorular…
Öte yandan, kızmayacağınızı umarak şunları da soracağım: KA’lar gerektiğince korunabiliyor mu?
Korunamıyorsa eğer neden korunamıyor? Ek olarak; korunamaması yalnızca parasal yetersizlikleri
ile yönetsel ve teknik olumsuzluklardan, yöneticilerin bireysel yetersizliklerinden mi kaynaklanıyor?
Ayrıca, ben KA’ların gerektiğince korunamamasının da bir sonuç olduğunu; öncelikle sorgulanması
gerekeninse bu sonuca yol açan temel nedenlerin belirlenmesi olduğunu düşünenlerdenim. K.
Marks’ın daha önce kim bilir kaç kez aktardığım şu ünlü “11. Tez”ini hiç unutmuyorum çünkü: 3
“Filozoflar sadece dünyayı değişik biçimlerde yorumlamakla yetindiler, söz konusu olan onu değiştirmektir.”
Tam da bu noktada aklıma yanıtını çok merak ettiğim bir soru daha geliyor: Egemen üretim ilişkileri
sürdükçe KA’ların gerektiğince korunmasından hangi ülkeler, yanı sıra, hangi toplumsal sınıflar göreceli olarak daha çok –“iyi”?- yararlanıyor acaba? Bu soruyu, sözgelimi “gezegenimiz”, “tüm canlı
lar”, “insanlık” vb olarak yanıtlamayacağınızı umuyorum. Dilerim, yine yanılmıyorumdur.
Başlıcalarını örneklediğim soruların tümünü yanıtlayabilecek bir donanıma sahip değilim ne yazık ki.
Ancak ülkemizde ilgili onca akademik ve araştırma kuruluşu ile gönüllü oluşum, buralarda emek
veren yüzlerce -kim bilir, belki de binlerce?- yetkin bilim insanı, araştırıcı ile uzman var. Ben, yolları
açılırsa, onların gereğini yapacaklarına inanıyorum.
Ben bir deneyeyim.
• Önce, şu “koruma”, “korunan alan” kavramlarına birazcık yakından bakalım…
“Koruma”; genel olarak içinde olumluluk taşıyan, gerçekte son derece karmaşık bir eylem. “Nerelerde
nelerin nelere karşı kimler tarafından nasıl ve neden korunacağı” sorularının bütüncül olarak yanıt
lanmasını gerektiriyor. Öyle ki söz konusu soruların kapsamı ile olası yanıtları yersel ve zamansal
olarak da değişiyor. Doğal süreçlerin, ortamlar ile varlıkların korunması söz konusu olduğundaysa,
özellikle ekolojik, toplumsal ve kültürel koşulların son derece çeşitlilik gösterdiği ülkemizde, bu kar
maşıklık daha da artıyor. Dolayısıyla geleneksel korumacı yaklaşımların değiştirilmesi gerekiyor. Do
ğal süreç, ortam ve varlıklara, bu kapsamda KA’lara yönelik tehditlerin hem kapsamı hem de neden
leri değişti çünkü. Sözgelimi,
✓ iklim koşulları,
✓ nüfus hareketleri,
✓ yerleşme yapısı,
✓ yaşama kültürü,
✓ ulaşım olanakları,
✓ enerji üretimi ve tüketimi
✓ teknoloji kullanımı
vb alanlarda yaşanan hızlı ve köklü dönüşümler doğal süreçlere, ortamlar ile varlıklara yönelik “tehditleri” bir yandan azaltırken bir yandan da hem niteliklerinin hem de ağırlıklarının –önceliklerinin- değişmesine yol açmıştır. Oysa geleneksel “korumacı” yaklaşımlarda daha çok ilgili hukuksal düzenle
melerde insanların “suç” sayılan tutumları ile yangınlar, kuraklıklar vb “olumsuz” doğal nitelikli süreç
ler ve “zararlı” olduğu düşünülen oluşumlar üzerinde duruluyordu. Buna karşılık, yaşamsal önemde
“koruma” sorunlarına yol açmasına karşın örneğin
✓ uygulanan politikalar,
✓ yönetsel kararlar,
✓ hiç ya da gerektiğince yapılmayan ya da yapılamayan teknik uygulamalar,
✓ birimlerin –yanı sıra yöneticilerinin – yetersizlikleri, yanlışlıkları
2
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
vb olumsuzluklar sorgulanıyordu. 2000’li yıllarda idari yargı oranları –Danıştay, Sayıştay- “yeterlilik
denetimi” yapamaz duruma getirilince bu sorgulamalar rastlantısal bireylerin, gönüllü kuruluşlar ile
meslek örgütlerinin çabalarına kaldı*.
Öte yandan, ülkemizde KA’lara yönelik sakıncalı eylemler, örneğin 2873 sayılı Milli Parklar Ka
nunu’nun “Yasaklanan faaliyetler” başlığı altındaki 14. maddesinde son derece genel ve soyut söy
lemle sayılmıştır:
“a)Tabii ve ekolojik denge ve tabii ekosistem değeri bozulamaz,
b)Yaban hayatı tahrip edilemez,…
c) Bu sahaların özelliklerinin kaybolmasına veya değiştirilmesine sebep olan veya olabilecek her türlü
müdahaleler ile toprak, su ve hava kirlenmesi ve benzeri çevre sorunları yaratacak iş ve işlemler ya
pılamaz,
d)Tabii dengeyi bozacak her türlü orman ürünleri üretimi, avlanma ve otlatma yapılamaz,
e) ... kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk bulunmadıkça her ne suretle olursa
olsun hiçbir yapı ve tesis kurulamaz ve işletilemez veya bu alanlarda var olan yerleşim sahaları dışında
iskan yapılamaz.”
Bu eylemlerde bulunanlara -“suçları” işleyenlere- verilebilecek “cezalar” yasanın 20 ile 21. maddele
rinde şöyle düzenlenmiştir:
“6831 sayılı Orman Kanunu ile 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu ve 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununda
yasaklanan fiillerin bu Kanunun uygulandığı yerlerde işlenmesi halinde, cezalar bir misli artırılarak hük
molunur.”
“Bu Kanunda yazılı yasaklamalara ve mecburiyetlere aykırı hareket edenler hakkında, fiilleri daha ağır
bir cezayı gerektirmediği takdirde, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.”
Milli Parklar Yönetmeliği’ndeyse “Suçların takibi” başlığı altında yalnızca
“…6785 ve 1605 sayılı İmar, 2872 sayılı Çevre, 2634 sayılı Turizmi Teşvik ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gibi Kanunlar ile bu Kanunların ek ve değişiklikleri ve bunlara dayalı
mevzuatın getirdiği yasaklara uyulmaması ve suç sayılan fiillerin işlenmesi Kanun ve bu yönetmelik
hükümlerinin uygulandığı yerlerde görevli orman muhafaza memurları tarafından bu memurların gö
revlerine ilişkin mevzuat çerçevesinde önlenir veya suç işlenmesi halinde gerekli kanuni işlem yapılır.”
kuralına yer verilmiştir.
Gördüğünüz gibi, ülkemizde yürürlükteki KA düzeninde KA’lara özgü “tehdit” algısı, en azından he
nüz gerektiğince oluşmamış; dolayısıyla özgül bir kurumsal düzenleme bulunmuyor. Sözgelimi, 28
Aralık 2024’de yayımlanan 175 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle yeniden yapılandırılan
DKMP-GM’nin (Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü) kurumsal yapısında yalnızca mer
kezde “Hayvanları Koruma Dairesi Başkanlığı” bulunuyor. Ayrıca “ihdas edilen orman muhafaza me
muru” kadro sayısı da önemli ölçüde azaltılmıştır. Ek olarak; DKMP-GM’de araştırma birimi bulun
muyor ve araştırmacı kadrosu sayısı da azaltılmıştır. KA’larda yaşanan olumsuzluklara ilişkin veriler
ya toplanmıyor ya da kamuoyuna açıklanmıyor. OGM’nin (Orman Genel Müdürlüğü) ormancılık araş
tırma enstitülerindeyse “görevi”
“Orman koruma, yaban hayatı ve korunan alanlar araştırmaları başmühendisliğinin görevleri; orman
lardaki biyotik ve abiyotik zararlıların belirlenmesi, biyolojisi ve ekolojisi ile koruma ve mücadele yön
temleri, av ve yaban hayatı, milli parklar ve diğer korunan alanlar konularında araştırmalar yapmak…”
olarak açıklanan “Orman Koruma, Yaban Hayatı ve Korunan Alanlar Araştırmaları Başmühendisleri”
bulunuyor. Ancak, KA’ların korunması özelinde alan araştırmaları yok denebilecek denli az.**
*Örneğin en son Türkiye Ormancılar Derneği’nin 2024 yılında yayımladığı Türkiye Ormancılığında Korunan
Alanlar (https://www.ormancilardernegi.org/Yayinlar).
** Ormancılık araştırma enstitülerinin 2025 yılındaki AİG toplantısında (Araştırma İhtisas Grupları Toplantısı)
38 yeni proje önerisi arasında yalnızca bir araştırma önerisi – “Sosyal Pazarlama Yaklaşımının Milli Parklarda
Kullanım Olanaklarının Araştırılması: Yedigöller Milli Parkı Örneği”
görüşülüp “oybirliğiyle” kabul edilmiş.
Henüz sonuçlandırılmamış 123 araştırmanın yalnızca üçü – “Orman Rekreasyonunda Ziyaretçi Memnuniye
tinin ve Bağlılığının Yapısal Modeli (Koçkayası Tabiat Parkı Örneği” , “Kadıralak Tabiat Parkı'nın Flora ve
3
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Gelelim şu KA kavramına…
“Güzel” bir oyun: Gezegenimizin yaşanabilirliğini tümüyle koruyamıyoruz; hiç olmazsa bizim için “ya
rarlı”, “ender”, “güzel”, “geleceği tehlike altında” vb, dolayısıyla da önemli olanları koruyalım ! Peki
ama siz kimsiniz? Tam da insanca ikiyüzlü bir tutum: Tüm yaşamı tehlikeye atanlarla uğraşmak gibi
zor ve tehlikeli değil; üstelik hem kârlı da olabilir !
Çoğunlukla genel olarak KA denip geçiliyor ama ülkemizde ilgili/sorumlu hukuksal düzenlemeler ile
kurumsal yapılar, ayrılma amaçları, yönetim biçimleri değişik yirmiyi aşkın çeşit KA yapısı –“statüsü”-
oluşturulmuş. KA denildiğinde sizin tam olarak ne anladığınızı kestiremiyorum. Bense kafamdaki
kavramsal karışıklığı- “conservation”, “preservation”, “protection” vb ?- bile henüz tam olarak aşabilmiş
değilim*. Yürürlükteki hukuksal ve kurumsal düzenlemeler ile uygulamalar, yanı sıra, kimi konu “uz
manlarının” açıklamaları da bu karışıklığı pekiştirdi. Sanırım ülkemizdeki KA’lara daha çok “protected
area” olarak yaklaşılıyor. Bu bağlamda bir de çeşitli tanımlamaları anımsayalım:
Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (1993/1996):
“Koruma alanı, özgün koruma amaçlarını gerçekleştirmek için belirlenen, düzenlenen ve yönetilen,
coğrafi olarak tanımlanmış bir alan anlamındadır.”
IUCN (Uluslararası Doğa Koruma Birliği, 2013):4
“Doğanın ve ilişkili ekosistem servisleri / hizmetleri ve kültürel değerlerin uzun vadeli korunması ama
cıyla açıkça tanımlanmış coğrafi sınırları olan, tanınmış, adanmışlık içeren ve yasal veya diğer etkin
yöntemlerle yönetilen alandır.”
DKMP-GM:5
“Ekosistem hizmetlerinin ve kültürel değerlerin, tabiatla birlikte uzun vadeli korunması ve devamlılığın
sağlanması maksadıyla mevzuatla tanımlanan ve yönetilen coğrafi bir alandır.”
Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik (2012):
“Korunan alan: Biyolojik çeşitliliğin, doğal ve bununla ilişkili kültürel kaynakların korunması ve devam
lılığının sağlanması amacıyla ilgili mevzuata göre yönetilen; milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları,
tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma
statüsü bulunan kara, su ya da deniz alanları…” (Madde 5/ö)
Korunan Alanlarda Yapılacak Planlara Dair Yönetmeliği (2012):
“Korunan alan: Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları,
sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan, biyolojik çeşitliliğin,
doğal ve bununla ilişkili kültürel kaynakların korunması ve devamlılığının sağlanması amacıyla ilgili
mevzuata göre tespit edilen ve yönetilen kara ya da deniz alanı” (Madde 3/h)
vb. Açıklamalar aynı kaynaklardan esinlenerek yapıldığı için benzer içerikte. Ayrıntısına girmeyecek,
yalnızca şunu söyleyeceğim: Bu açıklamalar güncel gelişmeleri karşılayamıyor; biyolojik Çeşitlilik
Sözleşmesi’ndeki açıklamaysa daha yol açıcı bence.
Öte yandan, bir de DKMP-GM’nin 2012 yılında “Korunan Alanlarda Koruma Bölgelerinin Belirlen
mesi” konulu yazısında geçen “koruma bölgeleri” söylemi var:6
“Milli park, tabiat parklar ile yaban hayatı geliştirme sahalarında; mutlak koruma bölgesi, hassas kul
lanım bölgesi veya sınırlı kullanım bölgesi ve kontrollü kullanım bölgesi isimleri kullanılırken sulak
alanlarda mutlak koruma bölgesi, sulak alan bölgesi, ekolojik etkilenme bölgesi, özel hüküm bölgesi
ve tampon bölge kavramları kullanılmaktadır.”
Dikkatinizi çekmiştir: Tüm bu açıklamalarda nedense (?) “alan” –“saha”- söylemi öne çıkarılıyor.
Buysa doğal oluşumlar söz konusu olduğunda süreç olgusunun ikincilleşmesine, başka bir
Vejetasyonu (Tonya/Trabzon)” ile “Spil Dağı Milli Parkında Sosyal Taşıma Kapasitesi ve Etkileyen Faktör
ler” - KA’larla ilgili. “Sonuçlanan” 24 ve “ara sonuç alınan” 4 proje arasındaysa KA’larla ilgili bir proje bulun
muyor.
*Sözgelimi, “Tarzan İngilizcemle”
IUCN’nin (Uluslararası Doğayı Koruma Birliği) -International Union for the
Conservation of Nature – kaynaklarına bakındım, dahası, kızımın yakın arkadaşı
“yapay zekaya” bile da
nıştık. Onun verdiği yanıtları “meraklıları” için Ek 1’de verdim.
4
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
söyleyişle, gerektiğince önemsenmemesine yol açmıyor mu sizce de? Bence mühendislik ideoloji
sinden kaynaklanan bu kolaycı yaklaşım, KA’larla ilgili özellikle planlama çalışmalarında çeşitli ek
siklik ve yanlışlıklara neden oluyor.
Kısacası ülkemizde genel olarak “doğa koruma”, özel olarak KA’ların korunması yaklaşımlarının, ilgili
hukuksal ve kurumsal düzenlemelerin güncellenmesi, ayrıntılı veri tabanının oluşturulması, DKMP
GM vb kuruluşlarda özel araştırma birimlerinin oluşturulması ve donatılması gerekiyor. Konu “uz
manları” bu pek zahmetli uğraşı göze alsa keşke.
• Böyle giderse…
Evet, “böyle giderse”
✓ KA’lardaki doğal süreçler de çok daha hızlı biçimde “bozulacak”, dolayısıyla
✓ doğal ortamlar “doğasına” aykırı biçimde daha hızlı dönüşebilecek ve
✓ doğal varlıklar hem sayısal hem de türsel olarak daha hızlı azalacak !
Görünüşe bakılırsa “böyle gidecek” ! KA’ların korunmasında da yaşamsal önemde olumsuzluklar
yaşanıyor çünkü. İşte başlıcaları…
i) “Doğal” sayılanlara parçacı, az boyutlu, durağan yaklaşımlar egemenliğini sürdürüyor…
Tarih öncesi dönemlerden beri biliniyor, söyleniyor, yazılıyor. Hoş görmenizi dileyerek anımsatayım:
“Doğa” bir bütün; doğal süreçler, ortamlar ile varlıklar bu bütünlük ve etkileşim içinde oluşuyor ve
sürekli olarak dönüşüyor. İnsanlar da bu bütünün bir bileşeni ! Ne demişti saygıyla andığım yazar,
ozan, düşün insanı Oruç Aruoba:
“‘Doğa’ diye bir kavram türetip (!) karşımıza aldığımız temelde biziz – ne demek ‘doğa ile insan’? -…
O, budalaca karşımıza aldığımız – çözümleyip kurumsallaştırdığımız- bütün, bizim (‘homosapiens”!)
bir parçası olduğumuz bütündür.”7
Böyle düşünen yalnızca o mu, değil kuşkusuz: Yeri geldiğinde yazılarından çokça alıntı yaptığım
John Fowles da benzer düşünceler öne sürmüştü:8
“Doğa, şu ya da bu şekilde bizim dışımızda, etrafı çevrilmiş ve yabancı, ayrı olarak görüldüğü sürece,
doğayı hem dışımızda hem içimizde yitiririz. Kişisel ve genel, insani ve insan dışı olmak üzere bu iki
doğa ayrılamaz; doğanın ya da yaşamın kendisi bir başkası aracılığıyla yalnızca başka insanların göz
lemleri ve bilgileri aracılığıyla gerçek anlamda asla anlaşılamaz.”
Ancak bilinenler yaşamın her alanında gerektiğince göz önünde bulundurulmuyor. Dolayısıyla koru
macı düzenlemeler, çabalar çoğunlukla “doğal” sayılan ortamlara –“alanlara”- ya da varlıklara indir
geniyor.
ii) Kolaycılık yeğleniyor…
Çoğunlukla Çizge 1’de yalınlaştırdığım yaklaşımlar günümüzde bile oldukça yaygın:
Çizge 1: Doğal Süreç, Ortam ve Varlıkların Korunmasına Yönelik
Yaygın Yaklaşım, Düzenleme ve Uygulamalar
• Doğal süreçler
• Toplumsal, kültürel,
ekonomik, teknolojik
gelişmeler
• vb
• İnsan etkinlikleri
• vb
Doğal
Süreçler,
“Korunan
Alanlar”
Ortamlar
ile
Varlıklar
Bu bir bakıma eskil –“kadim”-, geleneksel ve yaygın yaklaşım, üstü örtük de olsa temelde iki varsa
yıma dayanıyor:
i) Yalnızca belirli özelliklere sahip -ender bulunanı, geleceği tehlike altında olduğu düşünülen, çeki
ciliği bulunan vb- doğal ortam ve varlıkların korunması gerekiyor !
ii) Doğal süreçler, ortam ile varlıklar çevrelerinden yersel –“alan”- olarak ayrılarak –“soyutlana
rak”- korunabilir !
5
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Doğal süreçlerin, ortamlar ile varlıkların korunmasına yönelik “farkındalık” oluşturma, bu amaçla bil
gilendirme, kural ve standart önerileri geliştirme vb yararlı çalışmalar yapan IUCN’i (Uluslararası
Doğa Koruma Birliği, -“International Union for conservation of Nature) biliyorsunuz. Anlamakta zorlanı
yorum: IUCN, yaşanan onca olumsuz sonuçlarına karşın çabalarına egemen olan seçkinci, soyutla
macı ve indirgemeci yaklaşımını sürdürüyor. İlginçtir; önermeleri de dünyanın her yanında nere
deyse koşulsuz biçimde yaygın olarak benimsenmesini ve uygulanması hedefliyor. Neden acaba?
Aklımın ermeğe başladığından (!) bu yana ben de şöyle düşünüyorum:
✓ “Doğa”, sürekli olarak değişen etkileşimli süreçler bütünüdür; bileşenlerinin birbirlerinden,
özellikle de yersel olarak tümüyle ayrıştırılması -“soyutlanabilmesi”- olanaklı değildir !
✓ Yalnızca doğal süreçler değil kuşkusuz; toplumsal, ekonomik, kültürel değişme ve gelişmeler
de hem birbirleriyle hem de doğal süreçlerle doğrudan ve dolaylı olarak az ya da çok etkile
şiyor !
✓ Doğal süreçleri, ortamlar ile varlıkları olumsuz olarak etkileyen gelişmeler, temelde öznel,
açık söyleyişle, tek tek birey ya da kuruluşların istençleri -“iradeleri”- ile karar ve uygulamala
rının değil, nesnel koşulların –“üretim ilişkilerinin- sonuçlarıdır !
Görünüşe bakılırsa çoğu kişi bu son derece yalın gerçeklikler en azından kuramsal olarak biliyor.
Ancak yaşamın tüm alanlarının düzenlenmesi sırasında bütüncül olarak gerektiğince göz önünde
bulundurulmuyor. Dolayısıyla, “korumacı” düzenleme ve uygulamaların istendik sonuçlar verebilmesi
rastlantılara kalıyor, çoğunlukla da kalıcı olamıyor. Bütüncül olarak göz önünde bulundurulabilme
siyse, siyasal mücadeleleri –“particilik dalaşması” değil !- gerektiriyor. Böyleyken, en keskin “doğa
korumacılar” bile çoğunlukla ya bunu göze alamıyor ya da böylesine külfetli (!) bir uğraşa kalkışmıyor
vb. Yoksa doğal süreç, ortamlar ile varlıkların da, sözgelimi depremlerin yol açtığı yıkımlar gibi “si
yaset üstü”
bir konu olduğu mu düşünülüyor? Öyle düşünülüyorsa eğer, ki bence çoğunlukla öyle
olduğu düşünülüyor; bu bence yaşamsal önemde bir yanılsamadır.
Gerçekte Bertolt Brecht’in içinde bulunduğumuz günlerde artık herkesin, TÜSİAD’çıların bile
söy
lemesi gereken şu ünlü sözü doğal süreçler, ortamlar ile varlıkların, bu kapsamda KA’ların geleceği
için de anlamlı:
“Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiç birimiz!”
iii) Doğal süreçler, ortamlar ile varlıklar günümüzde bile “kaynak” sayılıyor…
Bildiğiniz gibi, evrendeki tüm doğal süreçlerin, ortamlar ile varlıkların içsel –“kendinde”- değerleri var
dır. Herhangi bir yararının olmadığı düşünülenler bile yalnızca “var oldukları” için değerlidir. Ancak,
özellikle değişime dayalı üretim ilişkilerinin ortaya çıkması, yaygınlaşıp egemenleşmesi doğal süreç
ler, ortamlar ile varlıkların da “kaynak” -“doğal kaynak”- sayılmasına yol açmıştır. Dolayısıyla doğal
süreçler, ortamlar ile varlıklar da giderek metalaştırılmıştır. Artık öyle bir aşamaya ulaşılmıştır ki,
değişim değerine sahip tüm doğal süreçler, ortam ve varlıklar fiyatlandırılır olmuştur. Bu kapsamda
görece yakın dönemlerde, örneğin 1960’lı yıllarda “Müştereklerin Trajedisi”, 2000’li yıllarda Birleşmiş
Milletler’in “Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi” vb önerilerle doğal süreçler, ortamlar ile varlıkla
rın özel mülkiyete geçirilmesi ya da yararlanmanın tüm boyutlarıyla fiyatlandırılmasıyla “daha etkin
korunabileceği” savları öne sürülür olmuştur. Bu yönelim ülkemize de yansıtılmıştır.* Öyle ki “en"
korumacı” görünen hukuksal düzenlemeler bile bu yaklaşım doğrultusunda biçimlendirilmiştir. Örneğin,
✓ 1983 yılında büyük uğraşlarla çıkarılan, günümüze değin 12’ si 2000’li yıllarda 18 kez değiş
tirilen 2872 sayılı Çevre Kanunu (örneğin Madde 3/c) ile
✓ Tümü yine 2000’li yıllarda olmak üzere 8 kez değiştirilen 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu da
(örneğin Madde 13)
temel de “kaynak” yaklaşımıyla hazırlanmıştır. Ancak 2872 sayılı yasanın 2. maddesinde “kâğıt üze
rinde kalan”
*Örneğin 1998 yılında Dünya Bankası desteğiyle hazırlanan “Ormancılık Sektör İncelemesi, Global Çevre
Örtüşme Programı Raporu”nda “ekosistem hizmet değerleri” için böylesi hesaplamalar yapılmıştır. (Kay
nak: Türkiye Ulusal Ormancılık Programı,2004-2023, Çevre ve Orman Bakanlığı, 2004, Ankara, sayfa 42.)
6
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
✓ “Doğal varlık: Bütün bitki, hayvan, mikroorganizmalar ile bunların yaşama ortamları…” ile
✓ “Doğal kaynak: Hava, su, toprak ve doğada bulunan cansız varlıklar…”
ayrımı yapılmıştır. Böyleyken, başta Milli Parklar Yönetmeliği olmak üzere ilgili yönetmeliklerdeki dü
zenlemeler, belki de bu yaklaşımın nelere yol açabileceğinin ayırdında olunmadan (?) yapılmıştır.*
Örneğin Milli Parklar Yönetmeliği’nin 4. maddesinde “tabii Kaynak” ve “biyolojik tabii değerler” için
“… flora, fauna, habitatlar, ekosistemler, tabiat tarihinin ve tabii mirasın müstesna özellikleri ve bunlara
dair ilmi değerler ile fiziki tabii değerler; coğrafi konum, jeolojik ve jeomorfolojik teşekküller, hidrolojik
ve limnolojik özellikler, klimatik özellikler ve bunlara dair ilmi değerleri”
tanımı yapılmıştır. Ek olarak; “kaynak”, “kaynak değerleri” söylemleri öteki maddelerinde de çokça
kullanılmıştır. Oysa doğal süreçlere, ortamlar ile varlıklara, özellikle hiçbir ayrım gözetmeden “kay
nak” olarak yaklaşıldığında, deyim yerindeyse, “cehenneme giden yolun taşlarının döşenmesi” baş
lanmıştır artık.** Bu “yolun” nerelere ulaşabileceğini öngörebilmek her durumda olanaklı değildir
çünkü. Sözgelimi; • hangi doğal süreçler, ortamlar ile varlıklar “kaynak” sayılabilecektir; • bu “kay
niz
nakların” mülkiyetinin ya da kullanım “hakkı” (?) kimlerin olacaktır; • mülkiyet ya da kullanım hakkı
sahipleri bu “kaynakları” hangi amaçlarla ve nasıl kullanacaktır; • bu kullanım kimler tarafından nasıl
denetlenebilecektir; • günümüzde çokça sözü edilen “kamu yararı” – “üstün kamu yararı” da diyebilirsi-- ne denli gözetilecektir; • gerektiğince (?) gözetilmesi kimler tarafından nasıl sağlanabilecektir;
• gerektiğince (?) sağlanamadığı saptandığında hangi yaptırımlar uygulanacaktır? Ayrıca; • örneğin,
ülkemizde KA’ların yönetiminde böyle bir düzenek oluşturulabildi mi; • henüz oluşturulamadıysa eğer
nasıl oluşturulabilir, mi? Böylesi soruların pek sorulmadığı ülkemizde doğal süreçler, ortamlar ile
varlıkları koruma politikası için söylenebilecek olan ancak “saldım çayıra, Mevla’m kayıra” olacaktır.
Zahmet edip çevrenize bir bakın, tanıklıklarınızı anımsayın lütfen; “Mevla’m KA’ları ne denli kayırmış,
kayırıyor”?
iv) “Kullanarak koruma”, “yararlanmak için koruma” vb yaklaşımlar egemenliğini sürdürüyor…
Çok açık değil mi; “kaynak” olarak algılanan “şeyler” kullanılır, gerektiğinde tüketilir ! Her zaman öyle
olmamış mıdır? Ancak doğal süreçler, ortamlar ile varlıkların giderek niteliksel ve niceliksel olarak
yetersizleşmesinin, yanı sıra, ekolojik, ekonomik ve toplumsal yıkımlara yol açmasının ayırdına va
rılması “korumacı” çabaları da gündeme germiştir. Bildiğiniz gibi bu doğrultuda, çoğu Birleşmiş Mil
letler’in yönlendiriciliğinde, örneğin
✓ “Büyümenin Sınırları” başlıklı yazanak (1972),
✓ “İnsan ve Çevresi Konferansı” (1972),
✓ “Ortak Geleceğimiz” başlıklı yazanak (Brundtland Raporu, 1987),
✓ “Çevre ve Kalkınma Konferansı” (“Gündem 21”,1992),
✓ “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi” (1992),
✓ “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” (1997),
✓ “Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi” (2002),
✓ “Paris İklim Antlaşması” (2016) vb
vb etkinlikler gerçekleştirilmiştir. “Koruma-kullanma dengesi” söylemi de nedense (?) daha çok em
peryalist ülkelerin bu “aydınlanma” sürecinde ortaya çıkmış, en az “sürdürülebilir kalkınma”, “küre
selleşme” vb denli “masum” bir kavramdır. Bu noktada sözgelimi
“Emperyalist ülkelerin “başına saksı mı düşmüştür?” ya da
pek “müstehcen” deyimi birazcık değiştirerek söylersem;
*İlginçtir; aynı yıl bu yasalardan önce çıkarılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’ndaysa,
adında da olduğu gibi “…jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya
özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan
değerlerdir” (Vurgulamayı ben yaptım YÇ) biçiminde tanımlanan “tabiat varlıkları” söylemi egemendir.
** Örneğin 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, dolayısıyla Milli Parklar Yönetmeliği’nde “kaynak değerleri” söyle
minden geçilmiyor; peki ama neden “kaynak” ve neden “değer”?
7
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
“Bayram değil seyran değil, emperyalist ülkeler neden doğal süreçleri, ortamlar ile varlıkları
da öpmeye kalkıştı”?
vb sorular sizin de aklınıza gelmiyor mu? Aşağıda sunduğum iki açıklama, çoğu emperyalist ülkeler
ile güdümündeki ülkelerarası kuruluşlarda geliştirilen “sürdürülebilir kalkınma”, “ekosistem hizmet
leri”*, “doğa sermayesi” vb kavramları gerektiğince sorgulamadan ülkemize aktaranları, aktarmakla
da yetinmeyip, tepe tepe kullananları “şapkalarını önlerine koyup birazcık düşünmeye yöneltir mi
acaba? Hiç sanmıyorum doğrusu:
Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi
(WBCSD)
"2020 yılının global şirketleri, dünyanın karşı kar
şıya bulunduğu sorunları dikkate alarak - açlık, yok
sulluk, iklim değişimi, kaynakların israfı, küresel
leşme ve demokratikleşme - yeni müşterilere
ürün ve hizmetlerini sunanlar olacaktır. Bu yön
deki çabalar değerli ve sürdürülebilir olmakla bir
likte, bunlar aynı zamanda kârlı da olmak zorun
dadır... Bu nedenle, iş dünyasının topluma olan
katkısı hayır ve bağış işleri ile ilgili girişimlerimizden
ve desteğimizden değil, kendi öz işimizden gelme
lidir.” (Vurgulamayı ben yaptım YÇ)
İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği**
(SKD-Türkiye)
"Sürdürülebilir kalkınma çalışmaları artık iş dünyası
için olmazsa olmaz bir alandır. Şirketler uluslararası
platformda kârlılık ve cirolarından çok sürdürülebilir
kalkınma altında ele alınan itibar, marka, değişen şart
lara uyum, gelecek risklerin azaltılması, risklerin fırsat
lara çevrilmesi konularına odaklanmak mecburiyetin
dedir. Bu, ticaretin korunması, devamlılığı ve büyütül
mesi için esastır. Türkiye ve Türk iş dünyasının küre
selleşme sürecine uyum sağlayabilmesi AB üyelik
şartlarını başarıyla uygulayabilmesi için konunun işle
yiş ve mantığını anlaması çok önemlidir."
Kaynak: Kaynak: İşveren Dergisi, Haziran 2006, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu.
Daha nasıl söylesinler… Ancak, bu türden yararlanmacı yaklaşımlar yalnızca “şirin” görünümlü ser
mayeci örgütlerince değil başka kuruluşlar ile “konu uzmanları” tarafından her fırsatta sıkça sergilen
miştir.9 İktisatçı bilim insanı Fuat Ercan ile arkadaşlarının “eleştirel olmayan, verili ilişkilerin devamlı
lığı için bilgi üreten, bu anlamda egemen işleyişin devamlılığını sağlayan sermayenin organik aydın
ları” olarak tanımladığı10 “lehimci mühendisler” bilerek ya da bilmeden (?) işte böylesi işlevler de
görüyor.
Öte yandan, ilginçtir; ülkemizde “koruma-kullanma” söylemi, 12 Eylül Darbesi’ni izleyen 1980’li yıl
larda gündeme gelmiştir; neden acaba? Örneğin ilgili hukuksal düzenlemelerde ilk kez
✓ 2872 sayılı yasanın 9 ile 20. maddelerinde “koruma ve kullanma esasları”, yanı sıra,
✓ 2873 sayılı yasanın 4. maddesinde “koruma ve kullanma amaçları” ve 13. maddesinde “ko
ruma ve çok taraflı kullanım”
olarak kullanılmıştır. Doğal olarak, örneğin 1986 yılında çıkarılan Milli Parklar Yönetmeliği’nin örneğin
5. maddesinde de
✓ “koruma ve kullanma esasları” ile
✓ “kullanma ve yararlanma şartları”
söylemleri öne çıkarılmıştır. Ardından 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 2006 yılında yeniden düzenle
nen 9. maddesinde “çevre düzeni planlarının” hazırlanması sürecinde “koruma-kullanma dengesi
nin…” gözetilmesi kuralına yer verilmiştir. Bu noktada; “- Peki ama koruma-kullanma esasları, şartları
nasıl belirlenecek?” sorusu akla gelebilir. Milli Parklar Yönetmeliği’nin 5. maddesinde bu sorunun da
yanıtı verilmiştir:
*Ekosistem hizmetleri” konusunda ayrıntılı bilgi için Ferda Uzunyayla’nın Ekonomik Yaklaşım Dergisi’nde ya
yımlanan “Ekosistem Hizmetlerinin Parasal Değerini Belirleme Yöntem ve Tartışmalarına İlişkin Bir İnceleme”
başlıklı yazısından yararlanabilirsiniz. (Ekonomik Yaklaşım, 2017, 28(105), sayfa 19-61, www.ekonomikyak
lasim.org)
** Bu noktada kısaca belirteyim: WBCSD’nin üyeleri arasında General Motors, Nestlé, Apple, Bayer, Reliance
Industries, Glencore, Sinopec, Roche, BP, JP Morgan Chase, EY, Philipp Morris ve Lafarge, Holcim vb
önemli kirletici ve yokedici ülkelerarası yaklaşık 200 şirket bulunuyor. SKD-Türkiye’yse, üyeleri arasında
kamuoyunda “Beşli Çete” olarak anılan üretilmiş yeni yetme tekellerin de bulunduğu bir “dernek”, WBCSD’nin
ülkemizdeki uzantısı bir kuruluştur
8
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
“Kaynak değerleri ile koruma ve kullanma esaslarının belirlenmesinde, ilmi ve teknik araştırmalara
en geniş ölçüde yer verilir.”
“Kullanma ve yararlanma şartları ve seviyesi idarece belirlenir ve taşıma kapasitesinin dışına çıkıl
maz.” (Vurgulamaları ben yaptım YÇ)
Ancak araştırdım, sordum soruşturdum sözü edilen “esaslar” ile “şartlara” ulaşamadım. Sanırım,
daha önce de aktarmıştım; 2873 sayılı yasanın “Koruma” başlıklı “Beşinci Bölüm”ün 14. maddesinde
açıklanan şu “yasaklamalar” yeterli görülmüştür. Bu “yasaklamalara” Milli Parklar Yönetmeliği’nin
“Temel İlkeler” başlıklı 5. maddesinde daha ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Hoş göreceğinizi umarak
onların da birkaçını anımsatayım:
“Bu yönetmeliğin uygulandığı yerlerde
A) Genel olarak
1) Kanunun 14 üncü maddesi ile yasaklanan faaliyetler yapılamaz.
2) …
3) Kaynakların tabii karakterinin mutlak korunması ve devamlılığı sağlanır.
4) Tabii kaynakların işletilmesi yasaktır.
5) Tabii denge ve manzara bütünlüğünü bozacak ve tabii çevrenin bakir karakteri ile bağdaşmayacak
hiçbir faaliyete izin verilmez.
6) Bu yerler sadece koruma, yönetim, araştırma, ziyaretçi, tanıtım tesis ve hizmetleri ile donatılır; bu te
sisler ile kaynak amenajmanı ve restorasyon esasları planlarında belirtilir.
7) Kullanma ve yararlanma şartları ve seviyesi idarece belirlenir ve taşıma kapasitesinin dışına çıkıl
maz.
8) Tabii ve kültürel kaynaklara, kaynak değerini bozmayacak, ancak tamamlayıcı ve restorasyon amaçlı
müdahalelerde bulunulabilir.
9) Tabiatı mutlak koruma zonlarında, tabii kaynaklar insan etkisi olmaksızın tabii haline bırakılır.
10) ...
11) Kamulaştırma ve Tahsisler Kanunun 5 inci ve 6 ncı maddelerine göre yapılır.
12) …
“- Peki ya ‘B) Özel hallerde’ hangi ilkeler uygulanacak?” derseniz onlara da çarpıcı olduğunu düşün
düğüm birkaç örnek vereyim:
1) Düzenli tarım ve mevcut iskan alanları ile bunları çevreleyen kırsal manzara dokusu, kültürel ve tabii
kaynakların korunması ve değerlendirilmesinde tezat teşkil etmemesi halinde bu arazi kullanımlarının
devamlılıklarını temin etmek üzere planlarında gerekli hükümler getirilir ve bu hükümlere göre özel
mülkiyet tasarruflarına izin verilebilir.
2) ….
3) Üretim, otlatma ve avlanma faaliyetlerine ve kaynakların korunması geliştirilmesi ve devamlılığını sağ
layacak teknik faaliyetlere, … mutlak koruma zonları dışında izin verilebilir.
4) Kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir mecburiyet doğması halinde, planda yer alma
yan herhangi bir yatırım projesinin uygulanmasına, projenin çevreye yapacağı tesir etüt edilerek,
çevre ve kaynak koruma politikalarıyla kabul edilemez bir tezat teşkil etmeyeceğinin tespit edilmesi
halinde, planda gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra Bakanlıkça izin verilebilir. (Ek cümleler:RG
18/3/2014-28945) …” (Vurgulamaları ben yaptım YÇ)
“- Nasıl yani ?” dediğinizi duyar gibiyim .
Öte yandan, günümüzde, “yararlanmak için koruma” yaklaşımına, söylemlerine yeni boyutlar getiril
miştir. Sözgelimi, son yıllarda, deyim yerindeyse “denize düşen yılana sarılır” deyimini anımsatan bir
yaklaşımla KA’ların iklim değişikliğinin yol açabileceği olumsuzluklara karşı bir güvence sağlayacağı
için korunması gerektiği tezleri de öne sürülür olmuştur. Örneğin, 2011 yılında “Korunan Alanlar ve
9
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
İklim Değişikliği Türkiye Ulusal Stratejisi” adıyla kamuoyuna sunulan yayının “önsözünde” şu görüş
lere yer verilmiştir:*
“Bilimsel kanıtlara ve doğa koruma deneyimlerine göre korunan alanlar, iklim değişikliğiyle küresel
mücadelenin temel bir parçası. Korunan alanlar, doğal kaynakların ve ekosistemlerin sağladığı hiz
metlerin sürdürülmesi açısından önemli. Karasal karbon miktarının yüzde 15’ini depolayan bu alanlar,
iklim değişikliği azaltım ve etkilerine uyumda eşsiz bir role sahip. Korunan alanlar, bu sayede, sera
gazı salımlarının düşürülmesine yardımcı oluyor. Böylesi alanlar olmazsa, iklim ile ilgili sorunlar daha
kötü bir hal alabilir. Dolayısıyla korunan alanların güçlendirilmesi, iklim krizinde en güçlü doğal çözüm
lerden biri.” 11
Aynı yayında şu açıklamaya da yer verilmiş:
“2009 sonunda, IUCN-WCPA, Doğal Kaynakları Koruma Teşkilatı (The Nature Conservancy), Birleş
miş Milletler Kalkınma Programı, Yaban Hayatı Koruma Derneği (Wildlife Conservation Society),
Dünya Bankası ve WWF; iklim değişikliği müdahale stratejileri içerisinde korunan alanların oynayabi
leceği rol konusunda ilk küresel değerlendirmeyi yayınladılar: Doğal Çözümler: Korunan Alanlar İklim
Değişikliğiyle Mücadelede İnsanlara Yardım Ediyor.”
Ne güzel değil mi …
Böylesi yaklaşımlarda KA’ların korunması gereğini pekiştirme amacı güdülüyor olabilir; bilemiyorum.
Ancak, tıpkı “üstün kamu yararı” söyleminde olduğu gibi, böylesi amaçları ikincilleştirebilecek başka
“insanlara” -hangi insanlara?- yarar sağlama amaçlı yaklaşımlar da kolaylıkla gündeme getirilebilir.
Bence pek çok temel sorun da böylesi yaklaşımlardan kaynaklanıyor. Örneğin, “KA’ların sunduğu
ekolojik “hizmetlerin”, biyolojik çeşitliliğinin, görsel varsıllığının vb “insanlık için önemli fırsatlar” sun
duğu öne sürülebiliyor. Bunun, kuşkusuz “iyi niyetle” hazırlanmış şu görsele yol açan anlayıştan
ayrımı nedir söyler misiniz:
v) Örneğin şu yasal düzenlemeler ile bu düzenlemelere yol açan nesnel nedenler yürürlükteyken…
Doğal süreçler, ortamlar ile varlıkları “koruma” tutkusu ülkemizde de yaygınlaştı. Öyle ki, örneğin
dönemin “çok başarılı” Çevre ve Şehircilik Bakanı 2019 yılında şöyle bir açıklama yapabilmiştir:12
"Ülkemizin yaklaşık yüzde 9'u korunan alan statüsündedir. Bakanlığımız her yıl korunan alanlarını
yüzde 20 arttırarak 2023 yılı itibariyle korunan alanları ülke yüzölçümünün yüzde 17'sine ulaştırmayı
hedeflemektedir."
Peki, Mart 2025’e değin bu hedefe neden ulaşılamadı ? Bakan’ın yanı sıra, Bakan’ın konuşmasını
hazırlayanların da bu soruya anlamlı yanıtlar verebileceklerini düşünmüyorum. Deyim yerindeyse
çoğu durumda olduğu gibi, “lâf olsun, torba dolsun” örneği bir söylem işte ...
*Belirtildiğine göre belge Orman ve Su İşleri Bakanlığı, UNDP Türkiye ve WWF-Türkiye işbirliğinde Küresel
Çevre Fonu (GEF) desteğiyle yürütülen “Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi” ve
WWF’in “Yaşayan bir Dünya için Korunan Alanlar Programı” kapsamında 15-16 Şubat 2010 tarihlerinde dü
zenlenen “Korunan Alanlar ve İklim Değişikliği Çalıştayı”nın bir sonucu olarak UNDP-Türkiye’den Yıldıray
Lise ile WWF-Türkiye’den Başak Avcıoğlu Çokçalışkan tarafından hazırlanmış.
10
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Öte yandan, evet, bu denli olmasa da kimi KA’ların hem sayısı hem de genişliği ülkemizde de artırıl
mıştır (Ek 2). Ancak, ülkemizde öncelikli sorun, artırılmasından çok KA’ların gerektiğince korunama
ması, yanı sıra, buralardan herhangi bir biçimde yararlanılması gerekiyorsa eğer yararlanma amaç
ları, biçimleri ile yoğunluğudur. Ben diyorum ki, ülkemizde bu konulardaki gelişmeleri bireysel ya da
kurumsal rastlantılara bırakmayacak, dahası geniş anlamda kamu yararını gözetecek yaklaşımlar
sergilenmiyor; dolasıyla düzenlemeler bulunmuyor, uygulamalar ve tartışmalar yapılmıyor ! Ve ekli
yorum: Örneğin, şu yasal düzenlemeler yürürlükteyken KA’ların gerektiğince korunabilmesi kesinlikle
olanaksızdır. Nokta !
✓ 6831 sayılı Orman Kanunu’nun (1956) üç kez değiştirilen 16. maddesi:
“(Değişik birinci fıkra:23/3/2023-7442/10): Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile ma
dencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesislerine, fon bedelleri hariç,
bedeli alınarak Tarım ve Orman Bakanlığınca izin verilir. Ancak, temditler dahil ruhsat süresince mükte
sep haklar korunmak kaydı ile Devlet ormanları sınırları içindeki tohum meşcereleri, gen koruma alan
ları, muhafaza ormanları, verimli orman alanları, orman parkları, endemik ve korunması gereken
nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda maden aranması ve işletilmesi, Tarım ve Orman Bakanlığı
nın muvafakatine bağlıdır.”
Ek Madde 8 (2003, 2004):
“Bu Kanun ile 9.8.1983 tarihli ve 2873 sayılı Millî Parklar Kanununa tâbi alanlar üzerinde bulunan
yapı ve tesisler yirmi yıla kadar kiraya verilebilir.”
Ek Madde 14 (2014):
“Orman veya orman rejimine tabi alanların; mesire yeri, şehir ormanı, millî park, tabiat parkı, tabiat anıtı,
yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları ve avlak olarak ayrılan kısımlarında, orman koruma ve yan
gınla mücadele için yapılacak yapı ve tesisler ile idarenin ve ziyaretçilerin zaruri ihtiyaçlarını karşılaya
cak olan taban alanı 250 metrekareyi ve kat adedi bir bodrum kat ve çatı arası hariç ikiyi geçmeyen
yapılar uzun devreli gelişme planlarına veya gelişim ve yönetim planlarına göre yapılır.”
✓ 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun sekiz kez değiştirilen 8. maddesi:
“(4) (Ek:18/7/2021-7334/6) (Değişik: 25/10/2023-7464/14): 9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Millî
Parklar Kanunu gereğince tespit ve ilân edilen yerlerde, ilgili Bakanlıkça belirlenen ve üzerinde tu
rizm maksatlı konaklama tesisi bulunan veya konaklama tesisi yapılması uygun görülen alanları, uzun
devreli gelişme planları ve gelişme planlarına uygun olarak, gelirleri Tarım ve Orman Bakanlığı döner
sermayesine ait olmak üzere yatırımcılara tahsis etmeye sadece Bakanlık yetkilidir.”
✓ 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun (1983) birer kez değiştirilen 6, 7 ile 8. Maddeleri:
“Madde 6 – Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı içinde kalıp da, bu Kanunun
uygulanması için gerekli olanlardan;
a) Hazineye ait taşınmaz mallar, Orman ve Su İşleri Bakanlığının talebi üzerine,
b) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler, resen Hazine adına tescilini takiben,
c) Yukarıdaki (a) ve (b) bentlerinde belirlenenler dışında, kamu idareleri ile kamu kurum ve kuru
luşlarına ait taşınmaz mallar ve irtifak hakları, 6830 sayılı İstimlak Kanununun 30 uncu maddesi
uyarınca, belirlenecek bedelin ödenmesi şartıyla,
tahsis edilir.
Madde 7 – Milli park veya tabiat parklarında, planlarına uygun olması şartıyla, kamu kurum ve kuru
luşları tarafından yapılacak her türlü plan, proje ve yatırımlara Orman ve Su İşleri Bakanlığınca izin
verilebilir ve uygulamalar bu Kanun hükümlerine göre denetlenir.
Ancak; bu Kanun kapsamına giren yerlerde tarihi ve arkeolojik sahalarda kazı, restorasyon ve bilimsel
araştırmalar Kültür ve Turizm Bakanlığının iznine tabidir.”
“Madde 8 – Turizm bölge, alan ve merkezleri dışında kalan milli parklar ve tabiat parklarında kamu
yararı olmak şartıyla ve plan dahilinde, turistik amaçlı bina ve tesisler yapmak üzere gerçek ve özel
hukuk tüzelkişileri lehine Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Orman ve Su İşleri Bakanlığınca izin ve
rilebilir. Bu izin üzerine gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri lehine tesis edilecek intifa hakkı süresi kırkdo
kuz yılı geçemez.”
11
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
✓ 3213 sayılı Sayılı Maden Kanunu’nun (1985) beş kez değiştirilen 7. maddesi:
“(Ek fıkra: 10/6/2010-5995/3): Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında maden arama ve iş
letme faaliyetleri ile bu faaliyetler için gerekli geçici tesislere çevresel etki değerlendirme raporunda be
lirlenen esaslar dahilinde izin verilir.”
✓ 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin
Kanun’unun (2005) dört kez değiştirilen 8. maddesi:
“(Ek fıkra: 29/12/2010-6094/5): Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında,
muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde
ilgili Bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla
yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir.” (2010)
Böylesi yasal düzenlemeler egemen üretim ilişkilerinin, somut olarak da emek ve doğa sömürüsüne,
kamusal varlıkların özelleştirilmesine dayandığı ülkemizde de yeğlenen kapitalist ekonomik büyüme
politikalarının bir gereği olarak gündeme getirilmiştir. Bu yalın gerçek göz önünden bulundurulmadan
hukuksal öneriler öne sürmek, uygun deyimle “abesle iştigal etmektir” ya da “havanda su dövmektir”! *
vi) KA’lar da kimileri için “fırsattır” !
Günümüzde her şey, kutsallar bile metalaştırılıp özelleştiriliyor. Öyle ki, oluşumları için sermaye ve
emek harcanmayan doğal süreçler, ortamlar ile varlıklar, yanı sıra, doğrudan ve dolaylı olarak sun
duğu “hizmetler” bile bu yönelimin dışında kalamıyor. Başka ülkelerde de öyle midir, bilmiyorum:
Ülkemizde KA’lar da artık kimileri için “fırsata” dönüştürülmüştür. Çünkü
✓ sahip olduğu görece “el değmemiş” her türlü varsıllık –“kaynak değerleri” -,
✓ devlet mülkiyeti, sahipliği ve kullanımında olması,
✓ devlet tarafından yapılmış alt yapı yatırımları,
✓ toplumun görece doğal ortamlar ile varlıklara yönelik artan ve yaygınlaşan ilgisi
vb KA’ların kullanım, dolayısıyla değişim değerlerini –“rantlarını”- yükseltiyor. Bu nedenle, ülkemizde
KA’lar da hem devlet, dolayısıyla siyasal iktidar hem de özel sermaye için “fırsata” -kârlı yatırım alan
larına- dönüştürülüyor. Bu sürecin ilginç yanı ilgili kamu kuruluşlarının da bu “fırsatı” değerlendirme
çabasına girebilmesidir. Sözgelimi, 175 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle DKMP-GM’ye ve
rilen görevler arasında
“Doğa Turizmi Stratejisi Eylem Planı hazırlamak, doğa turizmi bilincini, potansiyelini ve tanınırlığını
artırmaya yönelik çalışmaları koordine etmek” de
sayılmıştır
. Güzel, ancak, yanıtlanması gereken sorular şu:
✓ Nerelerde “doğa turizmi”?
✓ Kültür ve Turizm Bakanlığı varken neden DKMP-GM
Ülkemizde “doğa turizmi” denilen etkinlikler çoğunlukla nerede yapılıyor? Bu sorunun yanıtını DKMP
GM veriyor:13
“Doğayla iç içe vakit geçirmek isteyen vatandaşlar, DKMP-GM Genel Müdürlüğünün yetki ve sorum
luluğundaki korunan alanlara ilgi gösteriyor. Havası, suyu, tarihi-doğal kaynak değerleri, tabii görü
nümleri ve sakin ortamları ile ziyaretçilerine eğlenme, dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirme
imkânı sunan korunan alanlar, 2024 yılında da vatandaşların gözdesi oldu. 49 milli park, 269 tabiat
parkı, 111 tabiat anıtı, 32 tabiatı koruma alanı, 85 yaban hayatı geliştirme sahası, 14 RAMSAR, 59
ulusal öneme haiz sulak alan ve 58 mahalli öneme haiz sulak alan olmak üzere toplam 677 korunan
alan, 2024 yılında toplam 67 milyon 849 bin 852 ziyaretçi ağırladı. Bunlardan 61 milyon 803 bin 255'i
günübirlik ziyaret gerçekleştirirken 6 milyon 46 bin 597'si de konaklamalı ziyarette bulundu.”
DKMP’ın “korunan alanlar ücret tarifesinde” şunlar var:
*Bu arada, anımsayacağınız gibi; 2010’lu yıllarda Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” gün
deme getirilmiş, yoğun biçimde tartışılmış ama yasallaştırılmamıştı. Şimdilerde yeniden gündemdeymiş; çok
merak ediyorum, neden acaba
12
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
• Kişi girişi, • araç girişi, • çadır- karavan- moto-karavan, • lüks çadır, • tiny house
ve sabit karavan, •
kır evi-bungalov- orman köşkü - • misafirhane, • açık alan etkinlikleri, • izin-irtifak, • alan kılavuzluğu
hizmeti, • baz ve radyo verici istasyonları yıllık kira, • ATM ünitesi yıllık kira, • elektrikli araç şarj istasyonu
ve telefon şarj ünitesi yıllık kira, • reklam tabelası, • billboard ve totem
kira, ticari maksatlı içme-kullanma
suyu ve termal su kuyusu açma ve kullanma yıllık izin bedelleri, • amatör-sportif olta balıkçılığı yer kulla
nım izin bedeli, • fotoğraf-film-video çekimi, • sulak alan etkinlikleri, • avlanma izni, • av ve yaban hay
vanları tazminat bedelleri, • av ve yaban hayvanı belge ücreti, yaban hayvanı tahsisi ücreti, • kanatlı yaban
hayvanı satış ücret…
Kısacası; OGM ile DKMP-GM ve TVK-GM, tekellerinde bulunan KA’ların geniş anlamda kamunun ya
rarına kullanılması gereken rantından doğrudan ya da dolaylı olarak sermayenin de yararlanmasına
yönelik politikalar izleme, uygulama çabasındadır. Doğaldır ki bu yönelimden kendisi de yararlanıyor
“nemalanıyor”- . Ne güzel değil mi; deyim yerindeyse, devlet de olsa “bal tutan parmağını yalıyor” işte…
DKMP’den haberler:
“KORUNAN ALANLARI 2024 YILINDA 67 MİLYON 849 BİN
KİŞİ ZİYARET ETTİ”
Yıl
“Korunan
Alan” Sayısı Ziyaretçi/Alan
2002
168
2021
631
643
32738
2022
82023
2023
660
677
94789
96484
2024
94789
Kaynak:
https://www.tarimorman.gov.tr/DKMP/Haber/384/Korun
an-Alanlara-2024-Yilinda-Ziyaretci-Sayisinda-Rekor
Artis, 30 Ocak 2025, erişim 3 Şubat 2025
Bu noktada, 2014 yılında çıkarılan ama sekiz yılda dört kez değiştirilen Sulak Alanların Korunması
Yönetmeliği ile bu yönetmelik “… Kapsamında Verilecek İzinlere İlişkin 2024 Yılı Uygulama Esasları”nı
bir de bu yaklaşımla incelemenizi öneriyorum. İncelediğimde benim aklıma “Hayırlı işler, bol kazanç
lar” demek dışında bir şey gelmedi doğrusu.
Gelelim “orman parklarına”… IUCN sınıflandırmasında “şehir ormanlarına”, DKMP-GM’nin KA veri
lerinde –“istatistiklerinde”- “mesire yerlerine” de yer verilmiştir. Ancak 2022 yılında çıkarılan Orman
Parkları Yönetmeliği’nin 4. maddesinde “orman parkı” olarak ayrılabilecek yerlerin yalnızca “rekre
asyonel kaynak değerlerine sahip olması” yeterli görülmüştür. Yönetmelik bütünüyle değerlendirildi
ğindeyse “orman parkları”, “devlet ormanı” sayılan yerlerden yararlanmanın özelleştirilmesi işlevini
gören
✓ “uygun” (?) biçimde düzenlenmiş ya da düzenlettirilmiş,
✓ “gerektiğince” (?) donatılmış ya da donattırılmış
✓ çok amaçlı
✓ “sıkıyönetimli”
✓ ücretli
kullanım yerleridir ! Yönetmeliğin özellikle şu maddeleri de bu gerçeği ortaya koyuyor:
Madde 8:
“(2) Orman parklarının, tamamı veya bir bölümü, kamu yararı ve zaruret bulunması halinde 6831 sayılı
Kanun hükümlerine göre başka maksatlara tahsis edilebilir.”
Madde 9:
“b) Orman parkları, 6831 sayılı Kanunun ek 8 inci maddesine göre yirmi yıla kadar kiraya verilebilir.”
Madde 10:
“a) Orman parkları işletmecilikleri 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu uyarınca kapalı teklif usulüyle ihale
edilir.”
Madde 15:
“(1) Orman parklarına ve ekoturizm rotalarına gelen ziyaretçilerden giriş ücretlerinin alınıp alınmaması
konusunda Genel Müdürlük yetkilidir.”
13
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Kısacası ülkemizde KA’lar iyi niyetli teknokratlar ne denli karşı çıksa da daha çok “doğa rantının”
değerlendirilmesine yönelik “fırsat” işlevini görüyor. Temelde, çoğunlukla görmezden gelinmesine
karşın aşağıdaki görselin sergilediği gerçeklik söz konusu çünkü:
KİM KİME DUM DUMA Behiç AK,
“Kapitalistler, doğrudan doğruya
kâr için üretim ve değişim
yaptıklarından, ilk planda
yalnızca en yakın, en dolaysız
sonuçlar hesaba katılmalıdır. Bir
fabrikatör ya da tüccar, ürettiği
ya da satın aldığı metaı normal
bir kârla satarsa, durumdan
hoşnuttur ve metaın ve alıcısının
sonrada ne olacağı onu
ilgilendirmez. Bu faaliyetlerin
doğal etkileri için de aynı şey
geçerlidir.”
(F. Engels, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin
Rolü”, Doğanın Diyalektiği, (Çeviren Arif Gelen),
Sol Yayınları, 1979, Ankara; Sayfa 232)
30 Mart 2006 Tarihli Cumhuriyet)
(KİM KİME DUM
DUMA Behiç Ak,
30 Mart 2006,
Cumhuriyet)
vii) Parçacı ve antidemokratik yapılanma oldukça…
Şu yapılanmaya bakar mısınız:
✓ 6831, 2863, 2872, 2873, 4915 -Kara Avcılığı Kanunu- ile “alan başkanlıkları” için çıkarılan ya
salar (6546, 7174, 7432… ) ve ilgili yönetmelikler
✓ amaçları, kuruluş yapıları, çalışma düzenleri, işlevsel ve yersel öncelikleri, bütçe olanakları
ile sorunları farklı
o aynı bakanlığa bağlı OGM ile DKMP-GM’nin,
o nedense Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın “hizmet birimlerinden”
TVKGM’nin (Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü),
o MPGM (Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü) ile
o Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda bile farklı “Bakan Yardımcılarının” sorumlu olduğu “ilgili
kuruluş” yapısında “alan başkanlıklarının”
merkez ve taşra birimleri ile
✓ değişik amaçlarla ayrılmış yirmi dolayında “ koruma statüsü”…
Tam da saygıyla andığım Sadık Şendil’in ünlü “Yedi Kocalı Hürmüz” başlıklı oyununu anımsatan bir
kurumsal yapı… Ancak, 2018 yılında başlatılan “mekânsal strateji planı” hazırlama çalışmalarının
hâlâ -Şubat 2025- bitirilemediği* ülkemizde böylesine parçacı bir yapılanmayla KA’lar gerektiğince
korunabilir mi? Sonra; hani doğal süreçler, ortamlar ile varlıklar birbirleriyle etkileşimli değişken
“dinamik”- bir bütünsellikti
? Öyledir kuşkusuz ama ilgili hukuksal ve kurumsal düzenlemeler ile
uygulamaların da bu gerçek her koşulda göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Gerektiğince göz önünde bulunduruluyor mu sizce?
* “Mekânsal strateji planı”, 2014 yılında çıkarıldıktan sonra dört kez değiştirilen Mekânsal Planlar Yapım Yö
netmeliği’nin 4. maddesinde şöyle tanımlanmıştır; anımsatayım:
“Ülke kalkınma politikaları ve bölgesel gelişme stratejilerini mekânsal düzeyde ilişkilendiren, bölge planlarının eko
nomik ve sosyal potansiyel, hedef ve stratejileri ile ulaşım ilişkileri ve fiziksel eşiklerini de dikkate alarak değerlen
diren, yer altı ve yer üstü kaynakların ekonomiye kazandırılmasına, doğal, tarihi ve kültürel değerlerin korunmasına
ve geliştirilmesine, yerleşmeler, ulaşım sistemi ile kentsel, sosyal ve teknik altyapının yönlendirilmesine dair
mekânsal stratejileri belirleyen, sektörlere ilişkin mekânsal politika ve stratejiler arasında ilişkiyi kuran, 1/250.000,
1/500.000 veya daha üst ölçek haritalar üzerinde şematik ve grafik dil kullanılarak hazırlanan, ülke bütününde ve
gerekli görülen bölgelerde yapılabilen, sektörel ve tematik paftalar ve raporu ile bütün olan plan…”
Sürekli olarak söylüyorum: “Mekânsal strateji planları” tüm sektörlerde yaşamsal önemde yönlendirici iş
levler görebilir. Ancak, nedense -kim bilir belki de bu nedenle…- çalışmalar bir türlü bitirilemiyor, daha da
önemlisi, en ilgili ve duyarlı olması gereken kamuoyunda bile nedense hemen hemen hiç tartışılmıyor.
14
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Öte yandan, bildiğiniz gibi ülkemizde KA’larla doğrudan ilgili kuruluşların başında şimdilerde Tarım
ve Orman Bakanlığı’nın “bağlı kuruluşlarından” DKMP-GM geliyor. DKMP-GM’nin 175 sayılı Cum
hurbaşkanlığı Kararnamesi’yle “kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli, bakanlığa – Tarım ve Orman
Bakanlığı- bağlı” bir kuruluşa dönüştürülmesi, duyuruda şöyle değerlendirildi:14
“Bu yapılanma ile Genel Müdürlüğümüzün organizasyon yapısı çok daha güçlenerek doğa koruma
faaliyetlerinde hızlı karar almayı ve etkin yönetimi sağlayacak daha fonksiyonel bir yapıya kavuştu.
Yeni yapılanma, Ülkemizin zengin biyoçeşitliliğinin, yaban hayatının, tabii ve kültürel kaynak değerle
rinin daha iyi korunması ile sürdürülebilir yönetimi konusunda farklı yaklaşımlar getirilmesi ve
yeni atılımlar gerçekleştirilmesi adına büyük rol oynayacak.” (Vurgulamaları ben yaptım YÇ)
Duyuru, söyleminin böylesine süslenmesinin gülünçlüğü bir yana, 1757-1763 döneminde Osmanlı
Devleti’nde sadrazamlık da yapan ozan Koca Mehmet Ragıp Paşa’nın ünlü "Şecaat arz ederken
merd-i kıbtî sirkatin söyler" sözünü akla getiriyor: Bu değerlendirmeden hareketle söylüyorum: De
mek oluyor ki DKMP-GM daha önce “gerektiğince”
✓ “güçlü” değilmiş,
✓ “hızlı” karar alamıyormuş,
✓ “etkin” yönetilemiyormuş ve
✓ “fonksiyonel” olamamış !
Bu vargıya kimler nasıl varmış? Eğer bu vargı gerçekçiyse
✓ bu kuruluşu özellikle 2010’lı yıllarda kimler yapılandırıp yönetmiş;
✓ bu kuruluş tarafından yapılan yahut hiç ya da gerektiğince yapılamayan düzenleme ve uygu
lamalar doğal süreçleri, ortamlar ile varlıkları, özellikle de KA’ları nasıl etkilemiş;
✓ olumsuz sonuçlara yol açmışsa bu etkiler nelerdir, bunlardan kimler ne denli sorumludur;
“sorumsuzlukları” yanlarına mı kalacaktır?
Peki, “yeni” yapısıyla DKMP-GM, Kararnamede yakınılan olumsuzluklardan kurtarılabilecek mi? Ay
rıca, sözgelimi, “ihdas edilen kadro” sayısı
✓ toplam 9055’den 3853’e
✓ “orman muhafaza memuru” sayısı 1172’den 338’e ve
✓ araştırıcı sayısı 32’den 13’e
indirilen DKMP-GM, Kararnameyle verilen görevleri gerektiğince yerine getirebilecek mi? Bana so
rarsanız getiremeyecek ama sözgelimi
✓ çeşitli kuruluşlardan sağlayacağı borç, bağış vb dış kaynaklarla “projeler” özelinde çalışma
lara ağırlık verebilecek;
✓ “doğa turizmi”, “avcılık”, “ekoturizm” vb ücretli etkinlikler ile madencilik, enerji vb yatırımları
yaygınlaştırarak KA’ları “yol geçen hanına” dönüştürebilecek;
✓ “biyolojik çeşitliliğin “sürdürülebilir” ya da “koruma-kullanma dengesi”
masını daha da kolaylaştırabilecek;
✓ çalışmalarında “hizmet alımını”, sözleşmeli çalıştırmayı artırabilecek
içinde metalaştırıl
vb. Kısacası, DKMP-GM de iyiden iyiye bir tür “taşeron kuruluşa” dönüştürebilecek. “Doğaperestlere”
soruyorum; dönüştürülsün mü?
viii) KA’larda yapılması gerekenler yapılmadıkça…
Daha önce andığım “Korunan Alanlar ve İklim Değişikliği Türkiye Ulusal Stratejisi”nde yer verilen
dört hedeften birisi
“Türkiye’nin üst ölçekli planlarında ve ulusal iklim değişikliği azaltım ve etkilerine uyum stratejilerinde,
korunan alanlara gereken önemin verilmesi ve her iki konuda etkin araçlar olduğunun kabul edilmesi”
kapsamında “Politika” başlıklıydı. Bu başlık altında yer verilen bir öneri de şöyleydi:15
15
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
“Türkiye’nin ulusal korunan alanlar stratejisini en kısa sürede geliştirmek. Ulusal korunan alanlar sis
teminin oluşturulması için mevcut alanların değerlendirilmesi, yeni korunan alanların belirlenmesi, bu
alanlar için koruma ve uygulama planlarının oluşturulması süreçlerine iklim değişikliği etkilerinin bü
tünleştirildiği kapsamlı bir ulusal strateji oluşturulmalıdır.”
Araştırdım; ne DKMP-GM ne de TVK-GM’de böyle bir belge bulunuyor.
Öte yandan, 2000’li yıllarda “Korunan Alan Yönetiminin Hızlı Değerlendirme ve Önceliklendirme”
(RAPPAM) ile “Korunan Alanlarda Yönetim Etkinliğini İzleme Aracı” (METT) teknikleriyle ülkemizde
de kimi çalışmalar yapılmıştır. Örneğin 2005 yılında 33 “milli park” için RAPPAM tekniğiyle* yapılan
sorgulama 2009 yılında 40 “milli park” ile 30 “tabiat parkı” için yapılarak sonuçlar karşılaştırılmıştır.16
2022 yılındaysa 45 milli park ve 26 tabiat parkı için yine RAPPAM tekniğiyle 2005 ve 2009 yıllarına
ilişkin sonuçlarıyla karşılaştırmalı sorgulamalar yapılmıştır.17 İki çalışmada da ülkemizdeki korunan
KA düzeninin etkenleştirilmesine yönelik benzer içerikte önemli değerlendirmeler yapılmış, çok sa
yıda öneriye yer verilmiştir. Örneğin, ilk çalışmanın bulgularına göre
✓ Türkiye’de doğa koruma politikalarının uygulanmasında belirgin bir düşüş olduğu…
✓ Korunan alanlar sisteminin kalitesinde, özellikle ekosistemlerin ve türlerin temsiliyeti, doğal alanların
el değmemişliği, yüksek koruma değeri ve doğal süreçlerde önemli bir düşüş yaşandığı…
✓ korunan alan vizyon, hedef ve amaçlarının anlaşılır ve açık olmaması, doğal süreçlerin peyzaj ölçe
ğinde korunmaması, kapsamlı biyolojik çeşitlilik envanterleri ve boşlukların düzenli gözden geçirilme
sindeki eksikliklerin olduğu…
✓ korunan alanlar sisteminde tehditlerin giderek arttığı… 2005 yılında yapılan korunan alanlarda tehdit
değerlendirmesiyle 2009 yılı karşılaştırıldığında tehditlerin toplam derecesinin %6,5 artış gösterdiği…
✓ son yıllarda giderek artan bu tehditlerin çoğunluğu, alanlara koruma amaçları dışında kamu eliyle ya
pılan; ulaşım ağları, turizm yapılaşması, enerji yatırımları gibi müdahalelerden kaynaklandığı…
✓ 2005’ten 2009 yılına gelindiğinde özellikle personelin performansı ve çalışma koşulları ile bütçe uygu
laması ve istikrarında düşüş görüldüğü…
✓ geçmiş yıllara göre gerileme yaşanan konular toplumsal çatışmaların arttığı…
✓ korunan alan yöneticileri tarafından araştırma ve izleme faaliyetlerinin geçmiş yıllara göre azaldığı…
✓ korunan alanlarda, artan baskı ve tehditlerle bağlantılı olarak, yönetimde tehdidin önlenmesindeki et
kinliğin giderek azaldığı…
öne sürülmüştür. Ek olarak
“2009 yılında Türkiye’deki korunan alanlar geçmiş yıllara göre daha hassas bir yapıdadır. Bunun en
önemli göstergesi, artan yasadışı faaliyetler, ahlaki çöküş, kaynakların kullanımına artan talep, yeni
personel alımındaki zorluklar ve en önemlisi de alan yöneticileri üzerinde artan politik baskıdır. Koru
nan alanlar üzerinde artan baskı ve tehditler de eklendiğinde, Türkiye’de korunan alanlara daha fazla
önem verilmesi gerektiği açıktır.”
açıklamasına yer verilmiştir. Ancak ilginçtir iki çalışmada da tüm KA’ları kapsayacak ülkesel düzeyde
demokratik katılımlı bütünleşik planlamadan söz edilmemiştir. Çok daha ilginci, ne 636 sayılı KHK’da
ne de 175 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde de DKMP-GM’ye böyle bir planlama görevi
verilmiştir.**
*RAPPAM Teknikle ilgili ayrıntılı bilgiye DKMP’nin 2006 yılında yayımlanan “RAPPAM uygulanması (Korunan
Alan Yönetiminin Hızlı Değerlendirilmesi ve Önceliklendirilmesi) Türkiye’deki Metodoloji Anahtar Bulgular ve
Sonuçlar”
başlıklı
e-kitapta
da
bulabilirsiniz.
(https://www.tarimorman.gov.tr/DKMP/Belge
ler/dkmp%20resmi%20istatistik/kutuphane/75.pdf, erişim 2 Şubat 2025)
**Yeri gelmişken belirteyim: Ülkemizde çoğunluğu Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası vb ülkelerarası ve ülkesel
kuruluşların parasal ve teknik desteğiyle hazırlanan ben diyeyim onlarca siz deyin yüzlerce “strateji”, “eylem
planı”, “ulusal program” vb belge hazırlanıyor. Her fırsatta belirtiyorum: Gönüllü emeğin de katkısıyla hazır
lanan bu belgeler çoğunlukla hazırlandığıyla kalıyor; hemen hemen hiçbir yönlendiriciliği olmuyor. Yönlendi
rici olmasını sağlayabilecek bir hukuksal dayanağı bulunmuyor çünkü. “- Peki, ülkemizde 5018 sayılı Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu uyarınca hazırlanan “stratejik planlar” ile “performans programları” bir yana
“kalkınma planları” ne denli yönlendirici oluyor ki?” derseniz; yanıtım “çoğunluğunun hiçbir yönlendirici olmuyor.”
16
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
“SONUÇ” yerine bitmemesi gereken bir “… Sessiz Tartışma” için “ara sonuç”
Kaynak: https://ru.pinterest.com/pin/fridays-for-future-uganda-on-twitter-
705868941592165263/, erişim 1 Mart 2025.
Öncelikle şunu bir kez daha vurgulayayım: Bence de ülkemizde daha çok KA ayrılıp gerektiğince
korunmalıdır ! Hem ekosistemlerimiz hem de tehditleri son derece çeşitli çünkü. Ancak, gerektiğince
korunabilir mi? Bana sorarsanız korunamaz. Çünkü yürürlükteki düzen
✓ seçkincidir,
✓ popülisttir,
✓ bütüncü değil parçacıdır,
✓ soyutlamacıdır,
✓ indirgemecidir,
✓ antidemokratiktir,
✓ korumaktan çok yararlanmacıdır,
✓ başta 2872, 2873 ile 2863 sayılı yasalar olmak üzere ilgili hukuksal düzenlemelerin çoğu
korumacılıktan çok rant devredicidir– yararlanma olanaklarını özelleştirmecidir-,
✓ çok boyutlu demokratik planlamacılıktan çok “projecidir”,
✓ özgül araştırıcı alt yapısından yoksundur,
✓ gerektiğince ayrıntılı veri tabanından yoksundur,
✓ nicel ve nitel olarak yeterli, “sürdürülebilir” bütçe olanaklarına sahip değildir !
vb. Tüm olumsuzluk ve yoksunluklara karşın hâlâ kimi olumluluklar üretilebiliyorsa eğer, bu ilgili ku
ruluşlardaki bilgili, deneyimli ve özverili çalışanların ürünüdür bence*. Ek olarak; yurttaşlarımızın
“doğa korumacı” duyarlılık ve bilgisi, dolayısıyla çabası giderek yaygınlaşıyor ve derinleşiyor. Bu
koşullarda yürürlükteki düzenin söz konusu olumsuzluklarının da aşılabileceğini inanıyorum; yeter
ki, Nazım’ın “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” başlıklı şiirinde söylediği gibi,
“…
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir !”
Bu düşünce ve inançla aşağıdaki önerileri, günümüz koşullarında çoğu okura düşsel –“ütopik”, “ha
yali”, “fantezi” vb- geleceğini bile bile bilginize sunuyorum:
*Bu gereklerin ülkemizde de yerine getirilmesine katkıda bulunanlara teşekkür ediyor, yitirdiklerimizi sevgi ve
saygıyla anıyorum.
17
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
✓ Mustafa Kemal Atatürk’ün kurtuluş savaşımızın en sıkıntılı –“kritik”- aşamasında söylediği
“Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır.” sözünden esinlene
rek söylüyorum;
“Yalnızca KA özelinde ve seçilmiş ortamlar ile varlıklara indirgenmiş doğa korumacı
lığı yoktur; gezegenimizdeki tüm doğal süreçler, ortamlar ve varlıklar için vardır” !
✓ Genel olarak doğal süreçlere, ortamlar ile varlıklara, bu kapsamda KA’lara yönelik “tehditlere”
tekil olarak değil dinamik bir bütünün, önemi yersel ve zamansal olarak değişken boyutların
daki sonuçlar olduğundan hareketle yaklaşılmalıdır. Çünkü sorunların tek tek ya da birkaçının
ele alınması “tek ağaca bakmaktan ormanın görülememesine” yol açıyor; bütüncül çözümle
meler yapılmalıdır !
✓ Söz konusu sonuçlara yol açan nedenlerin başında artık ağırlıkla ekonomik politik temelli
yeğlemelerin –“tercihlerin”- geldiği gerçeği kavranmalıdır !
✓ Tekel konumundaki DKMP ile TVK Genel Müdürlükleri KA’lardaki doğal süreçlerden, ortamlar
ile varlıklarından şimdilik (!) yalnızca yararlanma olanaklarını metalaştırma yönelimindedir.
Bu yönelimin mülkiyetin özelleştirilmesine evrilmesi de olasıdır; önlenmelidir !
✓ Doğal süreçlerin, ortamlar ile varlıkların metalaştırılmasına yönelik yaklaşımların bir anlamda
“tatlandırıcıları” (!) işlevini gören “doğal kaynak”, özellikle de “koruma-kullanma dengesi”, “sü
rülebilir kullanım” vb yaklaşımlar yanıltıcıdır; KA’larda da çözümü olanaksız sorunlara yol açı
yor; gündemden çıkarılmalıdır !
✓ KA’lara yönelik yaklaşım “tam koruma” -“preservation”- temelli olmalıdır !
✓ Temel yaklaşım –“strateji”- KA’lardaki doğal süreçlerin kendini yeniden üretebilme ve dönü
şebilme yeteneklerini içsel dinamikleriyle sürdürebilmesi, engellenmemesi, değiştirilmemesi
olmalıdır !
✓ KA’lardaki kimi -“seçkin” - ortamlar ile varlıkları öne çıkarıp –“kayırıp”- doğal süreçlerin bü
tünlüğü gözden kaçırılmamalıdır !
✓ KA’ların belirlenmesi, ayrılması, korunması ve “yönetilmesi”, çok boyutlu bir etkinlik alanıdır;
dolayısıyla yalnızca ormancılığın sorumluluk alanı olarak algılanmaması gerekiyor !
✓ “Korunan alan” söylemi anlamsızdır, “özel doğa koruma alanı” vb bir söylem yeğlenmelidir !
✓ Ka’lardaki her türlü özel mülkiyet kamulaştırılmalı, kiralamalar ile kullanım izinleri kaldırılmalı;
yenileri verilmemelidir !
✓ KA’lardaki süreçler çevrelerindeki ekolojik, toplumsal, kültürel değişmelerden soyutlanmamalıdır!
✓ KA’lar herhangi bir gerekçeyle sınıflandırılmamalı, kimileri kayırılmamalıdır !
✓ “KA’ların da ekolojik özellikleri değişip dönüşüyor. Bu değişim ve dönüşümler ile nedenleri
izlenmeli, gerekirse alınacak önlemler belirlenmeli, bu amaçla ayrıntılı ve kamuoyuna açık
veri tabanı, izleme ve araştırma alt yapısı oluşturulmalıdır !
✓ KA’lardaki doğal süreçlere, ortamlar ile varlıklara yönelik “tehditler” ile nedenleri de yersel ve
zamansal olarak değişkendir. Bu nedenle korumacı çabalar sırasında bu gerçek de göz
önünde bulundurulmalıdır !
✓ KA’larla ilgili tüm karar ve uygulama süreçleri kurumsallaşmış biçimde demokratikleştirilmelidir !
✓ KA’larda denetimli gözleme, izleme, araştırma ve eğitim/öğretim dışında etkinliklere izin ve
rilmemelidir !
Öte yandan, açıktır ki, yürürlükteki ilgili hukuksal ve kurumsal düzenlemeler, bu kapsamda DKMP
GM ile TVK-GM örneği bir bakanlığın “bağlı” ya da “ilgili” kuruluşlardan oluşan bir kurumsal yapı bu
gerekleri kendiliğinden yerine getiremez ya da getirmez ! Böyle bir yapılanma yerine • geniş anlamda
kamu yararını gözetecek, • tüm sektörleri bağlayıcı politikalar geliştirecek, • ilke ve kurallar koyacak
gerektiğinde güncelleştirecek, • hukuksal düzenleme önerileri -“tasarıları”- hazırlayacak, • SÇED
(stratejik çevresel etki değerlendirmesi) yapacak, • uygulamaları denetleyecek, • ilgili kuruluşlar
18
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
arasında eşgüdümü sağlayabilecek, • gerekli araştırmaların yapılmasını sağlayacak doğrudan
TBMM’ye karşı sorumlu, kurumsal olarak demokratik kamusal bir yapı kurulmalıdır – “DKK (Doğa Ko
ruma Kurumu)” vb-. Ek olarak
✓ “özel doğa koruma alanı” vb adlarla ayrılan ve ayrılacak olan yerleri ilgili kuruluşlarla birlikte
belirleyip gerekli alt yapı yatırımlarını tasarlayıp planlayacak ve yaşama geçirecek, bölgesel
olarak da örgütlenebilecek DKK’ya bağlı bir birim oluşturulmalıdır;
✓ Anayasanın özellikle 44 (“Toprak mülkiyeti”), 46 (“Kamulaştırma”), 47 (“Devletleştirme ve
Özelleştirme”, 56 (“Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması”), 63 (“Tarih, kültür ve tabiat var
lıklarının korunması”), 146-153 (“Anayasa Mahkemesi”), 155 (“Sayıştay”), 166 (“Planlama;
Ekonomik ve Sosyal Konsey”), 168 (“Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletil
mesi”), 169 (“Ormanların korunması ve geliştirilmesi”) ile 170. (“Orman köylüsünün korun
ması”) maddeleri, yanı sıra, 2872 ve 2873 ile 2863 olmak üzere ilgili yasalar yukarıda önerilen
DKK düzenin gerekleri doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir;
***
Gördüğünüz gibi, ortada çok boyutlu bir sorunsal –“çözümü kesin olarak belirsiz”- var. Yaşamın hemen
hemen her alanında antidemokratik yaklaşımların, yapılanmalar ile tutumların egemen olduğu bir
toplumsal, kültürel ve siyasal yapılanmalarda böylesi sorunsallar, süreç için değişimler geçirse de
kendiliğinden bir aşılamaz. Dolayısıyla, çoğu kişiye düşsel gelebileceğini söylediğim yukarıda örnek
lediğim köktenci –“radikal”- önerilerin, özellikle günümüz koşullarında kendiliğinden yaşama geçirile
meyeceği açıktır. Bu durumda “iş”, hâlâ ayakta kalmaya çabalayan kişi ve kuruluşların özverili ça
balarına kalıyor. Deyim yerindeyse, “ahkâm kesmek” gibi olacaksa da, söyleyeceğim: Her alanda
olduğu gibi, böylesi çabalar sırasında da yaygın olarak örgütlenmek, yeterince bilgilenmek, ilkeli güç
birliği yapmak, sabırlı ve ısrarlı olmak; bu doğrultudaki istemleri toplumsallaştırıp siyasallaştırmak
gerekiyor.
19
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
EKLER:
Ek 1: Yapay zekanın “conservation”, “preservation” “protection” terimlerine yaptığı açıklamalar
1. Conservation (Muhafaza etme)
Anlam:
Doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılması ve yönetilmesi anlamına gelir. Conservation, in
san ihtiyaçlarını karşılamak için doğal kaynakları kullanırken, bu kaynakların tükenmesini önlemeyi ve ge
lecek nesillere aktarılmasını hedefler.
Özellikleri:
• İnsan müdahalesi ve kullanımını içerir.
• Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı önemlidir (örneğin, tarımda toprağın korunması, sürdü
rülebilir balıkçılık).
• Doğa ile insanlar arasında bir denge kurmayı amaçlar.
Örnekler:
• Yeniden ağaçlandırma çalışmaları.
• Sürdürülebilir orman yönetimi.
• Vahşi yaşam koruma alanlarının yönetimi.
2. Preservation (Muhafaza)
Anlam:
Doğal alanların ve kaynakların tamamen bozulmadan, olduğu gibi korunmasını ifade eder. Preservation,
insan müdahalesinin en aza indirilmesini ya da tamamen engellenmesini hedefler.
Özellikleri:
• İnsan etkisinin mümkün olduğunca sınırlanmasını savunur.
• Ekosistemlerin doğal haliyle kalmasını ister.
• Genellikle etik ya da estetik nedenlerle kaynakların dokunulmazlığını savunur.
Örnekler:
• Milli parkların insan erişimine sınırlandırılması.
• Tarihi binaların restore edilmeden olduğu gibi korunması.
• Eski ormanların tamamen koruma altına alınması.
3. Protection (Koruma)
Anlam:
Belirli bir alanı, türü veya kaynağı tehditlerden ve zarar verici etkilerden koruma anlamına gelir. Protec
tion, tehlikeye maruz kalan doğal unsurları savunmaya odaklanır.
Özellikleri:
• Hedef genellikle belirli tehditleri (kirlilik, avlanma, iklim değişikliği) önlemektir.
• Proaktif önlemler ve hukuki düzenlemeler içerir.
• Doğal veya insan yapımı tehlikeleri önlemeye çalışır.
Örnekler:
• Nesli tükenmekte olan türlerin korunması için yasalar çıkarılması.
• Deniz koruma bölgelerinin oluşturulması.
• Tehlikeli kimyasalların doğaya salınmasının engellenmesi.
Karşılaştırma Çizelgesi:
Kavram
Yaklaşım
İnsan Etkisi
Amaç
Conservation Sürdürülebilirlik Orta düzeyde
Doğayı kullanarak
Örnekler
koruma
Preservation Tam koruma
En az ya da yok Doğayı dokunulma
Yeniden ağaçlandırma,
sürdürülebilir balıkçılık
dan koruma
Protection
Tehditlerden
koruma
Hedefe yönelik
Milli parkların insan
erişimine kapatılması
Türleri ya da varlıkları
savunma
Nesli tükenmekte olan
hayvanların korunması
20
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Ek 2: Ülkemizde Ağırlıkla Doğal Özellikleri Nedeniyle Ayrılan “Korunan Alanlar”
Konu uzmanlarına, ilgili kuruluşların açıklamalarına, resmi istatistiklerine bakıyorum da genel olarak
benimsenmiş bir sınıflandırma yok sanki. Yapılan sınıflandırmaların çoğu IUCN’nin önerilerine da
yanıyor.
Örneğin
aranırken
https://cdniys.tarimorman.gov.tr/api/File/GetFile/422/Ha
ber/542/824/DosyaGaleri/
KORUNAN_ALAN_SINIFLAMASI%20ONAYLI%201.pdf adresinde kaynağı Tarım ve Orman Bakanlığı olan bir sınıflandırmaya rastladım. Ülkemizdeki uygulamaların
IUCN’nin önerilerine uyarlanan bu sınıflandırmayı özetleyerek aktarıyorum:
01 Mutlak Koruma
01a Mutlak Koruma Alanı
01a.01 Kesin Korunacak Hassas Alan
01a.02 Tabiatı Koruma Alanı
01a.03 Muhafaza Ormanı
01a.04 Gen Koruma Ormanı
01a.98 Diğer Mutlak Koruma Alanı
01b Yabanıl Doğa Alanı
01b.01 Yaban Hayatı Koruma Sahası
01b.02 Nitelikli Doğal Koruma Alanı
0
1b.98 Diğer Yabanıl Doğa Alanı
02 Milli Park
03 Tabiat Anıtı/Varlığı
03.01 Tabiat Anıtı
03.02 Tabiat Varlığı
03.02.01 Mağara
03.02.02 Anıt Ağaç
03.02.03 Ağaç Topluluğu
04 Habitat/Tür Yönetim Alanı
04.01 Yaban Hayatı Geliştirme Sahası
04.02 Koruma Bölgelerinin Alt Alanı
04.98 Diğer Habitat/Tür Yönetim Alanı
05 Korunan Peyzaj/Deniz manzarası
05.01 Tabiat Parkı
05.02 Şehir Ormanı
05.98 Diğer Korunan Peyzaj/Deniz Manzarası
06 Doğal Kaynakların Sürdürülebilir Kullanıldığı Korunan Alan
06.01 Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı
06.02 Sulak Alan
06.02.01 Ramsar Alanı
06.02.02 Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan
06.02.03 Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan
06.02.98 Diğer Sulak Alanlar
06.03 Özel Çevre Koruma Bölgesi
06.04 Tohum Bahçesi
06.05 Tohum Mesceresi
06.98 Doğal Kaynakların Sürdürülebilir Kullanıldığı Diğer Korunan Alan
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün web sitesinde “istatistikler” kapsamında yer verilen “koru
nan alanları” verilerinden de yararlanarak aşağıda sergiledim:
21
22
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
Ülkemizde Çeşitli Yasalar Uyarınca Belirlenen “Korunan Alanlar”
Alanlar 2000 2023 İlgili
Kuruluş Sayı Hektar Sayı Hektar
2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu
DKMP-GM
Milli Park 33 684265 48 909158
Tabiat Parkı 16 69227 266 108036
Tabiat Anıtı 58 343 110 8356
Tabiatı Koruma Alanı 33 64353 31 46453
Toplam 140 818188 455 1072003
4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu DKMP-GM Yaban Hayatı Geliştirme Sahası 0 0 85 1165448
2872 Sayılı Çevre Kanunu
Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan ? ? 47 107021 DKMP-GM
DKMP-GM
DKMP-GM
Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan ? ? 59 869697
RAMSAR Alanları 9 159300 14 184487
Özel Çevre Koruma Bölgeleri 14 1320952 19 3832960 TVK-GM
Toplam 23 1480300 139 3756419
6831 Sayılı Orman Kanunu
Muhafaza Ormanları 46 174420 55 246447
OGM
Gen Koruma Ormanları 176 24660 353 43187
Tohum Meşcereleri 329 44429 311 40047
Tohum Bahçeleri 146 1056 212 1479
Orman Parkları (Mesire Yerleri) 236 6928 1935 32255
Toplam 933 251493 2811 363415
2863 Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu
Doğal Sitler:
TVK-GM
Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı ? ? 989 650260,5
Nitelikli Doğal Koruma Alanı ? ? 1151 848352,4
Kesin Korunacak Hassas Alan ? ? 583 441359,5
Tabiat Varlıkları ? ? ? ?
Toplam ? ? 2723 1939972
Genel Toplam 1082 2549933 6268 9535003
Kaynak: Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Korunan Alanlar İstatistikleri, 2023, https://www.tarimor
man.gov.tr/DKMP-GM/Menu/18/Korunan-Alan-Istatistikleri ile https://www.tarimorman.gov.tr/DKMP-GM/Belge
ler/Tabiat%20Koruma%20Durum%20Raporu/TKDR_TR_2023.pdf, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Mü
dürlüğü, https://says.csb.gov.tr/istatistik; erişim 19 Ocak 2025.
Açıklama: 2022 yılında çıkarılan Orman Parkları Yönetmeliği gereğince 2023 yılında 9643,2 hektar genişliğindeki
133 “şehir (kent) ormanı” ile “Orman Parkları” kapsamında yer verilmiştir.
Bu vesileyle belirteyim: İlgili kuruluşların “korunan alanlar” ile ilgili veri tabanı çeşitli yönlerden birbirleriyle uyumlu
olmadığı gibi kimi yönlerden çoğu güncel de değildir. Ek olarak, “milli parklardaki” orman yangınları dışındaki “ko
runan alanlara” zarar veren gelişmelerle ilgili veriler de üretilmiyor.
“Doğal sit” kapsamı 2012 yılında çıkarılan Korunan Alanların Tespit, Tescil ve Onayına İlişkin Usul ve Esaslara Dair
Yönetmeliğin 6/2. maddesi uyarınca “sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı”, “nitelikli doğal koruma alanı”
ile “kesin korunacak hassas alan” olarak ayrılmıştır.
Ormanlarımız ve Ormancılığımız Üzerine “Sessiz” Tartışmalar…
YARARLANDIĞIM KAYNAKLAR
1Anonim1, 2018 United Nations List of Protected Areas, Supplement on protected area management effecti
veness. UNEP-WCMC, 2018, Cambridge, UK, sayfa 41.
2DKMP-GM; Korunan Alanlar İstatistikleri, 2023, https://www.tarimorman.gov.tr/DKMP/Menu/18/Korunan
Alan-Istatistikleri, erişim 19 Ocak 2025.
3Karl Marks, “Feuerbach Üzerine Tezler”, Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin
Sonu, (Çeviren Sevim Belli), Sol Yayınları, Birinci Baskı, 1976, Ankara, sayfa 72.
4DKMP-GM; http://www.milliparklar.gov.tr/korunanalanlar/korunanalan.htm, erişim 5 Şubat 2025.
5DKMP-GM; “Temel Kavramlar”, https://www.tarimorman.gov.tr/DKMP/Menu/34/Temel-Kavramlar, erişim 5
Şubat 2025.
6DKMP-GM’nin 28 Şubat 2012 tarihli ve “Korunan Alanlarda Koruma Bölgelerinin Belirlenmesi” konulu ya
zısı.
7Oruç Aruoba; “‘Oturup da şunu yazayım’ diyebileceğin bir şey değil şiir, kendisi sana ‘otur yaz’ diyor, yazılma
zamanı gelince”, Varlık Dergisi, 1 Ağustos 2005, Sayı 1175, İstanbul.
8John Fowles; Ağaç ve Doğanın Doğası, (Çeviren Kemal Doğan), AFA Yayınları, 1996, İstanbul, Sayfa 77.
9Örneğin “Korunan Alanlar ve İklim Değişikliği Türkiye Ulusal Stratejisi, Ekim 2011, Ankara” ile “Korunan
Alanların Yönetim Etkinliğinin Değerlendirilmesi RAPPAM Uygulaması 2022 Yılı Sonuçları 2005 ve 2009
Yılları Karşılaştırması, PEGEM Akademi, 2023 Ankara”.
10 Fuat Ercan-Ferimah Yusufi-Yılmaz-Derya Gültekin-Karakaş;, “Yeni Türkiye’nin Değişen Devlet Ve Ser
maye İlişkilerini Teşvik Politikaları Üzerinden Okumak”, sayfa 153. https://www.acade
mia.edu/32008219/YEN%C4%B0_T%C3%9CRK%C4%B0YEN%C4%B0N_DE%C4%9E%C4%B0%C5%9
EEN_DEVLET_ve_SER
MAYE_%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0LER%C4%B0N%C4%B0_TE%C5%9EV%C4%B0K_POL
%C4%B0T%C4%B0KALARI_%C3%9CZER%C4%B0NDEN_OKUMAK, erişim 23 Ağustos 2024.
11 Anonim2, Korunan Alanlar ve İklim Değişikliği Türkiye Ulusal Stratejisi, (Yayına hazırlayan Yıldıray Lise ile
WWF-Türkiye’den Başak Avcıoğlu Çokçalışkan) Ekim 2011, sayfa 4.
12 Murat Kurum; “Türkiye’nin yüzde 17’si korunan alan olacak”, https://csb.gov.tr/turkiyenin-yuzde-17si-koru
nan-alan-olacak-bakanlik-faaliyetleri-26549, 85 Haziran 2019, erişim 5 Şubat 2025.
13 DKMP, “Korunan Alanları 2024 Yılında 67 Milyon 849 Bin Kişi Ziyaret Etti”, https://www.tarimor
man.gov.tr/DKMP/Haber/384/Korunan-Alanlara-2024-Yilinda-Ziyaretci-Sayisinda-Rekor-Artis, 30Ocak
2025, erişim 3 Şubat 2025.
14 DKMP-GM; “Genel Müdürlüğümüz Bağlı Kuruluş Olarak Yoluna Devam Edecek”, https://www.tarimor
man.gov.tr/DKMP/Haber/382/Genel-Mudurlugumuz-Bagli-Kurulus-Olarak-Yoluna-Devam-EdecekL,
30.12.2024, erişim 6 Şubat 2025.
15 Anonim2, sayfa 22.
16 Başak Avcıoğlu Çokçalışkan-Yıldıray Lise-Erica Stancıu; “Türkiye’de Korunan Alanlar Yönetimi Etkinliği”
Kırsal Çevre Yıllığı 2010, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunlarını Araştırma Derneği, 2010, Ankara, sayfa
126-128.
17 Nihan Yenilmez Arpa -Ufuk Coşgun- Cihan Erdönmez-Cumhur GÜNGÖROĞLU-Sadık Serhat ARDA; “Ko
runan Alanların Yönetim Etkinliğinin Değerlendirilmesi RAPPAM Uygulaması 2022 Yılı Sonuçları, 2005 ve
2009 Yılları ile Karşılaştırması, PEGEM Akademi, 2023, Ankara.